Aklıevveller...
İlginç araştırmalara imza atıyorlar ülkemizin değerli yazarları. Bu yazarlardan birisi de Mehmet Beşeri... İki sayfa tutan bir özgeçmişi var Beşeri'nin, yaşamı kitap: Okuyor, yazıyor ve satıyor, ekmeği de kitaptan.
Beşeri'nin son kitabı Nergiz Yayınları'ndan çıktı, adı: "Aklıevveller."
Kitabın -bana göre- en özel bölümlerinden birisini aşağıya alıyorum, çünkü bu toplumun en az bildiği ve en çok yanıldığı bir konu. "Fikirlerin zararlı ya da yararlı olduğunu nasıl anlayacağız ya da eski deyimle tefrik edeceğiz?"
Okuyalım Beşeri'den:
"Gayet basit: 1-Doğa ile olan ilişkisine bakacağız. Yani bu fikirde ileri sürülerek yapılması istenenler doğaya aykırı mı? Değil mi?
2-Dilimize nasıl bir etkisi olabilir? Dilimizi daha geliştiren mi, yoksa daha zayıflatan bir özelliği mi var?
3-Aynı durum milletimiz için de geçerli mi, değil mi?
4-Ülkemizin bağımsızlığına katkı mı koyuyor, yoksa azalmasına yardımcı mı oluyor?
5-Devleti sulandırıyor mu, güçlendiriyor mu? Sulandırırken, alternatif olarak sundukları küresel sermayenin istekleri mi, yoksa toplumun gerçek ihtiyaçlarından kaynaklanan istekler mi?"
Bu konu bu kadar değil, kitapta daha uzun ve ayrıntılı, okumak gerek.
Bir can alıcı, özel, özgün soru soruyor ve yanıtını da aynı içerik ve nitelikte veriyor yazarımız. O soru şu: "Kurtuluş Savaşından sonra azınlıklar ne oldular?"
Evet yanıt:
"1-Bu insanların bir kısmı ülkemizi terk ettiler. Diyor ki Beşeri "Gittikleri yerlerde yaşadıkları acılar nedeniyle pişman oldular. "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" diye özlemlerini dile getiren, her okuyanı hüzünlendiren ve emperyalistlerin oyunları üzerine bir kez daha düşündüren eserler kaleme aldılar.
2-Bu insanların bir kısmını, yaşadığı acılar nedeniyle Anadolu halkı öldürdü.
3-Ve dikkat, burası işin önemli kısmıdır. Bu insanların bir kısmı da yer değiştirdiler. Yani Manisa'da her türlü alçaklığı yapıp da teşhir olan Afyon'a, Afyon'daki İzmir'e..."
Ve kripto olmuşlar bunlar, ad değiştirmişler, Cuma günleri ezandan iki saat önce abdest alma ritüellerine başlamışlar. Sakal uzatmışlar göbeklerine kadar. Hacca çok çok gidip Hacı Baba, Hacı Anne olmuşlar. Ve bunlar soyadı kanunu çıktığında ilginç soyadları almışlar. Yazarımız burada ırkçılık mı yapıyor? Hayır. Bakın neler diyor: "Benim kimsenin etnik kökeni ile işim yok. Tek derdim. Geçmişte işgalcilerle iş birliği yapan alçakların ve bu alçakların aynı vazifeyi devam ettiren torunlarının kimler olup olmadıkları."
Eh, bu da bilinmeli öyle değil mi? Bunları bilmek hakkımız.
Ve bir de başka isimler var, onlar da Truva atları... Onları da yazmış yazarımız. Öyle isimler var ki, şaşar kalırsınız, bence okuyun bu kitabı...
Gelelim Atatürkçülerin gerçek hâli ve içyüzüne: Beşeri bunu da açıklıkla ortaya koyup ayna tutuyor bunların yüzüne. Bakın neler diyor:
"Kırk yıllık kitapçıyım. (...) Kaç tane 'Atatürkçü' geçinen beyefendi ya da hanımefendi çocuğuna Atatürk kitabı satın alıyor? Size bir şey söyleyeyim mi? Sıfıra yakın..."
Eh daha bundan ötesine ne demeli ki?...