Başbakan’ın hedefleri güven vermedi
Başbakan’ın açıkladığı, onuncu kalkınma programı hedefleri ve eylem planı, geçmişe ve geleceğe yanlış açılardan bakıyor. Başbakan açıklamasına, ekonominin geçmişini kötüleyerek, Gezi olaylarına atıf yaparak ve AKP’yi överek başladı. Bir teknik sunumun bu şekilde ucuz propaganda aracı olarak kullanılması, yatırımcının kafasını karıştırır, ekonomi yönetimine olan güveni sarsar. Bu sorun bir anlamda ekonomi yönetimi için bir zafiyet olarak algılanır. Zira yapacaklarına güvenen ekonomi yönetimi, bu yapacaklarına odaklanır. Eğer bir hükümet programı olsaydı, Başbakan’ın geçmişi kullanmasına daha az tepki olabilirdi.
Ekonomide risklerin arttığı bir dönem yaşıyoruz. Orta Doğu’da yaşananlar ve içeride siyasetin gerilmesi, ekonomide riskleri artırmıştır. Yabancı sermaye girişindeki azalma ve tıkanma, cari açık ve dış borçlar açısından önemli bir sorundur. Reel sektör ve tüketici güveninin düşmesi de beklentileri olumsuz etkilemektedir. Bu şartlarda Başbakan’ın daha teknik ve güven veren bir açıklama yapması beklenirdi. Geçmişi kavga haline getirmek, daha fazla güven bunalımı yaratır.
Başbakan, AKP iktidarındaki döneme ait birçok bilgiyi de çarpıtarak verdi... Söz gelimi; AKP iktidarında yapılan yabancı yatırımın 145 milyar dolar olduğunu söyledi. Burada iki yanlış var... Bir: Yabancı sermayenin banka veya işleyen kârlı bir kuruluşu alması yeni yatırım değil. Mevcut yatırımın el değiştirmesidir. İki: AKP iktidarında yapılan 145 milyar dolarlık yabancı sermaye yatırımına karşı, aynı dönemde Türkiye’nin dış borçları bu yatırımın iki katı kadar, 270 milyar dolar arttı.
Başbakan, insana dayanan, eğitime dayanan bir ekonomi istiyor. Eğitimde fırsat eşitliğinin olmadığı, insan gücü planlamasının, yüksek öğrenimde iş gücü planlamasının olmadığı bir ekonomide, beşeri yatırımın etkin kullanılması mümkün değildir.
Yetiştirdiğimiz vasıflı üniversite mezunlarını beyin göçü ile başka ülkelere kaptırıyoruz. Bunlar için üniversite-sanayi iş birliğinin geliştirilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Ancak uygulamanın olması için bu sorunu, Maliye’nin döner sermayesinden ve rektörlerin ideolojik pençesinden kurtarmak gerekir. Bu nedenle üniversite-sanayi iş birliğini düzenleyen bir yasa çıkarılmalıdır.
Açıklamalarda yapısal dönüşüm sağlanması için, ithalata olan bağımlılığın azaltılması gerektiği ifade ediliyor. Bu nedenle teşvik verileceği de ifade ediliyor. Ancak bu teşvikler çok dağınık verilmektedir. Burada özellikle ithal ara malı ve ham madde yerine iç üretimin teşvikinin önemi vurgulanmalıydı. Kaldı ki teşvikler, ancak rekabet gücümüzü artıracak bir kur politikası ile birlikte etkili olur.
Cari açığa gelince; aslında Hükümet de cari açığı düşüreceğine inanmıyor, çünkü 2018’de dış ticaret açığının GSYH’ya oranı yüzde 9,9 seviyesine çekileceği ve cari açığın da yine GSYH’nın yüzde 5.2’sine çekileceği planlanıyor. Bu seviyelerdeki dış ticaret açığını ve cari açığı dünyada yabancı sermaye hareketleri daralırken ve 400 milyar dolar dış borç varken sürdürmek imkânsızdır. Bu hedeflerle ekonomideki güven sorununu çözmek de mümkün değildir.
Sağlık turizminin geliştirilmesi, elbette cari açığın düşürülmesine yardımcı olacaktır. Ne var ki mevcut turizm yatırımları hiç mutlu değil... Her sene farklı bir mevzuata uyum sağlamada bu sektör zorluk çekiyor. Bugünkü bürokratik yapı, Başbakan’ın bürokrasiyi azaltma niyetine de engel olacaktır. Önce, yılda 25 milyar dolar sağlayan turizm yatırımları üstünde Demokles’in kılıcı gibi duran bürokrasiyi kaldırmak gerekir. Sonra sağlık turizmine eğilmek gerekir.