Bayburtlu Zihni'nin Of'u ve gülmezliği
Nazım Hikmet'in o dizelerini bilirsiniz:
"Topraktan öğrenip
kitapsız bilendir.
Hoca Nasreddin gibi ağlayan
Bayburtlu Zihni gibi gülendir."
Gerçekten de Zihni'nin gülmezliği Bayburt'ta nam salmıştır, hatta çok nüktedan ya da komik kimseler için "O, Zihni'yi bile güldürür" denmiştir. Nazım Hikmet'in o günün iletişim ve araştırma zorluklarına karşın bu ayrıntıyı yakalayabilmesi ilginç ve önemlidir ve Anadolu'ya, Türk kültürüne olan bağlılığını göstermektedir.
Neden gülmez bir adamdır Bayburtlu Zihni? Çünkü haksızlığa tahammülü yoktur, sözü cebindedir, dilini tutamaz, yergileri çok serttir. Ve çok çileler çekmiştir bu yüzden. Örnekleyelim bu dediklerimizi: Çeşitli ilçelerde mal müdürlüğü yapmış, birlikte çalıştığı Defterdarlarla geçinememiş, bu yüzden başına çok işler gelmiştir. Trabzon'un Of İlçesi'nde Mal Müdürü iken, Trabzon defterdarı Tahsin Efendiyi yolsuzlukları sebebiyle yerden yere vurmuştur:
"Bir karıştır bacağın, bir buçuk endâze boyun/Fitne sandukası, şer mahzeni, şeytan Tahsin"
Tahsin Efendi gider, Çuhadarzade Câzim Efendi gelir ama o da hırsızın tekidir, Zihni ona da veryansın eder:
"Sen ey hain-i bidin ü Mürvet Câzim/Sen ey münkir-i bimezhebü millet Câzim
Vay ol valiye ki, sen gibi defterdara/ Ede mühimmat ile himmet Câzim"
55 beyitlik bu yergisinde Zihni, Câzim Efendi'ye ".bne" bile demektedir. Ve dahası da var, bu yolsuzluklara aldırış etmeyen Trabzon valisi Vâsıf Paşa da almıştır nasibini:
"Seni ey hame-i hicviyeme şâyân Vâsıf/Seni ey kâfire dost müslime düşman Vâsıf
Hilede tilki, hıyanette sıçan, salyada kelp/Düz taban, şom kadem, Hırs-ı Horasani Vâsıf"
İşin içine Vâsıf Paşa'yı sokması, görevinden alınmasına sebep olmuştur. Yıl 1846'dır. Hâlini arz etmek için düşer İstanbul yollarına. Of'tan azlolunmuştur of çekmektedir. Of redifli bu şiir düşer kalemine:
"Of, Of'tan azlolup kaldım kuru feryâde of!/On bir aylık gitti mahsûl-i maaşım bade of!
Ben of oldum, of ben ve ben of'a alüfteyim/Âşık olmuştur bana of, ben of'a üftâde of
Of'tan bir of dahi eyler tevellüd âhlar/Ser çeküp âfâka eyler âlem-i bâlâda of
Sal kırk oldu der-i vâlây-yı destûrânda/Etmedim terf-i rütbe şöyle kaldım sâde of
Penc ü deh sâl oldu gerçi hâceyim ya hâmise/Rabia mümkindi ancak olmasa arada of
Böyle of çekmeğe hep âzâyı tahrik eylesem/Ola ki bir iş göreydi meclis-i vâlâda of
Mısra-ı berceste oldu târih Zihnî'yâ/Of of'tan azlolup kaldım kuru feryâde of"
İstanbul'a varmıştır umutla... Halini arz edecek, bir "of" deyip açılacak aklı sıra, haklılığı anlaşılacak, Of'a mal müdürü edecekler yeniden onu.
Ancak hiç öyle olmuyor... Kalem efendileri bakarlar sarığına, bakarlar kılığına, "molla" der dururlar alay ve kahkahalarla.
Nereli olduğunu sorar saraya yakın bir ailenin pek şımarık çocuğu. Erzurum'a bağlıdır o zaman Bayburt. "Erzurumluyum" deyince Şair, der ki:
"Yahu sizin Erzurum'da çok tezek yerlermiş öyle mi?"
Zihni de ona sorar:
"Sen bunu nereden biliyorsun?"
"Bizim kayınbirader valilik yaptı da iki yıl orada, o anlatırdı."
Cebinden kâğıt kalem çıkarıp bir şeyler karalar Zihni. Sırıtarak sorar yine o seçkin şımarık:
"Ne yazıyorsun Molla?"
"Yazı değil, hesap hesap... Sizin kayınbirader iki yıl süresince ne kadar tezek yemiş, onu hesaplıyorum!"