Bankacı gelin istemiyorlar
Yabancılar tarafından adeta talan edilen bankacılık sektörünün geldiği noktayı, dahası bir dönemin en itibarlı meslekleri arasında yer alan sektörün, kâr hırsı yüzünden nasıl itibarsızlaştırıldığını en iyi anlatan bir okuyucu elektronik postasını sizinle paylaşmak istedim.
“27 yaşında bankacı bir genç kızım. Üniversite bitirip büyük hayallerle girdiğim banka benim adeta mutsuzluğum, kâbusum oldu. 5 yıldır sevdiğim insan ile artık evlenip yuva sahibi olmak istedik. Ancak eşimin ailesi bankacıyım diye beni istemediler. Gerekçeleri eve geliş-gidiş saatleri belli olmazmış, sokaklarda seyyar tencere-tava satıcıları gibi kredi kartı satıyormuşuz. Sokaklarda Cumartesi, Pazar bile satış yapan birini gelin olarak istemiyorlarmış.
Bankacılık benim bütün hayallerimi, umutlarımı elimden aldı. Bizi bu hale getirenler utansın.”
Yazımın girişi Güzin Abla gibi oldu ama burada sosyal bir facia var.
Bu bir sektörde çalışanların nasıl para uğruna itibarsızlaştırıldığını en iyi anlatan örnek.
Bu Türkiye’nin nasıl Avrupa’nın Çin’i yapıldığının en güzel örneği.
Bir dönem en itibarlı meslek, bugün yabancının bitmez tükenmez kâr iştahı nedeniyle itibarsız bir iş haline gelmiştir.
Mesai saati belli olmayan, iş güvencesi yok, hedef baskılarıyla psikolojisi bozulmuş insanların bulunduğu garip bir sektör.
Padişahım çok yaşa
Bankacılık sektörü neden böyle oldu? Bunu yine bir sektör çalışanının mektubu ile anlatmaya çalışacağım. Mektubu yazan okuyucum 20 yıllık bankacı.
“Sektörde bugün tam bir padişahlık yönetimi var. Padişah, genel müdür. Onun da tek görevi var, bankanın sahibine daha çok kâr ettirip hem koltuğunu korumak hem de milyon dolarlık kâr payını cebe indirmek.
Genel müdürün altında müdür yardımcıları, onların altında bölge müdürleri var.
Onların görevi ise sadece “padişahım çok yaşa” demek.
Bunu diyebilmeleri için şubelerde çalışan kulları ölümüne çalıştırıp daha çok para kazandırmak. Padişah yeni bir ürün keşfeder bilmem ne kartı veya şu mesleğe kredi. Yardımcılarına anlatır, kimse çıkıp da bu saçma sapan bir şey, insanlar bunu nasıl satar diyemez. Çünkü dediği zaman o koltukta oturamaz. Alttakinin canı çıksın misali, bunu hedef olarak bölge müdürüne verirler. Bölge müdürleri de bu hedefi şube müdürlerine. Doğal olarak şube müdürü de bu ürünü satıp, koltuğunu korumak için şube çalışanlarına hedef olarak dağıtır. Biz buna kampanya diyoruz. Kampanya bitmeden bize her şey zehir oluyor. Dünyamız kararıyor. Üzerimizdeki baskı o kadar fazla ki ruh sağlığımız bozuluyor. Sonuçta sokak sokak, kapı kapı dolaşıp ürünü satarak hedefimizi tutturuyoruz. Yüzlerce kapıdan kovulmamız, dilenci gibi azarlanmamız bizi öylesine yıpratıyor ki! Yapacak bir şey yok. İşsiz kalmamak için her şeyimizden taviz veriyoruz.”
Avrupa’da olsa?
Bugün Türkiye’de faaliyet gösteren bankaların büyük bir bölümü yabancı sermaye. Bunların da yine büyük bir bölümü Avrupa kökenli. Bu bankaların Avrupa’da bulunan şubelerinde hiç bir zaman yaptıramayacakları şeyleri maalesef Türkiye’de yaptırıyorlar. Mesai saatini çalma, işten atılma baskısı yapma ve daha bir çok şey. Bunu Avrupa’da yapan bir genel müdür ve banka yönetimi Avrupa yasalarına göre büyük tazminat cezaları ödemek zorunda kalır.
İşte bu nedenle bu sermaye Türkiye’yi maalesef tıpkı Çin gibi görüyor. Az paraya çok iş yaptırıp çok kazanmak.
Geçen hafta yabancı kökenli bir bankanın Türk genel müdürü gazetecilere beyanat vermiş:
“Geçen yılki kârlılığımızı bu yıl inşallah geçeceğiz.”
Ne diyelim. Aferin sana!