Ayarsız kantar…

Mehmet Murat Dalkuş, -bir taşla iki kuş- Cumhuriyet'in kurucu felsefesini de itibarsızlaştırabilmek için "Ergenekon" diye yaftalanan "FETÖ" kumpasının savcıları arasındaydı.

HSK kararıyla meslekten atıldı.

15 Temmuz 2016 gecesi girişilen o alçaklıktan sonra gözaltına alındı. İfadesi alındıktan sonra "Sağlık sorunları olduğu" gerekçesiyle bırakıldı.

Savcının itirazı üzerine yeniden ifadeye çağırıldı, gitmedi, hakkında yakalama kararı çıkarıldı.

Bakın burası çok önemli:

Kendi ifadesiyle, "Bu kararın hukuki olmadığını düşündüğü için" savcının çağrısına uymadı. Teslim olmadı.

Yargıtay 8. Ceza Dairesi, hakkında "suç uydurmak'', ''görevi kötüye kullanmak', " kişiyi hürriyetinden yoksun bırakmak'' ve ''silahlı terör örgütüne üye olmak'' suçlarından kırmızı bülten çıkardı.

2019'da, "Bir köylüsünün ihbarı üzerine" yapılan Jandarma operasyonuyla, İstanbul Esenyurt'ta yakalandı.

Tutuklandı.

Yargılandığı mahkemede, hakim önüne çıkarıldığında "Sağlık sorunlarım var ve hala tedavim ediyor. İnsan sağlığı her şeyin önündedir" diyerek tahliyesini talep etti.

Bakın burası da çok önemli:

Mahkeme heyeti "Bugüne kadar kaçmış olduğu" için ve "adli kontrol tedbirlerinin yetersiz kalacağı" gerekçesiyle reddetti tahliye talebini.

***

Murat Ağırel, gazeteciydi.

İdealizmin nirvanada yaşandığı ilk gençlik yıllarında Cumhuriyet mitinglerine katıldı.

"Ne olacak bu memleketin hali" kaygısıyla internette, meydanlarda, eş-dost ortamında fark etmeksizin "Bir şey yapmalı" tartışmalarına katıldı.

Tuncay Özkan'ın kurduğu "Biz Kaç Kişiyiz" platformunda yer aldı.

Memleket Sevdalıları Derneği Genel Başkanlığını yaptı.

"Ergenekon" kumpasına uğradı.

Yıllarca yargılandı.

İfadeye çağrıldığında gitti verdi. Davaya dahil edildiğinde duruşmalara katıldı.

Kaçmadı.

Devran döndü, kumpas çöktü.

Murat, yolsuzlukları yazmaya başladı, hırsızları yazdı, arsızları, üstü FETÖ'yle mücadele perdesiyle örtülen ihyaları; ki ihya edilenler FETÖ'ye hiç de uzak kişiler, kurumlar sayılmazdı.

Yine ifadeye çağırıldı, gitti; yine kaçmadı.

İfadesini verdi, adli denetim şartıyla serbest bırakıldı, kitap fuarına binlerce insanın arasına karıştı; yeri yurdu, nerede olduğu, ne yaptığı ortadaydı.

Buna rağmen, "bulanamadığı" gerekçesiyle eski kayınvalidesinin evi bile basıldı; hakkında "yakalama" kararı çıkarılmıştı.

Bir kere daha kaçmadı, kendisi teslim oldu.

Ve fakat…

Adliyede saatler süren bir psikolojik savaş sonunda "kaçma şüphesiyle" tutuklandı.

***

Keza bir başka "FETÖ" mağduru Barış Pehlivan

Savcılığın daveti üzerine -kaçmadan- gittiği Çağlayan Adliyesi'nde tutuklandı.

Barış Terkoğlu

Bir yere kaçmadığı halde sanki bir firari yakalanıyormuşçasına, sabaha karşı yapılan operasyonla "evinde" gözaltına alınıp, tutuklandı.

***

Güler misiniz, ağlar mısınız şimdi?

Yargı kararlarını "şahsen hukuki bulmadığı" için uymayan, yasaya değil kendi kanaatine göre hareket eden, kaçak halde yakalanan, daha önce kaçtığı için tutuklu yargılanan üstelik de "FETÖ" denilen yani bir "terör örgütü" olduğu ileri sürülen yapıyla ilişkilendirilen "Ergenekon savcısı", infaz indirimi düzenlemesi ve "Korona tedbirleri" çerçevesinde, kaçma-delil karartma şüphesi yok diye tahliye edilirken… (Savcının itirazı üzerine üst mahkeme yeniden tutuklama kararı verdi ama tahliye edilebildi nihayetinde; hukuken o düzenlemenin kapsamına sokulabildi yani…)

Onun da savcısı olduğu kumpasların mağduru olmuş, yıllarca, hem de şahsi görüşü olarak değil az buçuk hukuk bilen, vicdan sahibi, adil her insanın/hukukçunun ortak kanaati olarak hukuksuz yargılandıkları süre boyunca kaçmamış, cezaevine atıldıkları halde çıktıktan sonra yine kaçmamış, bütün bu tecrübelerden sonra bu adaletsiz düzenin ömürlerinden neleri çalabileceğini gayet iyi bildikleri halde yeni soruşturmalara uğradıklarında yine ve yine kaçmamış Murat ve Barış'lar kaçma şüpheleri var diye hem tutuklanıyorlar, hem de uğradıkları kumpasların savcılarının dahi yararlanabildiği infaz düzenlemesinden yararlanamıyorlar!

Bu kadar zulme rağmen, iktidar yandaşlarında bile tükenen umudu hâlâ koruyabildikleri için bu ülkeye dair "biyonik" oldukları sanılıyorsa zahir; "Korona tedbirleri" gereği de salınmıyorlar!

***

Anlamak mümkün değil;

Ayarı bir kere bozulan kantarın günü geldiğinde kimleri, ne şekilde tarttığı tekraren yaşanmışken, kim, hangi akla hizmet alır ki bu adaletsizliğin faili olma riskini!

İnanmıyorlar mı Korkmuyorlar mı

Sağlık Bakanı'nı dinledim ve evimde kalıp, Mustafa Kutlu okudum.

Diyor ki, "Elbette bütün bunların bir sebebi vardır. O sebep malumdur. İnsanlığa insan olmayı öğreten "ahlâk"tan uzaklaşmak. Ahlâkın bir tek kaynağı vardır: İlâhî emir ve yasaklar. Öte dünya inancı, hesap günü…

Hesap gününü hesaba katmayan bir "adalet" olur mu?.."

Adam bir yerde haklı;

Egemenler, "hesap günü"nü zerre hesaba katıyor olsalardı, herhalde bu kadar rahat yiyemezlerdi maddi-manevi kul hakkını!

"Hesap günü"nü hesaba katmadıkları ortada olduğuna göre, inanmıyorlar mı yoksa korkmuyorlar mı acaba?

dfs-004-001-011.jpg

Yazarın Diğer Yazıları