AKP’nin hedefi...
Sömürü üzerine kurulmuş olan emperyalizmin yatırımı, insan yerine metadır... Sömürünün ortağı ABD, soğuk savaş döneminde esen rüzgarlar ile ileri karakol olarak gördüğü Türkiye’de insana değil eşyaya yatırım yaptı. Bir taraftan uluslar arası şirketleri kanalı ile memleketin kalkınması adına ülkeyi borçlandırırken, diğer taraftan Kore’de kanını ve canını aldığı Türk Ordusuna eskimiş teknolojisini kakalayarak hurdalığından kurtuluş reçetesini uyguluyordu. Türkiye ile beraber Orta Doğu’da yeni pazarların peşinde olan ABD, “Don lastiğini bile biz veriyoruz” efelenmesi ile devrin iktidarına “yürüü arkanda biz varız” mesajı verirken, askeri de “bana mahkumsun” diye susturma gayretindeydi. Menderes döneminin de elitlerinin, türedi zenginlerinin olduğu bugün gözardı edilir. Demokrasi adına “Soruşturma komisyonları”nın mahkemelerin üzerinde baskı ile görev yaptığı konuşulmaz; “Vatan Cephesi” adıyla toplumun kamplara bölündüğü, basına uygulanan ağır sansür, devrin tek iletişim aracı radyonun partinin Tas Ajansı gibi olduğu zikredilmez. Bir tarafta köşkler ve örtülü ödenekle beslenenler, diğer tarafta genç cumhuriyetin aydınları ikinci dünya savaşı koşullarındaki karne ile ekmek alma şartlarındaydı. O yıllarda telefon dinlemeleri, yasadışı video kayıtları gibi teknoloji bulunmasa da şehir kulüplerinden köy kahvelerine kadar hükümet erkânının keyf-i muhabbetleri çaya şeker oluyordu. “Odunu koysam seçtiririm” lafı o günlere aittir. İktidarın il, ilçe, belde, bucak başkanlarının kaymakama, valiye, öğretmene, jandarma komutanına emir yağdırma tarihi de o günlere dayanır.
Darbeden nasibini alan biri olarak. darbelerin perde arkasını araştırmak için çok çabaladım. Yutmadığım arşiv tozu kalmadı. Devrin canlı tanıklarıyla günlerce söyleşi yaptım. Tarihçiliği yanında din bilgisine de hayran olduğum, Cumhuriyet aydını dedemin sabahlara kadar devam eden sohbetlerine çocuk yaşımdan itibaren kulak kesildim. Şişe dibine dönüşen gözlüklerinin inat, okumadığım kitap kalmadı bu hususta. Dahası Yassıada sanıklarıyla, avukatları ve tanıklarıyla görüştüm. Tevazuya lüzum yok 1960 ihtilali, 1971 muhtırası, 1980 darbesi ve 28 Şubat’ı su gibi içtim. Tarihteki olayların o günün koşullarında değerlendirilmesi gerçeğinin bilincine de vardım. En önemlisi Atatürk’ü her kaynaktan inceledim. Merhum Alparslan Türkeş’e yakın olabilmenin onurunu yaşadım. “Şimdi zamanı değil...” uyarıları ile yaşanan olayları yazmamak kaydı ile kafama not ettim.
Askerlikten atılmama rağmen içimde kalan ukde peşimi bırakmadı. “İhtilalin Kudretli Albayı Türkeş” ten yeniden askerlik dersi alırken, sivil ve siyasetçi Türkeş’ten yakın tarih izlenimlerini kaydettim. Yeni deyimle “empati” yapmıyı öğrendim. Ama gazetecilik mesleğine ucundan, kıyısından bulaştığım halde “atlatma” adına özel konumlara girmekten de imtina ettim. Gençlik yıllarında terennüm ettiğimiz Elmas Yıldırım’ın “Mukaddes bir ihtilal istiyorum” dizelerinin gerçekleri yanında fantaziden öte gidemeyeceğini anladım. “En kötü demokrasi en iyi ihtilalden daha iyidir” diyen Türkeş, Atatürk’ten sonra başöğretmenim oldu. “Askerliğe en asgari olan Dündar Beydir” tesbitinin muhatabı Dündar Taşer’i, askerlik ile hukuk arasındaki kesişen noktayı öğreten Muzaffer Özdağ’ı ve bana baba olmayı, insan olmayı öğreten Necdet Sevinç’i “yolbaşçı” tayin ettim kendime... Gün geldiğinde Atsız’ın “Ruh Adamı” ndaki Selim Pusat gibi hissedip, A.Hikmet Müftüoğlu’nun “Turan Nasıl Çıldırdı” daki Turhan’ı yerine koysam da kendimi gerçeklerle yüzleşmemi Tayyip Erdoğan sağladı. Hedefine böylesine kilitlenmiş birini tanımadım. O’nu RP’nin Beyoğlu İlçe Başkanlığı, beledine başkan adaylığı, RP İl Başkanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, RP İstanbul Milletvekili adaylığından beri tanırım. İktidar hırsının gözlerini böylesine karartabileceğine tanık olmamıştım. Recep Bey’in yeni hedefini öğrendiğimde hiç şaşırmadım. O’nu Elif Sucukları yönetim kurulu üyeliğinden beri tanıyanlar, her türlü riski göze alabileceğini bilir. Erdoğan’ın yeni hedefinde Türkiye’de vergi rekorları kıran, milli ve yerli bir kuruluş var. Son seçimde yüzde elliye yakın oy almanın hırsı ve güvencesiyle yıkamayacağı kale yok sanıyor. Kendi deyimi ile vuruyor, düşürüyor. Dize getirilmez sananlara boyun eğdiriyor. Sabredin, yarın merhum Türkeş’ten 27 Mayıs öncesi Türkiye fotoğrafını paylaşacağım. Türkiye’nin yerli ve milli şirketinin kurulma hikayesine dokunacağım...