Atatürk, egemenlik ve ekonomi
Cumhuriyet demek cumhurun yani ulusun EGEMEN olduğu siyasi, ekonomik ve hukuki düzen demektir,
Cumhuriyet öncesinde kalan dönemde, Devlet-i Ali’de egemenlik hakkı Hanedan-ı Ali Osman’a aitti, imparatorluğun egemenliğindeki topraklar hanedanın mülkü, bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar ise hanedanın kulu, kölesi ya da tebaasıydı, bir vatandan yahut da vatandaşlık hakkından bahsetmek hiçbir şekilde mümkün değildi.
Cumhuriyet’in ilanı ile beraber bu topraklar vatan ve bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar da vatandaş olma hakkı kazanmış bulunmaktadır, işte Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yürütülen cumhuriyet devrimi ve bu devrimin en temel kazanımları bunlardır.
Tabiri caizse Cumhuriyet Devrimi ile başkasının çiftliğinde köle olanlar, çiftliğin sahibi, özgür ve eşit bireyler olma hakkını kazanmışlardır.
Özgürlük ve bağımsızlık ne yazık ki sadece askeri güç, hukuk ve siyaset ile temin edilememektedir. Bir ulusun özgür ve bağımsız olabilmesi için ekonomik özgürlük ve bağımsızlığına da sahip olması gerekmektedir.
Kendi ihtiyaçlarını kendi üretim gücü ile karşılayamayan herhangi bir toplumun tam bağımsızlığından ve özgürlüğünden söz etmek asla ve kat’â mümkün değildir!
Mustafa Kemal Atatürk diyor ki;
“Siyasal, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner.”
“Tarih, milletlerin yükseliş ve çöküş sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler, toplumsal olaylarda rol oynarlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya yaşamıyla, yükselişiyle, çöküşüyle ilişkili ve ilgili olan, milletin ekonomisidir. Tarihin ve deneyimin belirlediği bu gerçek, bizim millî yaşamımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirmiş bulunmaktadır. Gerçekten Türk tarihi incelenirse bütün yükseliş ve çöküş sebeplerinin bir ekonomi sorunundan başka bir şey olmadığı anlaşılır. Tarihimizi dolduran bunca başarılar, zaferler veya mağlubiyetler, yokluk ve felâketler, bunların hepsi meydana geldikleri dönemlerdeki ekonomik durumumuzla ilgili ve ilişkilidir. Yeni Türkiye’mizi lâyık olduğu düzeye eriştirebilmek için, kesinlikle ekonomimize birinci derecede önem vermek zorundayız. Çünkü zamanımız tamamen bir ekonomi döneminden başka bir şey değildir.”
“Bilirsiniz ki, ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz; toplumsal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin yönetimindeki başarı da ekonomisindeki kazançların derecesiyle orantılı olur. Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel ekonomisini düşünmüş olmasın. Memleket ve bağımsızlık savunması için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve araçlar, ekonomik yaşamın açılma ve gelişmesiyle olabilir.”
“Kapitülâsyonlar, bir devleti kesinlikle çökertir. Osmanlı Devleti ile Hindistan Türk ve İslâm İmparatorlukları bunun en büyük kanıtıdır.”
“Kendilerine "Allah’ın Gölgesi" diyen padişahlar, memleketi kendi mülkü ve bütün temel unsur olan milleti de yine Allah tarafından kayıtsız şartsız emrine boyun eğen bir kitle sanırlar. Bundan başka padişahların etrafında birtakım çıkarcılar bulunur ki, onlar da padişahın lütfuna, himayesine erişmek için bu görüş tarzını iyi imiş gibi gösterirlerdi. Bütün bu görüş ve yorumlar karşısında masum millet, gerçekten bunun doğru olduğunu, dinin gereğinden olduğunu farz ve zanneder. İşte Osmanlı padişahları, milletin bu anlayışından yararlanarak milletin hakkı olan, milletin şerefi, onuru ve bütün varlığıyla ilgili olan birçok kaynakları, hediye ve bağış olarak yabancılara vermekte tereddüt etmemişlerdir. Biliyorsunuz ki ilk kapitülâsyon Fatih zamanında, İstanbul’da oturan Cenevizlilere verilmiş, biraz sonra genişletilmiş ve başka milletleri de içine almıştır. Yine çok iyi biliyorsunuz ki, milletin içinde yaşayan Hıristiyan unsurlara ayrıcalık, aynı tarihte verilmiştir. Fakat milletin yaşamsal kaynaklarıyla o kadar ilgili olan bu ayrıcalıklar verile verile o kadar büyüdü ki millet, sırtına yüklenen bu yükün altında kıvranmaya başladı. Katlanama-maya başladı. Onları, bir hediye ve bağış olarak alanlar, sonraları bu ayrıcalıkları bir kazanılmış hak saydılar. Onunla da yetinmediler. Her fırsattan yararlanarak onları artırmak ve genişletmek yollarına gittiler. Hükümeti korkutmaya kalkıştılar. Efendiler, görkem ve gösteriş içinde zaman geçirmeye alışan bu padişahlar, saray ve ileri gelenleri, debdebeyi devam ettirmek düşüncesindeydiler. Onun için devletin gerçek kaynaklarını kuruttuktan sonra gereksindikleri parayı dışarıdan sağlamaya kalkıştılar. Bunun için de birçok borçlanmalar yaptılar. Milletin bütün kaynaklarını vermek ve onur ve şerefini feda etmek suretiyle o borçlanmaları yaptılar. Bir gün, o paraların faizlerini ödeyemeyecek hale geldiler. Devlet, cihan gözünde iflâs etmiş sayıldı.”
Bunlar Mustafa Kemal Atatürk’ün ekonomiye verdiği özel önemi gösteren söz ve görüşleridir.
Bakın bu ay Cumhuriyetimizin 100 yaşını kutlayacağız velakin Atatürk’ün geçmişi ve bu günü aydınlatan yukarıdaki görüşleri geçmişteki sorunların yeniden baş gösterdiği bugüne de ışık tutmaktadır.
Günümüzde 100 yıl önceki ekonomik sorunlarımız gene hortlamış bulunmaktadır ve eğer ekonomik bağımsızlığımızı sağlayamazsak siyasi ve askeri bağımsızlığımızı da koruyamayacağımızın farkında olmamız gerekmektedir.