Artık kimi ırgalarsa...

Erdoğan gelişmeleri izleyedursun; AKP’deki ayrışma derinleşiyor. Dengir Mir Fırat’ın “Çiçek’in sözleri beni ırgalamaz” çıkışından sonra Yeniçağ’ın manşet yaptığı “bölünme”, köşe yazarlarının da gündemindeydi

MİNİ YORUM
Yazar eniştelerin at gözlüğü
AKP’nin bayan milletvekillerinin yandaş gazetelerde kümelenmiş yazar ve çizer eşleri; yani iktidarın enişte beylerinin son açılımı, “terör odağı parti” boşluğunu CHP ve MHP’yle doldurmak. İnsan at gözlüğüyle bakınca Türkiye’yi böldürtmem diyeni “bölücü”, “Kürt-Alevi-Ermeni-Roman...” sorunları üreteni “bütünleştirici” görebiliyor demek...

Emin Çölaşan / Sözcü
İktidar partisinde çözülmenin ilk belirtileri

Ülkemizde yarattığı bu kargaşa ortamı sonrasında AKP’nin bakanları ve milletvekilleri de birbirine düştü. Artık bunun en somut örneklerini yaşıyoruz. Şimdi bu partinin bazı milletvekilleri, özellikle Kürt milletvekilleri şu sözleri yaymakta sakınca görmüyorlar:
“Devlet Bakanı Cemil Çiçek, DTP’nin kapatılmasını istiyor ve bunu açıkça söylüyordu. Bunlar, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç ve mahkemenin bazı üyeleriyle birlikte geçtiğimiz kurban bayramında Hatay’da bir otelde birlikte tatil yaptılar. Çiçek orada mahkeme mensuplarına bu partnin niçin kapatılması gerektiğini anlattı.”
AKP’nin eski Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın Devrim Sevimay’a söyledikleri ilginçti: “Cemil Çiçek’in söyledikleri beni hiç ırgalamaz.” Aynen böyle!.. Evet, birbirlerine girdiler. Daha dün Tayyip, kapatma kararı için “hak ettiler” diyen bir milletvekilini azarladı, fırçaladı! Bunlar hep çözülmenin belirtileri. İktidarın avuçlarından kaymaya başladığını gördüler.
Peki bu kargaşa ortamında bizim Tayyip ne yapıyor? Ne yapacak, o da şaşkın bir vaziyette gelişmeleri izliyor!.. Ve dün aynen şunları söylüyor:
“Medyada görüntüleri evirip çevirip yayınlamak doğru değil. Bu görüntülerin o kadar abartılarak verilmesi de doğru değil.”
Kürtçülük açılımı, neresinden bakarsanız bakın, bu geçici iktidarın sonunu hazırlayan etkenlerden biri oldu.
Onlara biz emir vermedik! “Dikkaaaat... Kürt açılımı başlatılacak. Başlat. Dikkaaat... Habur’dan terörist müfrezesi kapıya dayanacak. Ayaklarına seyyar mahkeme gönderilecek. Gönder.” Bu emirleri yurtdışından aldılar.
Şu manzaraya bakın! Tayyip şaşkın, personeli şaşkın durumda. Eee ne demiş atalarımız! Kendi düşen ağlamaz.
l Emin Çölaşan / Sözcü

Mustafa Mutlu / Vatan
Bu skandal, yolun sonunu gösteriyor

İşte; siyasetimizdeki “seviye”nin ve “kalite”nin bir göstergesi daha...
Dengir Bey’in “Konuşması beni ırgalamıyor” dediği kişi, bu ülkenin Başbakan Yardımcısı!
Ben; sözüm ona, “muhalif” diye bilinen bir “gündem yazarı”yım!
Dengir Mir Mehmet Fırat’ın yanında benim esamem mi okunur?
Hayatımda bugüne kadar bırakın “Başbakan Yardımcısı” nı, kimin hakkında “onun söyledikleri beni ırgalamaz” diyebildim?
Örneğin, En Büyük Devlet Büyüğü için, “onun söyledikleri beni ırgalamaz” desem, acaba kendileri hakkımda ne kadarlık bir tazminat davası açardı?
Onun sayın avukatları mahkemelere verecekleri dava dilekçelerinde, benim “devlete ve hükümete isyan ve halkı isyana tahrik” suçlarından mahkûmiyetimi istemezler miydi?
Peki; “yasalardan, mahkemelerden” çekinmesem, bir devlet ve hükümet adamı hakkında böyle bir cümle kurar mıyım?
Kesinlikle hayır!
Bunu; AKP’lilerin her fırsatta başımıza kaktıkları ama kendilerinin pek de saygı göstermedikleri, “millet iradesine” yapılacak en büyük haksızlık ve saygısızlık olduğunu düşünürüm...
Şimdi sorarım size:
Dengir Mir Mehmet Fırat’ın bu sözlerinden sonra, artık Cemil Çiçek’in sözleri kimi ırgalar? Sokaktaki vatandaş bile, “Canım; kendi milletvekili tarafından bile ciddiye alınmayan bir Başbakan Yardımcısı’nı ben neden ciddiye alacağım” demez mi?
Bu sözler, Cemil Çiçek’in bir siyasetçide olması gereken “güvenilirlik ve saygınlık” niteliklerini yaralamaz mı?
Açıkçası...
Cemil Çiçek’in siyasi saygınlığını kaybetmesi, beni çok da “ırgalamıyor...”
Ama... Eğer benim ülkemin Başbakan Yardımcısı, kendi milletvekili tarafından bile “ırgalanmaz” hale geldiyse; o zaman hem kendisi, hem de partisi yolun sonuna gelmiş demektir! Hayırlı, uğurlu olsun!
l Mustafa Mutlu / Vatan

Cemiyet marsığa dönmüş!
Bir seçici kurul düşünün ki kimi nasıl seçeceğinden haberi yok. Üstelik bu kurul gazetecilerden oluşuyor ve o gazeteciler verecekleri ödülle ilgili yönetmeliği okumamış. Üstüne bir de seçici kurulun aldığı kararlar Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’nun onayı ile yürürlüğe giriyor; yönetim kurulu da yönetmelikten bihaber! Aynen bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti marsığa dönmüş hesabı!
Konumuz Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü’nün bu yıl The Taraf gazetesinin geçmişi asılsız haberlerle dolu tetikçi muhabirine verilmesiyle ilgili. Yarışma yönetmeliğinin 4/1 maddesi aynen “Özellikle haber ve yorum konusunda, adayın son bir yıl içindeki tüm çalışmaları da dikkate alınır” diyor. Yarışmanın seçici kurul üyelerinden Milliyet gazetesinin magazin ekinde magazin yazıları yazan Mehveş Evin adındaki kadın itiraf gibi yazıyor: “Evet, muhabirin imza attığı pek çok haber halen tartışmalı. Seçici kurulun görevi, muhabirin kim olduğuna veya hangi davalardan yargılandığına göre değil, haberine göre karar vermek.”
Cehaletin bu kadarı ancak Türkiye’de gazeteci olmakla mümkün! Bu da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu’na “yelpaze” olsun; ne şiş yansın ne kebap politikası için yellemekte kullanırlar!
l Deniz Som / Cumhuriyet

Haso’nun fırıldak fikirli misafirleri
O gece orda olanlara baktım..
Nerden çıkmışlar, nereye gelmişler, inanmazsınız..
Nasıl azılı solcular, hatta ihtilalciler, bugün nasıl uslu uslu, liberal liberal oturuyorlar orada..
Salı, cuma yazdığım spor yazılarında Eczacıbaşı’nın spora yaptığı hizmetleri yazdığım, Cumhuriyet’teki yazımda bir holdingin adını geçirdiğim için beni “Bu faşistin Cumhuriyet’te ne işi var” diye Nadir Bey’e şikâyet edenler, şimdi benim çok sağıma geçmişler.. Her devirde sosyal demokrat Hıncal, şimdi onların yanında azılı komünist..
Şimdi fikirler bu kadar değişkenken, insanlar fikir yüzünden düşman olurlar mı, olabilirler mi?..
l Hıncal Uluç / Sabah

TRT provokasyonu
Tokat’ın Reşadiye ilçesinde 7 Aralık 2009 tarihinde yapılan saldırıyı PKK üstlendi.
Ancak kimi odaklar saldırıyı TSK’nın üstüne atma çabalarını sürdürdü.
10 Aralık Perşembe günü TRT-1 ana haber bülteninde PKK’nın üstlenmesine rağmen Reşadiye saldırısını askerlerin yaptığına dair çeşitli imalar kullanılıyor. Bir cümle şöyle:
“Bu arada Ergenekon sanığı Albay Dursun Çiçek’in de Reşadiyeli olması dikkat çekici ayrı bir husus.”
TRT’nin bu dayanaksız ve saptırma haber - yorum ile yaptığı ne midir?
Resmen Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı provokasyon... l Melih Aşık / Milliyet

Gazeteci zırcahil olursa manşeti de böyle olur
Habertürk-Konsensus’un Kasım ayı anketinin sonuçları, aynı gazetede “Türkiye mozaiği” sürmanşetiyle duyuruldu.
Habere bakılırsa ankete katılanların yüzde 76.5’i Türk, yüzde 13.6’sı Kürt, yüzde 3.3’ü de Laz çıkmış. Ee Azeri, Gürcü, Bulgar, Rus, Rum...ları da hesaba katınca Türkiye “mozaik” oluyormuş.
Gel de şimdi “Ne mozaiği ulan!..” deme.
Zorla insanı nezaket, zerafet çizgisinden çıkarır bu gazeteci milleti.
Ali Tayyar Önder, Türkiye’nin Etnik Yapısı kitabında tane tane anlatıyor. “Mozaik” olmanın bilimsel ölçütleri var. Öyle pasta tarifi verir gibi “bu çikolatalı pastanın içine birkaç bisküvi kırığı atarsanız; yahut iki kaşık vanilyalı kek hamuru gezdirirseniz mozaik olur” deyip çıkamazsınız işin içinden.
Bir ülkenin mozaik olabilmesi için:
1. Etnik çeşitliliğin olması gerekli. Her dilden, dinden, ırktan insanın birarada yaşaması “etnik çeşitlilik” sayılmaz. “Etnik gruplar”ın “anlamlı” bir nüfusa sahip olması, “asli” ve “belirleyici” olması gerekir.
(Yani Ruslar etnik grup sayılamaz. Kaldı ki “Azeri” diye Türk kimliği dışında bir etnik grup yaratmak en iyimser tanımla gaflettir...)
2. Bu “anlamlı” etnik grupların ülke nüfusunun yüzde 35’ini oluşturması gerekir.
Yani velev ki anket verileri doğru sayılabilsin; nüfusun yüzde 76.5’i Türk olan bir ülke de, çok net olarak söylenebilir ki; “mozaik” değildir.
Hem verileri başlığını külliyen yalanlayan bu habere imza atan Alper Uruş’a hem de haberi “Türkiye mozaiği” diye sürmanşete taşıyan Fatih Altaylı’ya son bir bilgi: Etnik grup araştırmaları, kişinin kabulü yani ne olarak tanımlanmak istediği esas alınarak yapılır. Esas “ırki nüfus” değil, “aidiyet”tir.
Türkiye’de yaşayanların “Türk” kimliğine aidiyetlerinin, böyle zırcahil, temelsiz manşetlerle çürütülemeyecek kadar güçlü olduğunu, bilmem hatırlatmaya gerek var mı?

Yazarın Diğer Yazıları