Altın Koza’da Yılmaz Güney çıkışı: Kürt sinemacısı sıfatını reddediyoruz
Evvela dünkü sözümüzü bir tutalım; Altın Koza notlarını itinayla, bire bin katmadan, binden bir azaltmadan “neyse o” formunda aktaralım:
Bir: Kimse, bu yılki festivalin günahını da, sevabını da toptan Büyükşehir Belediyesi’ne yıkma “konforu” na sahip değil. Mahalli İdareler Seçim Tarihi itibarıyla zaten ilgili anlaşma/sözleşmeler büyük oranda yapılmış. Hüseyin Sözlü de, tabiri caizse “pişmiş aşa su katmamış” . Müdahalesini -küçük dokunuşlar dışında- “mevcut ekibin” oluşturduğu projeye “destek” le sınırlandırmış.
***
İki: Altın Koza Film Festivali bir Adana Büyükşehir Belediyesi etkinliği. Kimi sinemacıların ısrarla Belediyeyi yok sayıp, ismi pek havalı şekilde ortalıkta dolaştırılsa da cismini göremediğim Kültür Bakanlığı’na iltifat, takdir ve teşekkür mektupları yollamalarını kınadım açıkçası. Yahu Kültür Bakanı -üstelik de Adanalı- tenezzül edip katılmadı bile festivale? Bu yersiz, haksız övgü niye; korku mu, teşvik kapma umudu mu?
***
Üç: Sözlü’nün “küçük dokunuşlarından” biri; bu yılki Altın Koza’dan çıkması gereken yegane manşetti, ne hikmetse görmezden gelindi. Görenler de üzüm yemeği değil bağcıyı dövmeyi tercih etti.
Olay şu:
Türk Sinemasının 100. Yılı ve Adana içeriği bağlamında düzenlenen Yılmaz Güney söyleşisinde, Güney’in kardeşi Yaşar Pütün çıktı ve şunu söyledi
“Ailesi olarak Yılmaz Güney’e ’Kürt sinemacısı’ denmesine şiddetle karşıyız. Biz birbirimizi tanıştırırken etnik kimlik kullanmayız; Arap Ali, Kürt Veli diye tanıtmayız. Etnik bölücülük mücadelesi verenlerin Yılmaz Güney üzerinden yürüttüğü kampanyanın ve hesaplarının farkındayız. Yılmaz Güney bu vatanın evladıdır ve Cannes dahil olmak üzere her yerde ’Türk sineması’nı temsil etmiştir.” Benim Yılmaz Güney’in bu topluma bir “rol model” olarak sunulmasına -ideolojik de değil tamamen hak/hukuk çerçevesinde- itirazımı bu köşeyi okuyan herkes bilir. Ama Adana Büyükşehir Belediye Başkanı’nın bu söyleşiye katılmasını, Güney’in Adana’daki karşılığını anlatan bir konuşma yapmasını da “MHP’li Başkan Kürtçü Güney’i öve öve bitiremedi” diye servis etmek en iyimser ifadeyle idraksizliktir. Daha gerçekçi bir tanım gerekirse linçtir.
Milliyetçilik nedir?
“Türk” ün etnik kimliğe indirgendiği, insanların Kürt, Alevi, Sünni bilmem ne diye birbirlerinin gözlerini oymaya hazır, tetikte beklediği, alabildiğine kamplaşmış, kutuplaşmış, insanları “etnik kimlikler” paralelinde birbirinden uzaklaşmış, düşmanlaşmış 2014 Türkiye’sinde, Kürtçüler tarafından “sembol” yapılmak istenen bir aile, üstelik de “Kürtçülüğün” geçer akçe olduğu bir sektörün temsilcileri önünde, çıkıp da göğsünü gere gere “Biz bu vatanın evladıyız, adımızı size kullandırmayız” diyorsa, terör örgütünün uzantılarına posta koyma yürekliliğini gösteriyorsa, onu “Hayır, sen bu millete mensup değilsin, dışlıyoruz, git, dağa çık, yak, yık” dercesine itmek midir? Yoksa ay-yıldızın gölgesinde safları sıklaştırmak mı?
***
Dört: Türk Sineması’nın gelmiş geçmiş en iyi 10 filminden biri sayılan 1973 yapımı, Ömer Lütfü Akad eseri “Gelin” , restore edilmiş haliyle Venedik Film Festivali’nden sonra Türkiye’deki ilk gösterimini; “ulusal gala” sını Adana’da yaptı. Filmi, Sözlü ve başrol oyuncusu Hülya Koçyiğit’le yan yana izledik. Film sonrası yaptığımız özel sohbeti yazmak niyetinde değildim ama sosyal medya Koçyiğit’in asistanının çektiği “selfi” ye gelen tepkilerden sonra not düşmeden edemeyeceğim:
Hüseyin Sözlü “sanatçı” Hülya Koçyiğit’i ev sahibi olarak ne derece nezaketle ağırladıysa, “akil” Hülya Koçyiğit’i de aynı netlikte eleştirdi. Koçyiğit’e “Akillik göreviniz bittikten sonra bir vicdan muhasebesi yaptınız mı, kendinizi sorguladınız mı” diye sordum. “Sorguladım ve her seferinde de doğru yaptığıma daha çok inandım. Barış kötü bir şey mi? Süreç devam ediyor” dedi. Hüseyin Sözlü araya girdi ve tepki gösterdi:
“Sizin barış dediğiniz süreçte PKK, 30 tane okul yaktı hanımefendi...”
“Perde arkası” diyorlar ya; işte orada ne yaşandığını bilmeden yargılamayın diye bilin istedim.
Ha bir de Koçyiğit’e dair izlenimim;
Bir Kadir İnanır değil, Lale Mansur değil... Bence “neye hizmet ettiğinin” hiç farkında değil... Söylediği gibi gerçekten de “barış” getireceğini zannediyor ülkeye; fazla naif. Biri kendisine cehennemin yolunun “iyi niyet” taşlarıyla döşendiğini hatırlatmalı
Gaflet, dalalet, ihanet diyor ya Atatürk...
“İhanet” niyetiyle hareket etmemek yetmiyor bazen...
***
Veeeee beş: Kabına sığamayan bir yapısı var Hüseyin Sözlü’nün. Adana’yı Türk sinemasının lokomotifi yapmaya kararlı; Çukurova’nın bereketini bütün Türkiye’ye yaymaya, toplumu beslemeye de öyle... Her dakika yeni bir proje düşüyor aklına; “animasyon” ödülü koymayı düşünüyor mesela... Senaryo yarışması açmayı... Sonra... Bir film... Bir döneme, bir ülkeye, bir kere de, “bir ülkücünün hayatı” üzerinden bakmayı!...
Yapar mı?
Şu kadarını söyleyeyim, yönetmeni, oyuncuları bile hazır kafasında!
Ucuz kahramanlık
Dünkü yazıdan sonra, “Ne yani bir sanatçı, MHP’liyle sahneye çıkmam diyemez mi?” diye tepki gösterenler oldu.
Diyebilir tabii. Ben kimseye “Neden MHP’li sunucuyla ’partner’olmaktan rahatsız oldun” demiyorum ki;
“Eğer CHP Belediye Meclis Üyesi Altan Erkekli’yle aynı filmde rol alıyorsan... CHP Milletvekili Tolga Çandar’ı veya Sabahat Akkiraz’ı ’sunmaktan’rahatsız olmuyorsan... AKP’den aday adayı olan Metin Şentürk’le magazinin dibine vuruyorsan, sıra MHP’liye gelince çıkıp da ’siyasetin gölgesi düştü’diye ’erdem’lilik taslama...” diyorum sadece.
Yoksa, duruştur; saygı duyarım.
Altın Koza’da da “perde arkası” ndan kendilerini sözde “aklayacak” kulis dedikodusu sızdıranlar, “siyaset gölgesi” maskesine saklanmadan, dürüstçe “Ben MHP’liyle yan yana gelmem arkadaş” deyip, birkaç saat için aldıkları astronomik ücreti ellerinin tersiyle itselerdi, dün de yazdım “helal olsun” derdim, değerleri paradan kıymetli. Ama gülünç oluyor böyle “hem giderim, hem ağlarım” modeli...