Avrupa Konseyi’nin “İmralı süreci” ve teröristbaşının
Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın mektubunun Diyarbakır’da okunduğu gün Avrupa Konseyi Denetim Komisyonu’nda “Türkiye denetim” raporu görüşülüyordu. Daha önce akbabalar gibi her fırsatta Türkiye’ye saldıran ve “demokrasi” konusunda yerden yere vuran eleştiriler getiren Avrupalı parlamenterler her nedense yumuşayıvermişler. Duyduklarıma göre hepsini, AKP aşkı sarmış da tutuşturmuş.
Avrupa Konseyi Denetim Komisyonu’nun toplantıları kapalı yapılıyor. “Türkiye raporu” genel kurula Nisan ayında gelecek. Türkiye’deki demokrasi eksiklikleri, tüm uygulamalardaki sıkıntılar, çelişkilerin, rapora girmesi için muhalefet milletvekilleri çaba gösterdi. Basın özgürlüğü, tutuklu milletvekilleri, yürüyen davalardaki hukuk ihlalleri, yeni anayasa yapma iradesinin Başbakan tarafından başkanlık sistemi dayatması ile sabote edildiği, başka bir noktaya çekmeye çalıştığı hep anlatıldı. Avrupalı parlamenterler, AKP aşkından dolayı bunları görmezden gelip rapora sokmamaya çalıştılarsa da istedikleri gibi olmadı. Tartışmalar “İmralı süreci” ve Öcalan’ın Diyarbakır’dan ilan edilen mektuplu çağrısına da dayanınca; aynı Türkiye’deki gibi, terör örgütü PKK ile yapılan görüşmeleri; orada da eleştirmenin ya da sorgulamanın neredeyse iyi gözle bakılmadığı bir noktaya gelindi. Avrupalı parlamenterler, Türkiye’den gelen muhalefet temsilcilerine “Neden olumsuz bakıyorsunuz, niye sorguluyorsunuz noktasında” sorular sorup görüş belirttiler.
Dinlediklerime göre; “Aynı Taha Akyol ne konuşuyorsa orada da benzerleri var” ..
Komisyonun nihai toplantısı epey hararetli geçmiş. “Türkiye raporuna”; AKP’nin otokratik eğilimi, Başbakan’ın demokrasiden gittikçe uzaklaşması, tek adam olması, kuvvetler ayrılığı, yeni anayasa sürecindeki başkanlık dayatması, basın özgürlüğü ile ilgili, temel hak ve özgürlükler ile ilgili, yürüyen yargı süreçleri ile ilgili temel endişeler monte ettirilebilinmiş.
Öcalan ve “İmralı süreci” için de rapora yansıyacak temel görüş ise şu;
“İyi şeyler olacak”...
Mektubun gerçek içeriği
Teröristbaşı Öcalan’ın sözde barış mektubunu terör uzmanı Doç. Dr. Emruhan Yalçın, YENİÇAĞ’a analiz etti.
“* Kürt halkının bir bütün olarak; Kuzey Irak’taki, Suriye’deki, Türkiye’deki ve İran’daki Kürt halkının, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kolları altında belli bir seviyeye gelinceye kadar büyümesini gelişmesini sağlamak, ondan sonra bu Kürt halkının bağımsızlığını temin etmek konusu gerek Amerika’nın, gerekse Avrupa’nın, Sevr’den beri; hatta daha öncesi de var ama Sevr diyelim bunun başlangıcını, ilk defa resmi olarak orada ortaya çıktı, süre gelmiş istekleri. Bunu, Sevr’de o dönemin Türkiye’nin başında bulunan liderlerinin dik durması nedeniyle başaramadılar ama bugün bunu başarmanın zamanının geldiğini gördüler.
* Bize, karşılığını vermiyoruz gibi gösterilse de bu konu halkın indinde gizli tutulsa bile bunun karşılığı mutlaka olacaktır. İyi niyetli düşünelim; diyelim ki bu örgüt sınır dışına çıktı, ama sınır dışına çıktığında bu örgütün gideceği bir yer vardır, Kuzey Irak’ta kalmayacaktır. Çünkü, Kuzey Irak artık şekillenmesini, tertiplenmesini, devlet olarak yapılandırılmasını gerçekleştirdi. Tamamlanacak bir nokta daha var; o da Suriye’nin kuzeyi. Bu örgüt bütün iyi niyetli düşüncelerimize rağmen silahlarını bırakıp sınır dışına çekilmiş olsalar bile, yine Türkiye için tehdit teşkil edebilecek, tehlikeli olabilecek bir bölgeye gidecektir. O bölge de Suriye’nin kuzeyindeki bölge olacaktır. Oradaki mücadeleye katılacak, nasıl Kuzey Irak’ta bir bölgesel Kürt yönetimi oluşmuş her şeyiyle, bayrağı ile parası ile devleti ile Meclisi ile, orada da böyle bir sistemin oluşturulmasına gayret edeceklerdir. Örgüt açısından kaybedeceği bir şey yoktur. Burada sınır dışına çekilmiş olsa bile öbür tarafta başka bir alanın sistemleştirilmesi, devletleştirilmesi yönünde çalışacaktır ki bu yine, Türkiye için bir tehdittir.
* Başka bir konu; Misak-ı Milli aldatması. Misak-ı Milli’yi herkes bugünkü sınırlar olarak kabul ediyor. ‘Biz Misak-ı Milli içerisinde Türklerle Kürtler kardeşçe yaşayabiliriz’ diyorlar. Bu da bir aldatmaca. Misak-ı Milli kavramı aslında, 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi imzalandığında, Osmanlı askerlerinin bulunduğu hatlardan geçen bir sınır çizildi. O sınır o zaman için Musul vilayeti ki; bu Musul vilayeti bugünkü Kuzey Irak’ı da içine almasıdır. Yani, birçok kişi bunu atlıyor gibi geliyor. Bu Misak-ı Milli, Kuzey Irak’ı da içine alan bir federasyona geçme şeklinde olacaktır ki; bu federasyona geçme olayı bugün Suriye’deki Kürtler, 2 yıl içerisinde Suriye’nin kuzeyini teşkilatlandıracaklar. Irak’ın kuzeyi zaten hazır. Dolayısıyla 2 parça hazır, bir parça da Türkiye’nin içerisinde bulunan bölge. 3 parça halinde Türkiye bir federasyon sistemine geçecek. Hemen başlangıçta federasyon adını koymasalar bile gizli bir federasyon olacak. Dolayısıyla Kürtler, Türkiye’nin koruması altında buna eski tabirle mandası altında bir federe yönetim kuracak. Daha sonra Kürtler belli bir şekilde büyüyüp, gelişip kendine güvenleri geldiği andan itibaren zaten meclisleri de olacak. ‘Biz Türkiye’den ayrılmak istiyoruz bağımsız bir Kürdistan kurmak istiyoruz’ söylemleri başlayacak. Türkiye yeniden bir çatışmaya, gerginliğe belki de yeniden bir iç savaşa doğru sürüklenecek. Bu gidişin sonu bunu gösteriyor bana.”