Atatürk’ün tarihi Hatay dersi!

Ebediyete göç edişinin 76. yıldönümünde, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgi, saygı, minnet ve rahmetle anmak gerekiyor.
Atatürk’ün devrimlerle dolu hayat öyküsünde, daima başarılar üstüne başarılar sıralandığı biliniyor.
Büyük liderin, “dış politika” alanındaki maharetinin de “diplomasi kuralları”nı ve gereklerini aştığı gerçeği neredeyse bütün dünya tarafından kabul ediliyor.
Gerçekten de; Atatürk, cesur ve süratli atakları, kararları ile “dış politika” alanlarında da bir “dahi” olduğunu ispatlıyor.
Sadece, Hatay’ın topraklarımıza kazandırılması tutumu bile, Atatürk’ün ne denli serinkanlı ve gerçekçi politika güttüğünü gösteriyor.
Çok yakın bir zamana kadar dostumuz Suriye ile güdülen ve iflas eden dış politikamıza karşın, Atatürk’ün Hatay sorununa bakış açısını Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya eserinden aktarmak da bize düşüyor:
“Hatay büyük ıstırabı idi. Sanki bir can sevgilisi ağyar kucağında imiş gibi, çırpınıyordu. Bu çırpınışların pek de tabii bazı taşkınlıklara varmasından kaygılananlar da olmuştu:
Acaba bir sabah uyanıp memleketi harpte mi bulacağız? diye sorarlardı.
Ama onun son bakış saniyesine kadar süren askeri ve siyasi sağduyusu, sinirlerine ruh, ateşlerine ve gönül nöbetlerine hakim olmakta devam ediyordu. Bir akşam sivil arkadaşlarından birini:
Paşam, ne diye kendiniz bu kadar üzüyorsunuz! Yarın bir tümen asker yollarsınız Hatay’ı alırsınız. Almanlar Renani’ye girdiler de sanki Fransızlar ne yaptılar? Renani için harekete geçmeyenler Suriye’nin bir sancağı için mi Türkiye ile harbe kalkışacaklar? Demesi üzerine gözleri birden durarak ve durularak:
Evet yarın sabah bir tümen asker yollasam, Hatay’ı alabilirim. Renani için harekete geçmeyen Fransızlar bile Suriye Sancağı için bizimle harbe girmezler. Bunu bilirim. Fakat ya bu sefer şeref ve namus mesele yaparlarsa? Milletler belli olur mu?
Ben bir Sancak için Türkiye’yi harp tehlikesine sokmam, diye vermişti.”
“Rahatsız” olmasına rağmen, Hatay’ın Türkiye’ye resmen bağlanması uğruna giriştiği “diplomasi” ve gösterdiği “metanet” büyük liderin, ne denli bir “Devlet adamı” olduğunu bir kez daha öne çıkarıyor.
Aslında, Atatürk’ü daha iyi anlayabilmek için, izlediği dış politikayı araştırmak, özellikle Türk Milletini bekliyor.
Zira, muhteşem bir geçmişe sahip bir İmparatorluk yıkılırken, yeni bir devletin ilk adımlarının atıldığı dönemde “dış politika” çok önem arz ediyor.
Atatürk’ün dış politikada amaçları; Tam bağımsızlık, Milli bir Devlet kurma, Batılılaşma ve mazlum milletlere örnek olmayla özetleniyor.
Büyük önderin dış politikadaki ilkeleri ise “gerçekçilik” ile başlıyor, “hukuka bağlılık”la devam ediyor ve “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ile bitiyor.
Özellikle,“Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi günümüze kadar önemini özenle koruyor.
Unutulmamalıdır ki Atatürk, gerek “Milli Mücadele Dönemi”nde, gerek sonraki yıllarda, ortaya çıkan her sorunu, ilk etapta barışçı yollarla çözmeye çalışmış, nadir liderler arasında yer alıyor.
Ancak, Atatürk’ün barışçılığının, tavizkar veya yatıştırmacı olmadığı kabul ediliyor. Zaten, Atatürk’ün gerçekçi yönü, böyle bir politika izlenmesini önlüyor.
Tunus’un ünlü Devlet Başkanlarından Habib Burgiba’nın, Atatürk ile ilgili sözleri tarihe geçmiş bulunuyor:
“Mustafa Kemal’in kişiliği, halk kitlelerinin ayaklanması ve halk mücadelelerinin ölçüsü olmuştur.
Bu mücadeleler O’nun ölümünden sonra genişlemiştir. Doğu ve Batı blokları arasındaki üçüncü dünyaya da sirayet etmiş ve onu sömürge tahakkümünden kurtarmıştır.”
Atatürk döneminde, Lozan Antlaşması sonrasında, hâkimiyetimiz kısıtlanarak bize bırakılan Boğazlar, Rusya ve İngiltere arasında başarılı bir denge siyaseti izlenmesiyle Türkiye’nin eline geçiyor.
Ne var ki, vefatının 76. yıldönümünde; bir yanda Suriye politikamız çöküyor diğer yanda Kıbrıs’ın Rumlara peşkeş çekilmenin sinsi adımları atılıyor, topraklarımız yabancı silahlı güçlere koridor oluyor.

Yazarın Diğer Yazıları