Atatürk, Cumhuriyet ve ekonomi

Bir ülkenin kalkınmışlık göstergeleri, uluslararası ortak bir ölçü olan fert başına Millî gelir ile ölçülür. Kalkınma süresinde fert başına Millî gelir, belirli bir kalkınma altyapısı oluştuktan sonra daha hızlı artar. 1950'li yıllarda Yunanistan ve 1960'lı yıllarda İspanya ve Portekiz'le fert başına gelir düzeyimiz aynıydı. 1970'li yılların başında İrlanda ve Güney Kore'de fert başına gelir daha düşüktü. Bugün bütün bu ülkelerde fert başına gelir bizden 4 veya 5 kat fazladır.

Bu anlamda Türkiye'nin kalkınma sürecini ikiye ayırabiliriz. Atatürk dönemi, Atatürk'ten sonraki dönem... Atatürk döneminde oluşturulan ekonomik, siyasi ve sosyal altyapı, Atatürk'ten sonra devam etmedi.

Cumhuriyetten sonra Atatürk'ün ekonomide yaptığı devrimler, en az siyaset ve sosyal alanda yapılanlar kadar önemlidir. Kurtuluş savaşı yalnızca siyasi anlamda değil, ekonomik anlamda da kurtuluştur. Çünkü Cumhuriyetin kuruluş yıllarında iktisadi kalkınmanın önünde, en az savaş kadar önemli engeller bulunmaktaydı.

1. İktisadi kalkınma için fiziki altyapı yoktu. Mevcut olanlar da savaşta tahrip olmuştu.

2. Kapitülasyonlar vardı. Duyunu Umumiye vardı. Duyunu Umumiye dışında da Osmanlı borçları vardı.

3. Fiziki ve beşeri sermaye yoktu. Vergi gelirleri düşüktü. Aşar gibi ilkel vergiler vardı. Eğitim ve sağlık gibi beşeri yatırımlar yok denecek kadar azdı. Aktif nüfusun önemli bir kısmı telef olmuştu. Erkek nüfus sayısı düşüktü.

4. Piyasanın oluşması ve ticaret için gerekli olan hukuki altyapı yoktu.

Bu sorunları çözmek, iktisadi gelişmenin önünü açmak, o dönemin şartları içinde ancak ''Ekonomide devrim'' olarak tarif edilebilir.

Bu devrimin yolu, Atatürk'ün isteği ile 1923'te yapılan 'İzmir İktisat Kongresi'nde de çizildi.

Kongrede, alınan kararları iki grupta toplayabiliriz.

Birisi, ''Misak-ı İktisadi'' (İktisadi anlaşma)...

Diğeri, ''Çiftçi, tüccar, sanayici ve işçi gruplarına müteallik esaslar''...

İzmir İktisat Kongresi'nde alınan kararların esası, ''Kalkınmanın özel sektör eliyle gerçekleşmesi ve ekonomide liberal politikaların uygulanması'' şeklindeydi.

Öte yandan Atatürk, 1 Mart 1922'deki Meclis konuşmasında, ekonomik bağımsızlık yolunu da çiziyordu.

''Dışarıdan alınan borç paraları, şimdiye kadar Babıali'nin yaptığı şekilde, ödemeye zorunlu değilmişiz gibi, üretici bir yatırıma dayanmaksızın boşu boşuna sarf ile tüketerek, devlet borçlarının yükünü artırarak ve bağımsızlığımızı tehlike karşısında bırakacak bir uygulamaya kesin olarak karşıyız. Biz, memlekette halkın refah seviyesini yükseltecek, imarı ve üretimi artıracak ve gelir kaynaklarımızı geliştirmeye yararlı olabilecek yöndeki dış borçlanmadan yanayız.''

Bu çerçevede, kapitülasyonlar ve Duyunu Umumiye İdaresi'ne son verildi. Aşar gibi ilkel ve haksız bir vergi yürürlükten kaldırıldı. İsviçre'den ''Borçlar Hukuku'' alındı. Eğitim seferberliği ilan edildi. Özel sektörü teşvik yasası çıkarıldı.

1930 dünya buhranından korunmak için, 1933'te devletçilik uygulaması yapıldı. Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı içinde, yıllardır özelleştirmekte olduğumuz Kamu İktisadi Teşebbüsleri yatırımları yapıldı.

O dönemde dünya buhranından en az etkilenen ülke olduk.

Eğer gelen iktidarlar popülist politikalar peşinde koşmasaydı, bu altyapıyı iyi değerlendirseydi, bugün fert başına gelir düzeyimiz üç kat daha fazla olurdu.

Yazarın Diğer Yazıları