Amigoların ne olacak!
Medya dedikleri gazeteciliği; yandaş yapan da, yoldaş yapan da, candaş yapan da bizzat, medya patronlarının özelleştirme ihalelerine girmelerine engel olmayan Tayyip Erdoğan’dır
Gazeteci amigo olur mu?
Hiç taraf tutar mı?
Başbakan bu dedikodu haberine dayanarak, “2 medya türedi. Biri ”Candaş Medya“ diğeri ”Yoldaş Medya “ diyerek sözüm ona taraflı ve amigo gazeteciliği kınama konuşması yapıyor. Sanki aramızda aptal var.
”Medya“ dedikleri gazeteciliği; ”Yandaş“ yapan da, ”Yoldaş“ yapan da, kimi kastediyorsa ”Candaş“ yapan da bizzat Başbakan Erdoğan’ın kendisidir.
Söylemesi ayıp!
Banka patronu oldular
Yazması da ”böbürlenmeye“ girer ama niyetim o değil, ”yandaşlığı-yoldaşlığı-candaşlığı“ diri tutanın Başbakan olduğunu size belgeleriyle sergileyeceğim.
Bağışlayın. Kendimi yazacağım.
Ben 2000’li yılların başında Sabah Gazetesi’nde köşe yazılan yazarken Tayyip Erdoğan henüz belediye başkanıydı, Sabah’ın rakibi Hürriyet’in sahibi Aydın Doğan’ın bankası vardı. Gazeteleri, tv’leri, dergileri, radyoları olan Mehmet Emin Karamehmet, Cem Uzan, Erol Aksoy, Enver Ören de banka sahibiydiler. Ben de Sabah Gazetesinde ” Demokrasinin sağlıklı işleyebilmesi ve temiz siyasetin yapılabilmesi için gazeteciler sadece gazetecilik yapsın, bankacılar bankacılık yapsın, gazete patronu diğer iş kollarında işadamlığı yapmaktan men edilsin“ diye yazılar yazıyordum.
Dinç Bilgin’in batışı
Bir gün haber çıktı.
Benim için şaşırtıcıydı.
Sabah’ın patronu Dinç Bilgin de banka satın alıyordu. Araştırdım, haber doğruydu.
O gün, gazeteden atılmayı göze alıp ” Sabah’ın patronu da banka sahibi olursa bu ahlaksızlığa yelken açmak olur “ diye bir yazı yazdım. Gazetedeki köşeme koydurdum, evime geldim.
Gece 12’den sonraydı. Dinç Bilgin beni aradı.
”Sen bu yazıyı yazmışsın, ben bu gazetenin sahibiyim. İstersem yazıyı çıkartırım, seni de Sabah’tan kovarım.
Ancak bunu yapmayacağım. Sen haklısın. Ben banka almaktan vazgeçeceğim “ dedi. Gerçekten vazgeçti.
Fakat dayanamadı, direnemedi.
Gitti banka aldı. Bankaya güvenerek çok kötü (açık veren-müsrif-borçlanan) gazetecilik yaptı. Battı. Bankasına devlet el koydu, gazeteleri, dergileri, TV’si de TMSF’nin oldu. 2002 krizinin etkisiyle banka sahibi diğer basın patronlarından Mehmet Emin Karamehmet, Erol Aksoy, Enver Ören, Cem Uzan’ın bankaları da ellerinden gitti. Aydın Doğan da bankasını satıp, sektörden çıktı.
Gücün basını dönemi
O sırada AKP kurulmuştu.
Tayyip Erdoğan Başbakan olmuştu. Türkiye’de basın (medya) krizin sunduğu güzel bir ikram olarak bankacılıkla bağlantısını koparmış, gazeteciliğe tarafsız olabilecek, yandaşlığa, candaşlığa, yoldaşlığa tenezzül etmeyecek bir kapı açılmıştı.
Basının gücü, gücün basını yapılmıştı. Bu yapıdan çıkma fırsatı doğmuştu.
O sırada Cumhurbaşkanı olan Ahmet Necdet Sezer de, basın patronlarının ”bankacılıktan-holdingçilikten-kömürcülükten-benzincilikten-otelcilikten“ çıkarak,”Gazetecilerin sadece gazetecilik yapmaları“ yönünde ağırlık koyuyor, diğer sektörlerde işi olan basın patronlarının özelleştirme ihalelerine girmelerine izin veren yasaları veto edip geri çeviriyordu. Tahmin edin ne oldu?
Başbakan Tayyip Erdoğan, ”basının iktidar bağımlısı olmaktan kurtulacağı“ bu havaya omuz vermedi, destek sunmadı.
Türkiye’yi bu yalancılık çürüttü.
* Necati Doğru / Sözcü
++++++
Sevsinler sizin
etik anlayışınızı
Birkaç gazeteci CHP Parti Meclisi’ne seçildi ya, kendisini mesleğin “ahlak bekçisi” sananlar hemen harekete geçti: “Bu arkadaşlarımız çalıştıkları gazete ve televizyonlardan istifa edecekler mi?”
Hayrola? Neden istifa etsinler ki? “Efendim bu medya etiğine uymaz”mış. Haydi oradan... Neredeyse çeyrek yüzyılı bu mesleğe verenler etiği sizlerden mi öğrenecek?
CHP Parti Meclisi’ne seçilen gazeteciler, bulundukları yayın organlarının “yetki ve sorumluluk sahibi” isimleri değil. Köşeleri ya da programları var, sadece ondan sorumlular. Tıpkı AKP yönetiminde olup da Yeni Şafak’ta yazan Ayşe Böhürler gibi. Nedense medya ahlakçılarının aklına bu isim gelmiyor. Dün hakkında “istifa tamtamları çalan” isimlerden Cumhuriyet yazarı Mehmet Faraç’la konuştum. Hem öfkeli hem de kırgındı. Belki de dünyada sadece terör ve toplum konularını işleyen tek yazar olan Mehmet Faraç, 26 yıldır terör konusunu yazdığını, bölge sorunları üzerine araştırma ve incelemeler yaptığını belirterek “CHP bu özelliğimden yararlanmak istiyor” dedi. Bugüne kadar, terör, terör örgütleri, töre cinayetleri, Güneydoğu’daki kadınların sorunları üzerine 12 kitap yazan, sayısız araştırma raporu ve konferansı olan Faraç “CHP’nin oyu etnik siyaset yüzünden bölgede yüzde 1’lere düştü. Bu durumun normale dönmesi için gecemi gündüzüme katarak ve sürekli o bölgeye giderek çalışacağım” diye konuştu. Yine istifası istenen isimlerden Enver Aysever’le de konuştum. Onun da canı çok sıkkındı. “Ben SKY Türk’te Aykırı Sorular programı yapıyorum. Ayrım yapmadan iktidar partisi yöneticilerini de çağırdım, muhalefeti de. Yaşamım gazetecilikle geçti. Hayatımı böyle kazanıyorum. Ailem ve çocuklarım var. 55 ay vadeli banka borcumu maaşım dışında bir kaynaktan ödemem mümkün değil. Başka bir gelirim yok, aç yaşamamızı istiyorlar herhalde” dedi. Aysever, Aykırı Soruları artık yapmayacağını ama tartışma programlarına katılacağını, belgeseller üzerinde çalışacağını söyledi. Her iki gazeteciye de yürekten katılıyorum. Gazeteci parti üyeliğini, çalıştığı yayın organında bir propaganda haline getirmedikçe ortada ahlaki bir sorun olamaz.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Manşet işe yarasa
muhtar bile olamazdı
Manşetin bir değeri olsaydı... Tayyip Erdoğan muhtar bile olamazdı. Manşetle gelinseydi... Şimdi Mehmet Ali Bayar, sekiz yıllık iktidarının keyfini sürüyordu. Manşetle gelinseydi... İsmail Cem kesin başbakan olmuştu.
(...) Kitleyle ”büyülü bir bağ“ kuramamış adamın tekini, istediğin kadar parlat, istediğin kadar gazla, istediğin kadar manşetlere taşı... Tek bir kıvılcım bile çaktıramazsın. Ama ortada öyle ya da böyle ”tuhaf bir tılsım“ yaratmayı başarmış adam varsa... İster ”Muhtar bile olamaz“ diye manşet at, ister her gün manşetten gazla... Fark etmez/bu araba buraya park etmez.
Tiksinti duygusu
İktidar sahibinden maaş alan... İktidar sahibi tarafından göreve getirilen... İktidar sahibine tiraj ve reyting hesabı veren...
Bazı gazeteci bozuntularının... ”Ayağa kalktı“, ”sandalyeye çıktı“, ”alkışı bastı“, ”güldü“, ”heyecanlandı“, ”gaz verdi“ diye yazıp çizdiklerini gördükçe... Şeytan diyor ki: Git bir kıyı kasabasına yerleşip balıkçılık yap...
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
Süheyl Batum aydınlara dokundurarak ayrıldı
Hurşit Güneş’ten sonra, CHP Parti Meclisi’ne seçilen bir Doğan Grubu yazarı daha okuycularına veda etti. Prof. Süheyl Batum, yıllardır üniversite kürsüsünde ve makalelerinde sürdürdüğü mücadeleyi bundan sonra siyasete taşıyacağını söyleyerek Vatan Gazetesindeki yazılarını noktaladı.
Batum’un 7 yıllık köşe yazarlığı serüveninde edindiği tecrübeleri ve yaptığı tespitleri de özetlediği yazısıda, özellikle ”aydınlar“ı hedef alan ağır göndermeler vardı:
”Sözüm ona “liberal(!)
aydınlar(!)” gördüm, “aydın(!) gazeteciler” gördüm. “Sayın Başbakan’ın deyimi ile iktidarın silahşoru” olanları gördüm. Tecrübelilerini gördüm, tecrübesizlerini
gördüm.
“Ben Annan Planı’nı okumadım ama yine de destekliyorum” diyenleri gördüm. “Kürt Açılımının içeriğini bilmeseniz de, destek vermeniz gerekir” diyen ya da “AB’nin Venedik’i diyor ki” diye yazan aydın(!) gazeteciler gördüm. Televizyon programlarında karşıma çıkıp, “anayasa değişikliğine ve yargı reformuna neden karşı çıkıyorsunuz” diye sorup, “o Anayasa değişikliği ne getiriyor” diye sorduğumda, 10 dakika suratıma bakan, yanıt veremeyen aydınlar(!) gördüm. Daha neler gördüm neler... “
* Süheyl Batum
++++++
Candaş yandaşı
unutturmaya yetmez
Ergun Babahan ”Candaş ve yoldaş medyanın gönlünde, 2002 öncesinin siyaset-medya ilişkisi var. Yani elektrik dağıtım ihalelelerinin rekabete gore değil de, medyadaki büyüklük payına göre yapılmasını sağlayacak düzen. Bunun için en güzeli, koalisyon modeli. Deniz Baykal’ın ağzında gevelediği komplonun ardında da bu gerçek var, komployu düzenleyenler de bunlar. Gerçekleri bilip kararınızı verin“ yazmış.
Son günlerde medya etiği konusunda ayar vermeye iyiden iyiye kaptırdı kendisini.
Velakin, yine
”çok topal hareketler“ bunlar.
Yandaş medyanın gönlündekini de yazacaksın ki, ayar yerini bulsun...
++++++
Kılcal damarları hedef aldılar
”1. Yerel Basın Tecrübe Paylaşım Semineri“ Kocaeli’nde yapıldı. Yerel basın mensuplarına ”gazetecilik“ dersi verenler arasında, Cengiz Çandar, Mehmet Ali Birand, Aslı Aydıntaşbaş, Neşe Düzel gibi, belli ki ”özenle“ seçilmiş isimlerin olması düşündürücü. Marifet sayıp da, taraf gazetecilik, dolandırıcı gazetecilik, dönme gazetecilik, ajan gazetecilik, halüsinasyon gazeteciliği, linç gazeteciliği, provokatif gazetecilik gibi ”tecrübeleri“ni paylaştılarsa, medyanın kılcal damarlarında da etik tıkanması başlayacak demektir.
++++++
Amerikan özentisiyle kuş kondurmayın
Yıldırım Akbulut gazinoya gitmiş, ”Efendim, beğendiğiniz parça varsa, okusunlar“ denmiş, Akbulut, ”Sabile’yi çok severim“ demiş... Herkes birbirinin yüzüne bakmış şaşkınlıkla, ”Efendim, o bahsettiğiniz şarkıyı bilemedik“ demişler... Akbulut da ”Nasıl bilmezsiniz yahu“ diye sinirlenmiş, ”Eller ayır sabile, yollar ayır sabile, yıllar ayır sabile!“
İstiklal Marşı’nın dramı budur. Sözle müzik birbirine oturmaz.
Ben kendi payıma, ilkokul dörde gelene kadar ”lardaaa yüzeen alsancaakk“ bölümündeki ”larda“nın ne olduğunu kavrayamamıştım... ”Tüteeen en son ocak obe!“ var bi de... Allahım yarabbim ”obe“ ne?
(...) Türk halkı, sadedir. Marşımız, çetrefillidir. Oturmaması ondan.
İyi bir şey yapayım derken ”kuş kondurma“ merakımız olduğu için, ses aralığı yüksek tutulmuştur... Söylerken, Adapazarı’ndan şak diye Erzurum’a, şak diye İzmir’e geçmen gerekir ki, konservatuvar öğrencileri için bile boru değildir.
Sadelikten uzak olduğu için, söz başka telden çalar, müzik başka telden söyler.
Netice itibariyle... Bunu öğrenene kadar göbeğimiz çatladı, Amerikan özentisiyle ekstra kuş kondurup Hadise çıkarmanın âlemi yoktur... Gözünüzü seveyim, dokunmayın kardeşim.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
++++++
Birbirlerini bulmuşlar
Odatv, Ortadoğu Enstitüsü’nün önümüzdeki günlerde Washinton’da düzenleyeceği konferansa katılacak isimleri şöyle açıkladı: “Başbakan’ın Başdanışmanı İbrahim Kalın, AKP milletvekili Suat Kınıklıoğlu, Washigton Büyükelçisi Namık Tan, Kürt açılımının mimarı olarak bilinen Henry J. Barkey, Doğu Ergil, Metin Heper, Ergun Özbudun, Celal Talabani’nin oğlu Kubat Talabani ve Amberin Zaman. Washington yolcusu ekibi mercek altına alınca, “Türkiye’nin Yeni Jeopolitikaları“nı tahmin etmek zor olmasa gerek.
++++++
Bir yanda “ya kalırsa” ihtimali olan iktidar ve onun bahşettiği “uçaktan inme” makam, öbür tarafta “ya tutarsa” ihtimali olan muhalefet ve onun vaadettikleri... Siyasetten, ekonomiden, her türlü sosyal yaradan kan damlasa dahi, manşeti “insani boyutu olan” bir haberle kapatıp gündemin yüklediği sorumluluktan kaçmak istemelerini de anlamak lazım. Zor; Hürriyet’in de işi zor!
++++++
MİNİ YORUM
Ortaylı’yı niye linç ettiniz
Hasan Cemal, 27 Mayıs’la ilgili yazısında “Askerin siyasete karışmasına çanak tutan, siyasetçiler de bu ülkenin ‘sivil sorunu’dur” diyor. Hatırlayın, bir kaç ay önce İlber Ortaylı “Siyasetçi zemin hazırlarsa, asker de darbe yapar” dediğinde nasıl kızılca kıyamet koparmışlardı. Ne bu şimdi, günah çıkarma mı!