Binmeyin o uçağa
“Gazeteci takımı” diyor.
“Ayak takımı” der gibi. Hepimize küfür ediyor.İçinde sizler de varsınız.
Bir dirhemlik gazetecilik onurunuz varsa Başbakan’ın uçağına bir daha binmeyin. Çağrım budur.
İster uyun.
İster uymayın.
Ama üzerinde düşünün.
Başbakan partisinin “Kızılcahamam İstişare Kampı Toplantısı” nın kapanış konuşmasını yaparken milletvekillerine “gazeteci takımına inanmayın” diyerek; kol işçisinden yazı emekçisine tüm basın mensuplarına hakaret dolu, aşağılayan, küfür kokan ve gerçeği yansıtmayan eleştiriler yaptı.
“Gazeteci takımı”
diyor.
“Ayak takımı” der gibi.
Hepimize küfür ediyor.
İçinde sizler de varsınız.
Başbakan uçağına binen gazetelerin önde gelen yazarı, yayın müdürü arkadaşlar; siz “gazeteci takımı” diye aşağılanacak, horlanacak, küfür edilecek, yalan yazan, halkın inanmadığı, 70 milyonluk nüfusa rağmen çok az gazete satabilen, Başbakan’ın deyişi ile “su kaçağına sebep olan!” kişiler iseniz, sizi uçağına niçin alıyor?
Sizi kullanıyor.
Hem horluyor.
Hem aşağılıyor.
Hem uçağına bindirip halka; “bu gazeteci takımına ben söylerim, onlar benim dediklerimi yazar, onlar haysiyetsiz bir hiçtirler ben ise çok önemli bir adamım” propagandası yapıyor.
Bizim Başbakan yalan üstünde yakalandı. Türkiye’de her gün satılan toplam gazetenin (bayi tabanlı 39 ulusal gazete) 3 milyon sattığını söyleyerek; “70 milyonluk Türkiye’de 3 milyon gazete satılıyorsa burada yanlış var demektir. Bir gazetenin 15-20 milyon satması lazım” dedi.
Bunlar yalan sözler:
* * *
Türkiye genelinde bayiye çıkan 39 gazete; 2005’te günde 5 milyon 44 bin, 2006 yılında 5 milyon 167 bin gazete sattı. 2007’de de bu satış miktarını koruyor. Türkiye genelinde 1174 yerel gazete var, bu yerel gazetelerle dergileri de koyarsak günlük gazete satışı 6 milyonu buluyor.
Başbakan, 3 milyon diyor.
3 milyonluk yalan söylüyor.
Başbakan’ın dünyadan haberi yok: ABD, İngiltere, Fransa, Kanada, Japonya dahil bütün dünyada yazılı basın satışında (gazete ve dergi) düşme var. Çünkü insanlık önce “sözlü kültürden yazılı kültüre” geçti. TV, radyo, internet, mobil telefon, uydu yayını gibi bugünün dünyasında çok sayıda “iletişim mecrası” ortaya çıkması nedeniyle de insanoğlu “yazılı kültürden ikinci sözel kültüre” geçiyor. Bu insanoğlu arasında Türkler de var ve bütün dünyada yazılı basın gerilerken Türkiye’de yine az da olsa artış var. (Başbakan’a bu konuyu çok net yazan çağdaş düşünür Walter. J. Ong’un “Sözlü ve Yazılı Kültür” adlı kitabını okumasını öneririm.)
* * *
Başbakan gerçeği söylemiyor.
Çünkü Türkiye’de halk hiçbir zaman “1000 kişiye düşen gazete adedi bakımından” Japonya, İngiltere, Fransa, ABD, Almanya, İsveç seviyesinde olmadı.
Çağrımı yeniliyorum.
Başbakan uçağına binen gazeteciler, bir dirhem (çok az) gazetecilik onurunuz varsa o uçağa bir daha binmeyin. Bir tepkiniz olsun!
* Necati Doğru / Vatan
Niye şikayet ediyor ki?
Daha önce de birkaç kez yazdığımı hatırlarsınız. Şu anda dünyanın hiçbir ülkesinde bir Başbakan medya tarafından bizim ülkemizdeki kadar destek görmüyor. En baskıcı olduğunu sandığımız ülkelerin medyasında bile ciddi muhalefet var.
Türkiye’de ” ciddi “ muhalefet çok az.
Ama Başbakan’ın buna bile tahammülü yok. Çok sayıda televizyon kanalı ve gazete fiilen iktidarın emrinde.
Ortakları iktidarla ” beraber yürüdü “ bu yolları. Onun dışında kalanlar ise ağır baskılar altında.
Buna karşın Başbakan hâlâ medyadan şikayet ediyor, yalan yazdığını ve halkın bunlara inanmadığını söylüyor. İyi de kim yalan yazıyor, halk kimi
okumuyor, izlemiyor?
Kanal 7, Samanyolu, Kanal 24, TGRT, ATV hükümetin yanı organı gibi. Yeni Şafak, Zaman, Vakit, Star, Türkiye, Bugün ve Sabah da aynen böyle. Erdoğan’a göre ” Yalan yazan “ yayın organlarının içine bunlar da giriyor. Tirajı 3 milyon olan gazetelerin içinde bunlar da var. Başbakan medyadan daha ne istiyor ki? Anlamak mümkün değil.
* Can Ataklı / Vatan
Kur’an-ı Kerim doğruyu söyler
Bu ülke Müslümandır, buradaki halkın ezici çoğunluğu Müslümandır. Böyle bir ülkede cami kapısına böyle bir ayet yazılmasından daha tabiî bir şey olamaz.
Ayette, Müslümanlara, Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz deniliyor. Bu, Allah’ın emridir. Müslüman bunu tartışmaz. Azınlıkta olan gayr-i Müslimlerin de tartışmaması gerekir. Niçin?.. İslâm tarihi, başlangıcından bugüne kadar çok acı tecrübelerle doludur. Peygamberimiz, Medine’ye hicret ettikten sonra, Yahudilerin onu, inansalar veya inanmasalar, desteklemeleri gerekirdi. Çünkü o, putperest, müşrik (putlara inanan ve tapan) halkı tek Allah’a ibadet etmeye çağırıyordu. Yahudiler de monoteist (tek tanrıcı) olduklarına göre onu desteklemeleri çok tabiî olmaz mıydı? Lakin desteklememişler, tam aksine Mekke müşrikleriyle işbirliği yapmışlardır.
Hıristiyanlara gelince: Onların birbirlerine faydası yoktur. Nerede kaldı ki, Müslümanlara olsun. 1205’te 4’üncü Haçlı Seferinde Hıristiyan ordusu Hıristiyan İstanbul’u aldı ve Ortodoks din kardeşlerinin canına okudu. Kadın ve kızlara tecavüz ettiler. Halkı katlettiler.
Tarihi bırakalım, günümüze bakalım; İşte Irak’ta yaptıkları: Bir milyon Müslüman öldürdüler, dört milyon Müslümanı yerlerinden yurtlarından kaçırdılar. Çılgınlar gibi yaktılar yıktılar, tahrip ettiler. Müzeleri soydular. Hapishanelerde yüz kızartıcı işkenceler yaptılar. Kur’an-ı Kerim’i yırtıp yerlere attılar, parçalarını tuvalete süpürdüler. Kadınlara ve erkeklere tecavüz ettiler... Haçlıların, Hıristiyanların ayak bastığı yerde ot bitmiyor... Yaptıkları yetmiyormuş gibi, 3’üncü dünya savaşını fitilliyorlar. Dünyayı batıracak, insanlığı yok edecekler.
Kur’an-ı Kerim’in “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin” ayetindeki uyarı başlangıçta, tarih boyunca ve bugün de son derece haklı ve geçerli bir uyarıdır.
Kur’an doğruyu söyler. Kur’an’a uyan doğru yolda olur. Cami kapısına bu ayetin yazılması, Malatya’daki müessif cinayetin mahkeme gününe denk gelmiş... Gelebilir, Malatya cinayeti davasına bakacaklarına, Irak’ta Haçlıların ve Siyonistlerin tavuk gibi Müslüman boğazlaması vahşetine baksınlar.
* M.Şevket Eygi / Milli Gazete
Mısır deyip geçme
CUMHURBAŞKANI’nın TED Koleji’nde okuyan 16 yaşındaki oğlu, internette kurduğu “Adresime gelsin” pazarlama şirketinden sonra, kutuda mısır işinde de gözüktü.
Ortaklarıyla Daily Fresh marka haşlanmış taze mısırın satışını yapıyorlar. Ankara’da Armada, Cepa gibi büyük mağazaların girişinde gördüğünüz kutu içinde taze mis mısırlar odur işte. Onlar asla sıradan mısırlar değildir. Ben o mısırları gördüğümde, her zaman saygı ile eğilirim.
Daha yaklaşırken ceketimi iliklerim. Tam mısırcının önüne geldiğimde, iki elimi yanlara yapıştırır, arkadan birisi bana bir şey verecekmiş gibi avuçlarımı arkaya doğru açar, üst tarafım mısırdan yana hafif eğilirken, kalçalarım dışa doğru, saygıyla bükülürüm.
Ve tam taze mısırın önünde “hürmet pozisyonu” aldığımdan iyice emin olduktan sonra mırıldanırım:
“Saygılarrrr...”
Eş-dost “O cumhurbaşkanı değil ki, mısır...” deseler de içtenlikle yanıtlarım: “Olsun... Cumhurbaşkanını temsil etmesi bakımından...”
Mısırlar Malezya’dan geliyor.
Büyük mağazalar girişlerinde hemen yer verdiler, kutu içinde alıp taze taze yiyorsunuz siyasi kimliği olan mısırları.
Ben sofrada dahi mısır görsem ayağa fırlarım. Muhterem karım “Otur, ev sahibine ayıp oluyor” dese de, hürmeten elimi göbeğime bastırır, öne eğilir, mısırın “Rahatsız olmayın, oturun lütfen” demesini beklerim.
Öyle otururum sofraya.
Arada bir karımın “Durup durup mısır tabağına selam verme” tekmelerini yiye yiye...
Böyle bir memlekettir burası.
Allah bilir ya sizin üniversite bitirmiş 30’una yaklaşmış çocuğunuz daha iş bulamamıştır. O çocuklar geceleri sizden gizli gizli ağlarlar.
Ben bilirim, evdekilerin “iş bulamadı” bakışları altında, sofralarda yutulamayan lokmaları... Maliye Bakanı’nın çocukları likit yumurtadan, Başbakan’ın oğlu gemicikten, Cumhurbaşkanı’nın oğlu kutuda mis mısırdan başlıyorlar da...
Ya sizin çocuklarınız?..
Böyledir gülüm...
Böyledir bu memleket...
* Bekir Coşkun / Hürriyet