Arpalık ekonomisi
Dünya ekonomisi zaman zaman durgunluğa giriyor... Bunu “yorulma” olarak da betimleyebiliriz. Piyasalarda aşırı hareket, milli gelirde yüksek büyüme, ekonominin iç dinamiklerini yoruyor. Yüksek büyüme oranlarının ortaya çıktığı dönemlerin arkasından, durgunluk geliyor.
Bu konjonktürel hareketler daha uzun veya daha kısa olabiliyor.
Türkiye’deki yaşamakta olduğumuz depresyonda durgunluk ve bazı sektörlerde daralmada, dünya konjonktürü yanında AKP’nin yanlışları daha fazla etkili oldu. Bu nedenle dünyada bir yıl içinde yeniden canlanma olması bekleniyor... Ancak Türkiye için bu sürenin daha çok uzun olması kaçınılmaz görünüyor...
Bunun nedeni Türkiye’nin bu güne kadar hazırdan yemesi, dış borca dayanması, düşük kur uygulayarak üretimini yüzde yetmiş oranında ithal ara malına bağlaması ve altından kalkamayacağı kadar dış işlemler cari açığı vermesidir.
Bu soruların doğmasına, IMF ve AKP’nin tek taraflı politikaları neden oldu. Eğer üretim, istihdam ve gelir dağılımını içine alan tüm ekonomik dengeleri koordineli bir şekilde ayarlayan bir program yapılmış olsaydı, bu sorular gündemde olmazdı.
AKP Hükümeti, yandaşlarına çalıştı.
İktisat politikalarını belirli sektörlere veya guruplara göre özellikle ayarlamazsanız, ekonomik istikrarsızlık sorunu, yoksulluk sorunu bir kader olmaktan çıkar. Bu noktada radikal düşünce ve sloganların etkisinde kalmak da, aynı şekilde çözümsüzlük getirir.
Türkiye, halktan yana ve akılcı politikalara yabancı değil... Örneğin Atatürk’ün ekonomi anlayışında, akılcılık vardı... 1923 -1932 arasında uygulanan piyasa öncelikli politikalarda da, 1933’ten sonraki devletçilik uygulamasında da, ulusal çıkarlar ve halkın refahı ön planda tutuldu.
İktisat politikalarında farklı ülkeler, farklı zamanlarda genel anlamda benzer ekonomik felsefeyi benimseyebilir... Ancak aynı program ve aynı araçlarla aynı sonuçların alınması mümkün olmaz... Çünkü söz konusu politikalar, ülkenin içinde bulunduğu ekonomik konjonktüre, toplumun tüketim- tasarruf alışkanlığına, halkın bilinç düzeyi ve psikolojisine ve ülkeyi yönetenlerin siyasi anlayışına göre farklı sonuçlar verir.
Örneğin, ekonomide durgunluk varsa, genişletici, toplam talebi ve istihdamı artıracak politikalar uygulamak, bütçe harcamalarını artırmak gerekecektir... Enflasyon varsa, faizleri yüksek tutmak, bütçede kısıntıya gitmek gerekecektir.
Ekonomide doğru aracı kullanmadığınız takdirde, balonu söndüremezsiniz... Başka bir dengesizlik ortaya çıkar... Buna en yeni örnek Türkiye’de uygulanmakta olan kur politikasıdır... Hükümet ve Merkez Bankası, enflasyonu yapısal çözümlerle değil, kuru baskılayarak kısa yoldan çözme yoluna gittiği için, cari açık patlak verdi.
Gelenekler, bilinç düzeyi ve halkın sosyal anlayışı da, bu politikaların farklı sonuçlar vermesine neden olur... Örneğin Anglo- sakson toplumlarda vergiye karşı direnç daha azdır... Örneğin ABD’de vergi kaçağı daha azdır... Buna karşılık Latin ülkelerinde vergiye tepki daha fazladır...
Bizim gibi ülkelerde de vergi kaçağı ve yer altı ekonomisi daha yaygındır... Bu nedenlerle söz konusu ülkelerde aynı vergi şablonunu kullanmak, farklı sonuçlar doğuracaktır.
Gelişmekte olan ülkelerin dışa açılması ve küreselleşme dünyada bir slogan oldu... Herkese, her topluma yararlı olacak diye beyinler yıkandı... Ancak bugün gördük ki, bizim gibi bazı ülkeler küreselleşmenin ağır maliyeti altına girdi...
Biz küreselleşme hevesiyle, AKP İktidarında 160 milyar dolar civarında bir cari açık verdik... Borçlanarak, altyapı yatırımlarını satarak bu açıkları kapatıyoruz... Kamu sektörü yılda 8-9 milyar dolar borç faizi ödüyor. Bankaları ve kârlı şirketleri satın alan yabancı yatırımcılar her yıl 6 milyar kâr transfer etmeye başladılar.
Yani küreselleşme bugünden yarınımızı da aldı... Eğer ulusal çıkarları dikkate alan, halkın refahını önde tutan bir siyasi anlayış olsaydı, bu kadar maliyete girmezdik... Mamafih, Çin ve Hindistan gibi ülkeler küreselleşmeden kazançlı çıktı.