Bankalar nereye

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, geçen hafta yayınladığı Türk bankacılık sektörüne yönelik raporunda, minimum ana sermaye/risk ağırlıklı varlıkların oranı olan yüzde 10’u korumada başarısız dört bankaya dikkat çekti.
Bu bankalara yabancı sahiplerinden destek gerektiğini açıkladı. İşte bu dört bankadan birinin genel müdürü bir gazeteye yaptığı açıklamada 2014 yılında yüzde 20-25 oranında, yani sektörün bir iki puan üzerinde büyümeyi hedeflediğini öne sürdü. Kendince bir çok olumlu beklentiyi leblebi gibi sıraladı.
Lüks plazanın en üst katında oturup, bol keseden “şöyle böyle olacak” diyebilir ama o yabancı patronlarına bu rasyoyu nasıl anlatacak doğrusu merak ediyorum. Bugüne kadar milyon dolarları havadan cebe başarı primi olarak atan bu genel müdürler, düşen kârlar ve rasyoları eminim patronlarına çok kolay anlatamayacaklar.
Bu durumda olan sadece bu banka değil aynı zamanda dört banka daha var. Hepsi yabancı sermayeli. Hepsinin ortak özelliği; sahipleri Avrupa’da zarar yazarken kendilerinin kârlarını geçmiş yıllarda katlayarak artırmaları.
Ancak o yıllar artık geride kaldı. Bankalar için yeni ve zor bir dönem başladı. Geçmişteki gibi öyle kârlı dönem belki bir daha zor gelir.
Türk bankacılık hisseleri endeksi Aralık ayından bu yana değerinin beşte birini kaybetti. Ülkenin en büyük bankalarından bazıları dördüncü çeyrek kazançlarında çift haneli düşüş açıkladı. Kredi derecelendirme şirketleri, sert ekonomik inişe atıfta bulunarak Türk bankalarının görünümünü düşürdü. Standard&Poor’s yayınladığı bir raporda, “Türkiye’nin kötüleşen siyasi ve ekonomik ortamı bankalar için sektör risklerini artırıyor” ifadelerine yer verdi.

Siyasi değil

Bankacılık sektöründe kimsenin dile getirmediği bu sessiz kriz her ne kadar siyasi istikrarsızlıktan gösterilse de olayın arkasında başarısız bir ekonomi yönetimi ve en önemlisi Amerika’nın QE sebebiyle neredeyse bedavaya dağıttığı paranın artık kesilmesi var. Bankaları bu noktada zora sokan, faizlerin ve kurun yükselişi oldu. Bir başka sorun ise aslında son 5 yılın politikasının yarattığı sonuçtu. O da bankaların Türkiye’yi krediye boğması oldu. Neredeyse her üç kişiden 2’si dolaylı olarak bankalara borçlandı. Kimisi konut, kimisi otomobil kimisi ise ihtiyaç adı altında bankalardan kredi aldı. Bu da bankaların kârının dünya ortalamalarının kat kat üstüne çıkmasına neden oldu.
Şimdi sorun bu kredilerin geri dönmemesi. Nitekim, bankaların takipteki alacakları son 10 yılın zirvesinde. 2013 yılı itibariyle 30 milyar lira sınırına yaklaştı. Yine kredi derecelendirme kuruluşları bankaların fonlama sıkıntısına dikkat çekiyor.
Bankaların bundan sonra yapabileceği pek bir şey yok. Çünkü 75 milyonluk bir ülkenin neredeyse tamamına yakını borçlu. Halka satabilecekleri fazla bir şey kalmadı. Bugüne kadar hiç bir şey yapmadan, plazalarda oturup ahkam keserek kendini başarılı gösteren banka yöneticilerinin tabiri caizse takkeleri düştü. Şimdi kimin kel olduğunu daha net göreceğiz. Banka yöneticilerinin gerçek başarılarını, 2014 ve 2015 yıllarındaki bilançolar gösterecektir.
Bankaların bu sıkıntısı önümüzdeki günlerde banka çalışanlarına da yansıyacaktır. Zira bankacılık sektörünün 2014 yılında küçülmesi kaçınılmaz olacaktır. Bankacılık sektörünün yüzde 10 bile küçülmesi her 100 bankacıdan en az onunun işsiz kalması anlamına gelecektir.
Oturduğu yerden ahkam kesen bazı bankacılar hâlâ 2014 yılından umutlu. Hatta yüzde 20-25 bile büyümeyi hedefliyor. Buna gerekçe olarak da 30 Mart yerel seçimlerinden sonra istikrar geleceği ve faizlerin düşeceği beklentisini gösteriyor. Oysa seçim sonuçları Türkiye’yi içinde bulunduğu krizden çıkartamaz. Türkiye’nin şu an için sorunu siyasi değil ekonomik. Bu da öyle üç beş ayda çözülecek bir sorun değil.

Yazarın Diğer Yazıları