Bir ‘alemi kör sanma’ öyküsü
RTÜK Başkanı’nın CHP’li Dibek’e “Referandumda YSK’nın ilkelerine uygun yayın yaptırdık” dediği gün, Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın talebi üzerine referandum sonuçlarını erken açıklayan TRT hakkında dava açıldı
Referandumun hemen ertesiydi. CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, “RTÜK’ün referandum sürecindeki yayınlarla ilgili olarak kendisinden istenen raporlarda TRT ve yandaş televizyon kanallarının yayınlarına yer vermediği” yönündeki haberlere dayanarak TBMM Başkanlığına bir soru önergesi verdi.
Önergede Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın yanıtlaması istenen sorular şöyleydi: “RTÜK’ün YSK’ya ilettiği seçim yasaklarını ihlal eden 20 televizyon kanalı hangileridir? Bunlara ne gibi yaptırımlar uygulanmıştır?
YSK’nın, ”Daha çok tanınan radyo ve televizyon kanallarıyla ilgili olarak yayınların yanlılığı konusunun kamuoyunda sıkça gündeme taşınmasına rağmen bunlar hakkında herhangi bir ihlal bildiriminde bulunulmaması düşündürücüdür“ açıklaması sonrasında RTÜK yöneticileri hakkında bakanlığınızca herhangi bir soruşturma açılmış mıdır? Açılmadıysa açmayı düşünüyor musunuz? YSK’nın RTÜK’ten talep ettiği tüm kanallara ilişkin olumlu ya da olumuz tüm raporlar neden YSK’ya gönderilmemiştir? RTÜK hükümetinize yakın kanalları raporları göndermeyerek kollamakta mıdır? 1 Eylül 2010 tarihinde YSK Başkanı Ali Em’in RTÜK Başkanlığına ve TRT Genel Müdürlüğüne TRT Yasasının 5’inci maddesini hatırlatmasını nasıl değerlendirmektesiniz?”
* * *
17 Eylül günü sorulan bu sorulara RTÜK Başkanı Davut Dursun aracılığıyla nihayet cevap verdi Arınç...
Dursun’un özetle “Biz YSK’nın ortaya koyduğu ilkelere uygun yayın yapılmasının sağlanması hususunda azami özeni gösterdik..” dediği gün ilginç bir gelişme yaşandı Ankara’da.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, referandum sonuçlarını 12 dakika erken yayınlayarak YSK kararını ihlal ettiği gerekçesiyle TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanı Ahmet Çavuşoğlu hakkında 6 aydan 1 yıla kadar hapis istemiyle dava açtı.
Neme lazım, şimdi siz kalkıp “YSK’nın belirlediği ilkelere uygun yayın yaptırmış hali buysa, vay haline RTÜK’ün” filan da dersiniz... Hak yemeyin. Tamam “cezalandırılan” 12 kanal arasında adı yok belki ama TRT’nin bu “ilkeli yayın” sürecine dahil olduğunu iddia etmiyor ki zaten RTÜK Başkanı. Açık açık, dürüst dürüst söylüyor açıklamasında; “TRT’yi denetlemedik!”
* * *
Envai çeşit manipülasyon elemanını ekrana çıkarırken “devletin değil” TRT...
İş milletin cebinden para tırtıklamaya gelince devletin!
Pervasız, tarafgir, kişi ve kurumların haysiyetleriyle oynayan bir politika güttüğünde “devletin değil” TRT; “özel şirket mantığı”yla yönetilmekte...
İş “özel şirketler”le aynı statüde denetime tabii olmaya gelince devletin!
Ne güzel İstanbul yahu!
* * *
TRT ve RTÜK’ten sorumlu Başbakan
Yardımcısı’nın, RTÜK Başkanı aracılığıyla “cevap” adı altında milletin zekasıyla alaya meylettiğini görünce dayanamadım aradım Dibek’i:
- Aldınız mı beklediğiniz cevabı?
Belli ki “beklediği” bir cevap yokmuş zaten; “Hiçbir zaman istediğimiz cevapları vermiyorlar ki. Hangi konuda, hangi soruyu sorarsak soralım içi bomboş ifadelerle savsaklıyorlar...” dedi.
Polyannalığım tuttu; “en azından kayıt altına alınmış oluyor itirazınız” dedim...
Öyle ya, bir gün tarih önünde hesap vermek gerektiğinde bu millete, verdikleri soru önergeleri, ortaya çıkardıkları yolsuzluk dosyaları, düzenledikleri basın toplantıları ile iktidarın ipliğini pazara çıkaran az sayıdaki milletvekilinin “alnı ak” olacak böylece.
Olacak olmasına ya...
“Ah şu medya” yakınması Dibek’in de ağzında...
Bir de toplum ortaya çıkardıklarımızdan haberdar olsa...
CHP Kırklareli milletvekili, bunu sağlayacak yeni stratejiler üzerinde çalışıyormuş bu ara; ses getirecek türden basın toplantıları... Yahut Genel Başkan üzerinden gündeme taşımak yapılan çalışmaları...
Şu ara CHP siyaseti en azından medyaya yansıyan resmi bambaşka bir boyutta ama kimbilir bakarsınız olur.
Hanidir elinde “dosya sallarken” görmediğimiz Kemal Bey “ekseni(ni) kaydırmaz” da, bakarsınız
tabanının gönül makamına girmek için kullandığı kapıdan çıkar seçmenin karşısına da!
++++++
THY’nin muhalif gazetelere ambargosu TBMM’de
MHP Bursa Milletvekili Hamit Homriş, önceki gün Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım tarafından yazılı olarak cevaplandırılması istemiyle, TBMM Başkanlığına bir soru önergesi sundu.
Konu, THY’nin yandaş olmayan medyaya sansürü!
* * *
Kuzey Kıbrıs seyahati sırasında THY’ye ait uçakta hostesten Cumhuriyet ve Sözcü gazetelerini isteyen Milliyet yazarı Melih Aşık, bu gazetelerin uçakta bulundurulmadığını öğrenince “Anlaşılan THY aynı zamanda siyasi bir kuruluş” diye yazmış ve daha bir kaç gün önce konuyu medyanın gündemine taşımıştı...
O yazının mürekkebi kurumadan MHP’li Homriş aracılığıyla konu bu kez de TBMM’nin de gündemine taşınmış oldu.
Soru önergesinin gerekçesinden anlıyoruz ki Aşık’ın Cumhuriyet ve Sözcü istediğinde karşı karşıya kaldığı durumu, Bursa Milletvekili Homriş de Yeniçağ ve Ortadoğu istediğinde yaşıyor. Dizin hepsini yan yana, ortaya çıkan sonuç; THY’de muhalif basına ambargo var velhasıl!
“Türk Hava Yolları ile yaptığım yurt dışı seyahatlerde uçaklarda dağıtılan gazeteler arasında bütün gazeteler olmasına rağmen, Ortadoğu ve Yeniçağ gazetelerini bulamıyorum. Çünkü görevliler bu gazetelerin Türk Hava Yolları tarafından alınmadığını beyan ettiler. Tespitime göre, yolcular tarafından talep edilmeyen bir kısım gazetelerin de tomarla servis arabasının üzerinde kaldığını gördüm. Ama bu gazeteler yine de alınmaya devam edilmektedir” diyerek soruyor Homriş:
“THY, yurt dışı seyahatlerde dağıttığı gazeteleri hangi kıstaslara göre almaktadır? THY, yurt dışı seyahatlerde dağıttığı gazetelerden günlük kaçar adet almaktadır?”
* * *
Bir bakanın bir milletvekiline verdiği “resmi” cevap nasıl olur bilemiyorum, merakla da bekliyorum ama bizim vakti zamanında aynı soruları yönelttiğimiz THY görevlilerinden aldığımız cevap “resmen” şöyleydi: “Vallahi bilemiyoruz ki... Şeyyy... Şimdi şöyle... Eeee... Ne desek yalan olur...”
Şaka değil aşağıdaki diyalog gerçekten de yaşandı THY ile aramızda:
- THY ikram gazetelerini kaldırdı, ama tamamını da kaldırmadı(!)
- Hangilerini kaldırdı?
- Yeniçağ’ı!
- Sadece mi?
- Sadece!..
* * *
Konunun ayrıntısını 8 Haziran 2010 tarihli “Çık aradan Temel Bey” başlıklı Medya Polemik’te bulabilirsiniz...
Sorduk “Neden?” diye... Çıt çıkmadı kimseden... Yeniçağ talep mi edilmiyor? Öyleyse neden uçakla seyahate çıkan arıyor: “THY’de Yeniçağ okuyamıyoruz! Yeniçağ istiyoruz, vermiyorlar! Yandaş gazeteler var ama Yeniçağ yok!”
Bütçeni mi çökertiyor “ikram” ettiğin Yeniçağ! İyi ama o “ikram”lar da bizim sana ikramımız değil miydi zaten Temel Bey!
Yönettiğin kurum bir rivayete göre “hakkınızda yaptığımız eleştirel yayından rahatsız olduğu için” Yeniçağ’ı yasakladığını ilan edinceye kadar her gün düzenli olarak 280 adet gazete “ikram” etmiyor muyduk size, yolcularınıza “ikram” edin diye?
* * *
THY nasıl oluyor da bir gazete ile okuyucusunun arasına girme hakkını kendisinde bulabiliyor; sanırım (ve elbette hükümete yöneltilen bütün diğer soru önergelerine verilenler gibi insanın kafasında yeni soru işaretleri yaratan bir cevap olmazsa) Temel Kotil’den alamadığımız cevabı Binali Yıldırım’dan alabileceğiz sonunda!
Milletvekillerinin, konuya dikkat çeken diğer gazetecilerin çabası da yeterli olmaz ve sonuçta muhalefeti perdeleme olanca hızıyla devam ederse mi THY’de?..
Ne yapalım; THY yönetimi yolcularından Yeniçağ kaçırmasın diye, adak adayıp, apronda deve keseriz biz de!
++++++
Devletin değilse bu paraları neden ödüyoruz
Mehmet Ali Ağca TRT ekranlarına çıkarıldığında konu Başbakan Erdoğan’a da sorulmuştu. Erdoğan da “Devletin televizyonu diyorsunuz, TRT’nin devletliği mi kaldı?” diye soruyu soranı hafif yollu azarlamıştı. ...Başbakan “TRT’nin devletliği mi kalmış” deyince insanın aklı karışıyor. Madem TRT devlet televizyonu değil, o halde neden gelirleri için bir kanun var. Hem de öyle bir para akıyor ki bu kuruma, insanı şaşırtır. TRT’ye sürekli gelir sağlayan kanunun ikinci maddesi aynen şöyle:
Madde 2- Türkiye Radyo-Televizyon Kurumunun gelirleri şunlardır:
a) Radyo, televizyon, video ve birleşik cihazlardan tahsil edilecek ücretler,
b) Elektrik enerjisi hasılatından bu Kanuna
göre ayrılacak paylar,
c) Genel bütçeden yapılacak katkılar,
d) Radyo ve televizyon vasıtasıyla yapılan her çeşit ilan ve reklam ile faaliyet gelirleri,
e) Film, bant, plak, nota, dergi, kitap
ve benzerlerinin yapım, yayın ve satışından elde edilecek gelirler,
f) Radyo ve televizyonla ilgili her türlü ticari işlemler ve ortaklıklardan elde edilecek gelirler,
g) Düzenlenecek konser, temsil ve benzeri programlara giriş ücreti ve bu yerlerde yapılacak ilan ve reklamdan elde edilecek gelirler,
h) Yapılacak her türlü bağış, yardım ve
diğer gelirler.
TRT demek ki “bağış ve yardım” da alabiliyor. Allah Allah. Kanun’un ilk maddesinde belirtilen cihazlar hepimizin evindeki televizyon, video, radyo, teyp, DVD, CD çalar gibi araçlar. Ve biz bunları satın alırken, fatura bedelinin yüzde 16’sını bandrol ücreti olarak TRT’ye gönderiyoruz. Aynı şekilde her ay ödediğimiz elektrik faturalarının yüzde 2’si de doğrudan TRT’ye gidiyor. Oldu Sayın Başbakanım.
TRT’nin devletliği falan yok artık. Yersek tabii...
*l Can Ataklı / Vatan
++++++
Asıl olan cumhursa Durak dönmeli
Aytaç Durak; Adana Büyükşehir Belediye Başkanı idi. Kendisi; İçişleri Bakanlığı tarafından görevinden uzaklaştırıldı.
Adana Valiliği’nin 28 Mart’ta işleme koyduğu görevden uzaklaştırmanın gerekçesinde ise “yürütülen soruşturmanın selameti” gerekçe gösteriliyordu.
54 müfettiş 8 aydır Adana’yı inceliyor; ortada açılmış görevden alınmayı gerektiren dava yok; hatta suçlama bile yok.
Öbür yandan ağır ceza mahkemesinde yargılanan başka bir ilin belediye başkanı, halen görevde.
İlk mahkemede mahkum olmuş başka belediye başkanı da görevde.
Çünkü; onlar için “Dava daha tam bitmiş değil” diye mazeret bulunuyor. Ama sıra Aytaç Durak’a gelince; dava açılmadan görevden alınıyor.
Yani başkalarının lehine kullanılan yasa; Aytaç Durak söz konusu olunca aleyhte çalıştırılıyor.
Eğer bu ülkede cumhurun dediği olacak ise Aytaç Durak, o makama geri dönmelidir.
* Rıza Zelyut / Güneş
++++++
İhsan Dağı, ’Kılıçdaroğlu’nun iki şansı: Aleviler ve Ergenekon davası’ başlıklı yazıda diyor ki: “... Tuncay Özkan ve Doğu Perinçek’in tutuklu yargılanıyor olması Kılıçdaroğlu için büyük şans. Yeni yönetimin CHP’yi laiklik ekseninde siyaset yapan ulusalcı bir parti olmaktan çıkarma girişimlerine tepki gösterenlerin ulusalcı - laikçi kanatta peşine düşecekleri ne siyasi bir figür ne de oy verecekleri bir başka parti var...” Demek ki İhsan Bey CHP’de, partiyi “laiklik ekseninde siyaset yapan ulusalcı bir parti olmaktan çıkarma girişimleri” seziyor... Demek oradan bakınca da aynı şey görünüyor...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Davutoğlu: Bir efsanenin çöküşü (mü?)
Barack Obama Kasım 2008’de ABD Başkanı seçildi ve 20 Ocak 2009’da Başkanlığı resmen devraldı. O gün itibari ile Başdanışman sıfatını taşıyan Ahmet Davutoğlu hemen Washington’a uçtu ve çeşitli temaslarda bulundu. Temaslarının ardından tarihi ittifak açıklamasını yaptı:
“Obama ile Türkiye’nin dış politika tercihleri ve öncelikleri tamamen örtüşmektedir.” Ahmet Davutoğlu, Obama’nın Başkan oluşundan takriben 3 ay sonra, 1 Mayıs 2009 tarihinde Türkiye Cum7huriyeti Dışişleri Bakanı oldu!
ABD, Davutoğlu sayesinde Türkiye’nin Ortadoğu’ya daha fazla nüfuz edeceği ve bağımlı bir müttefik olarak ABD’nin çıkarlarını daha iyi koruyacağı hesabını yapıyordu. Bu bakış bir reel/pragmatik dünya algılamasına dayanmaktadır. Davutoğlu Ortadoğu’da ABD’den ve Batı’dan bağımsız bir hegemonya kurabileceğine iman etti. Bu bakış da ideolojik/hayalperest dünya algılamasına dayanmaktadır.
Lizbon’da pragmatik bakış hayalperest bakışa çekidüzen vermiştir. Meramımı çok basit bir örnekle anlatayım. Başbakan Lizbon Zirvesi öncesi (füze kalkanında) “Komuta bizde olmalıdır” diyordu. Zirve sonrası “Komuta NATO’da olmalıdır” diyor! Bakalım, Başbakan durumu kendi muhafazakâr seçmenine nasıl anlatacak?
* Cüneyt Ülsever / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
NATO’nun kanserli hücresi
CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman’la konuştuk. CHP’nin son dönemde medyada yer buluş şekli öyle olmasa da, Arıtman belli ki daha çok milletin gündemine kafa yoruyor. Özellikle “füze kalkanı” konusunda hassas. Gül’ün attığı imzanın “İsrail’in bodyguardlığı” anlamına geldiğini vurguluyor. Ona göre daha hazini Anadolu insanını bekleyen “kanser” illeti. Savunma amaçlı dahi olsa soruyor; bir nükleer füze tespit edilip vurulduğunda nükleer serpinti nereyi zehirleyecek!