“Artık kirlenmeyeceğim” diyene...
Tartışma Meclis’te başladı, her tarafı
kapladı.
“Artık kirlenmeyeceğim” diyen kendi hakkında “Ben temizim” hükmü vermiştir. İşi şahsileştirmezsek, kendimiz dâhil bütün nefisler kendilerini tertemiz zan ve hissetmekte, toplumdaki bütün olumsuzlukların faturasını başkalarının kirlenmişliğine kesmekte.
İyi de..
İslâm açısından işin aslı ne?
İşte bu soruya Osman Nûri Topbaş Hoca’nın ayet ve hadislerle mufassal cevabı:
“...Kendinizi (beğenip) temize çıkarmayın. O, fenâlıktan sakınanın kim olduğunu çok iyi bilir.” (en-Necm, 32)
Merhum Elmalılı Hamdi Efendi bu âyet-i kerîmeyi şöyle tefsir eder:
“Kendinizi günahsız, kusursuz ve tertemiz addederek övmeyin. Zîrâ farkında olmadığınız birçok kusurlarınız bulunabilir.”
Bu mevzûda müfessir Âlûsî de şöyle der:
“Bu âyetin, -Bizim namazımız, orucumuz, haccımız var!- diyen bir topluluk hakkında indiği rivâyet edilir. Ucub ve riyâ karışması endişesiyle kulun işlediği ibâdet ve hayırları gizli tutması daha makbûldür. Fakat böyle menfî bir niyet olmaksızın, teşvîk maksadıyla söylenmesinde bir beis yoktur.”
Diğer bir âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Kendilerini temize çıkaranlara bakmadın mı? Bilakis, Allâh kimi dilerse onu temize çıkarır.” (en-Nisâ, 49)
Bu âyetteki tezkiye, kişinin kendini överek temize çıkarma çabasından ibârettir. Hâlbuki tezkiye takvâya bağlıdır. Takvâ ise bâtında bir sıfattır ve onun hakîkatini ancak Allâh bilir. O bakımdan ancak Allâh’ın tezkiyesi makbûl olur, kendi kendimizi tezkiye etmemiz değil.
Nitekim -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“- Allâh’ım! Nefsime takvâsını ver ve onu tezkiye et! Sen onu tezkiye edenlerin en hayırlısısın. Sen onun velîsi ve Mevlâ’sısın.” (Müslim, Zikir, 73) diye duâ ederlerdi.
Âyet-i kerîmede:
“... Eğer üzerinizde Allâh’ın fazlı ve rahmeti olmasaydı içinizden hiçbiriniz ebediyyen temize çıkamazdı. Ancak Allâh, kimi dilerse onu temize çıkarır. Allâh hakkıyla işiten ve her şeyi kemâliyle bilendir.” (en-Nûr, 21) buyurulur.
Görüldüğü gibi âyet-i kerîmede tezkiyenin Allâh’a âit olduğu ifâde ediliyor. Zîrâ Allâh Teâlâ, fazlı ve rahmetiyle kulu taatlere ve diğer tezkiye vâsıtalarını kullanmaya muvaffak kılar. Bu itibarla kul, benlik iddiâsından sakınarak, ilâhî tezkiye sâyesinde ulaştığı kemâli, kendi dirâyet, liyâkat ve gayretine hamletmemelidir. Cenâb-ı Hakk’ın tezkiye etmesi dışında kulun, âhirette kendini temize çıkaramayacağının idrâki içinde bulunması gerekir. Bu anlayış, ebedî kurtuluşa kavuşmanın en mühim vesîlelerinden biridir.
Zîrâ tezkiye, her ne kadar azim ve gayret bakımından insana; irşâd ve tâlim yönüyle peygamberlere ve onun vârisi durumundaki mürşidlere nisbet edilirse de, ilâhî merhametiyle kullarını tezkiyeye muvaffak kılması ve bunu yaratması açısından Cenâb-ı Hakk’a nisbet edilmelidir.
İnşallah anlamışızdır.