Ajan operasyonu çıktı
AKP’li ve DTP’li vekillerin de hazır bulunduğu görkemli törenle açılan “devletin Kürtçe yayın kanalı!” TRT 6 için AB ve ABD “görevlileri” kurumu ablukaya almış.
TRT Yayın Denetleme Kurulu eski Başkanı Latif Okul, Cumhuriyet gazetesi için hazırladığı yazı dizisinin ikinci gününde, Yeniçağ’ın 2 Temmuz 2009’da attığı ‘Ajanlar cirit atıyor’ manşetinin ne kadar yerinde olduğunu ortaya koyan, çarpıcı bilgiler verdi.
Yıllardır, Anadolu’da yürütülen misyonerler faaliyetler ve Türkiye’ye büyükelçi görünümüyle sızan istihbarat görevlilerin milli birlik ve bütünlüğümüze verdiği hasarı yazıyoruz. Fotoğraf, bilgi-belge ve tanıklıklara dayanan bu haberlerimize omuz silkenler, bakalım AB ve ABD’nin ablukaya alınışının birinci ağızdan itirafı olan aşağıdaki satırlara ne diyecekler:
Misyonerler gibi
“03 Mart 2003. ABD Büyükelçiliği’nden telefon geldi. Büyükelçilik Siyasi İşler Dairesi’nden arandığım söylendi. ‘Benimle değil genel müdürle görüşsünler’ dedim. ‘Sizinle görüşmek için gerekli izin alınmış’ dediler. ABD Büyükelçiliği, kuruma resmi bir yazı ile başvurmuş, insan haklarını izleyen diplomat Phil Kaplan, randevu verdiğim günde, siyasi işler danışmanı bir bayanla geldi. Genç, uzun boylu, zayıf, sarışın. Türkçeyi oldukça güzel konuşuyor. Sanki bizden biri. Bütün Türkiye’yi gezmiş. Özellikle Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu görev bölgesi. Yöre halkıyla ilişkilerinin iyi olduğunu ve yakından tanıdığını sanki bilerek ekledi. Türkçeyi görevli bulunduğu yerlerde halkla iç içe olduğu için (ne demekse) kolay öğrendiğini söyledi.
AB tam saha preste
Kaplan’ın ilk sözü ‘Kürtçe yayına ne zaman başlıyorsunuz?’ oldu. ‘Bu iş, bizden çok Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nu ilgilendirir’ dedim. Ama içim içimi de kemiriyordu. ‘Neden bu kadar ilgililer’ diye. İki yüz yıldır süregelen emperyalist çıkarlarının olduğunu bilmeyenler ancak eblehler olabilir.
Daha sonraki günlerde TRT, Avrupa basınından muhabirlerin akınına uğradı. Avrupa Komisyonu’ndan, Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü kanalıyla iki uzman geldi. Konu yine Kürtçe yayındı.
TRT’nin fetret devri
TRT Genel Müdürü Yücel Yener’in emekliliğini isteyip ayrılmasından sonra Genel Müdür Yardımcısı Bülent Varol da istifa edip özel sektöre döndü. Genel müdürlük Haluk Buran’a kaldı. Beşir Atalay’ın her dediğine ‘Emredersiniz efendim’ diyordu.
TRT’nin bu geçiş döneminde (Biz kurumda buna ” Fetret Dönemi “ diyorduk.) biraz nefes almaya çalışırken yine ABD Ankara Büyükelçiliği’nden resmi bir yazı geldi. Phil Kaplan benimle tekrar görüşmek istediğini bildirdi. Gerekli izinler alındı ve istihbaratçı Kaplan geldi. Yanında siyasi danışmanı da vardı. Hoşbeşten sonra esas konuya gelindi.’Ne olacaktı bu Kürtçe yayın?’ Bunalmış durumdaydım. Birden bire ‘Size ne, sizi neden bu kadar ilgilendiriyor. Bu yayın yapılacaksa buna TC karar verir.’
Kaplan bu çıkışımın karşısında ağzındaki baklayı çıkardı. “Ama biz yöre halkıyla görüşüyoruz. Ben Diyarbakır’dan yeni geldim.”
Kaplan gitmiş, yerine Jeffrey Colins adında başka bir istihbaratçı gelmişti. Ama bu istihbaratçı da Kürtçe yayını sormadan edemedi.”
Aynen ‘Ajanlar cirit atıyor’ haberinde dikkat çektiğimiz gibi “diplomat görünümlü ajanlar”ın formülü aynı: Önce resmi görevlilere göstermelik ziyaret düzenleniyor, ardından sözde sivil toplum kuruluşları, DTP ve bölge (Güneydoğu Anadolu) halkı ile temas kuruyor, sonra da içişlerine müdahaleye başlıyorlar!
Barış gönüllüleri
Bush’un Ulusal Güvenlik Danışman Yardımcısı, Ermeni lobisinin gözbebeği, Adana Konsolosluğu’nda görevliyken CIA ajanı olduğu yönündeki iddialarla gündeme gelen ABD’nin Ankara Büyükelçisi James Jeffrey de, Adana Konsolosu Eric F. Green ile gittiği Diyarbakır’da ‘Siyasi kültürel eylemler lazım’ dememiş miydi?
Bütün bunlar ortaya çıkarıyor ki, altmışlı yıllarda Amerikan propagandası yapmak üzere Türkiye’ye gelen ve temelde emperyalizmi normalleştirme görevlisi olan barış gönüllülerinin, kimliğe dayalı ayrıştırma faaliyetleri için çıktığı ‘bizden biri’ olma serüveni devam ediyor. Okul’un çok iyi Türkçe konuşan Güneydoğu gezgini sarışını tasvirine baksanıza! Demek ki günümüz misyonerleri de ‘Ağaç gövdesi, kendi dallarından yapılan balta ile kesilir’ yöntemini izlemeye devam ediyorlar.
Yukarıdaki bilgiler muhalefet milletvekillerinin bu faaliyetleri eleştirirken getirdiği ‘Devlet takibe almalı’ çözümünün de birşey ifade etmediğini ortaya koyuyor. Devlet kim/ne? TRT devletin görünümlerinden biri değil mi?
Görünen; ajanlar devlete sızma, hatta yönlendirme noktasına gelmişler.
“Kürt Açılımı”nın Amerikan projesi olduğu iddialarına hakaret ile cevap veren iktidar, Okul’un Kürtçe yayına Amerikan ajanlarının dayatması ile geçildiği yönündeki tanıklığına ne diyecek?
Ya “Anadolu çocuğu” İbrahim Şahin... Hayata geçirmekle gurur duyduğu projenin, Anadolu insanının içine sızan emperyalist ajanların ayrıştırma formülü olduğunu kabul etmek için neyi bekliyor? Ortaya çıkmayan başka ziyaretler de mi var yoksa?
Olsun, bakın hiçbirşey gizli kalmıyor.
+++
Aba altından sopanın anlamı
“Kaçınılmaz son”
Irak gibi olmak mı?
İyi gazeteci, “kemikli lafı” manşete çeker. Cumhurbaşkanı Meclis’in açılışında yaptığı uzun konuşmasında; hem iktidarı ve hem muhalefeti, “planlı ve hızlı hareket etmeye” çağırıyor; “Ülkenin içini kemiren sorunların çözülmemesi halinde, kaçınılmaz olarak başka devletlerin müdahalesine açık alanlar ortaya çıkar...” diyordu. Günün lafı buydu!
Biz çözemezsek!
Başkası gelir, çözer!
Cumhurbaşkanı’nın “kodlu konuşmasının bir açılımı” olmalı. Kendi meselelerini çözmeyen ülkelerin, sorunlarını başkaları mı gelip çözüyordu? Söz gelimi ABD, İngiltere, Fransa, Hindistan, Çin, Rusya, “kendi meselelerini çözemediği zaman” başkaları mı geliyor ve çözüyordu? Cumhurbaşkanı, niçin böyle bir söz etme ihtiyacını duymuştu?
Tehdit mi yemişti! İma ile mi karşılaşmıştı. İhsas mı edilmişti. Aba altından sopa mı gösterilmişti. Cumhurbaşkanı, tehdit, ima ve ihsas altında kaldığı için; beyninde kendisini, dolayısıyla ülkesini ve halkını tehlikede gören bir tablo oluştuğu için mi, özellikle muhalefeti; “biz çözmezsek, gelir çözerler...” diye uyarıyordu.
Acaba “sorununu kendisi çözmediği için başkası gelip çözmüş” kaç örnek vardı? Dışarıdan gelenin sorunu çözme durumu, “komşularımızdan birinin başına gelmiş” olabilir miyidi? Söz gelimi Saddam Hüseyin, Irak’ta sorunu çözmediği için ABD gelmiş ve çözmüştü. Cumhurbaşkanı’nın kastettiği; “çözmezsen-çözerler modeli” Saddam’ın başına gelenler miydi?
Cumhurbaşkanı’nın “gelir çözerler” dediği kimdi ve çözüm için kullanacağı aletler neydi? Herhalde Cumhurbaşkanı, ciddi bir şeyler biliyordu. Bu yüzden, hem de Büyük Millet Meclisi’nin açılış gününde uyarmak zorunda hissetmişti.
Kim bu başkası?
Neyle çözecek?
Irak’ta Saddam’a yaptığı gibi mi yapacak? Bu yüzden mi Başbakan, “Meclis’te gizli oturum yapalım” çağrısında bulundu.
Ustalarımız bize öğretti.
Yufka lafları geç. Kemikli lafa yoğunlaş.
Ben, “ciddi bir tehdit altında olduğumuz” sonucunu çıkarttım, siz ne düşündünüz?
Necati Doğru / Vatan
+++
“Ülkenin
içini kemiren
sorunların
çözülmemesi
halinde,
kaçınılmaz olarak başka devletlerin müdahalesine açık alanlar
ortaya çıkar...”
+++
Pabuç çiftkimlikliye isabet etmiş
Yenişafak’ın çift kimlikli yazarı “İMF Başkanı Dominique Strauss-Kahn’a nasıl bir ‘hoşgeldiniz’ diyeceğini düşünürken”, Bilgi Üniversitesi’nden gelen pabuç fırlatma haberine çok bozulmuş.
“Kriz, kriz diye diye krizleri tutanların gözlerden saklamaya çalıştıkları gerçeği yine İMF açıkladı. Türkiye, G-20 ülkeleri içerisinde ‘en güvenilir mali göstergelere sahip ülke’ durumundaymış... Bu bilgiyi Taraf’ın ekonomi yazarı Süleyman Yaşar’ın sütunundan edindim. “Ülkesinden çok kendi küçük çıkarlarını düşünen bazı Türkler vardı” diyor yazar.
Demek ki neymiş? Kime pabuç fırlatmak gerekiyormuş?” diye yazmış çift kimlikli yazar...
Bayağı bilinçaltımızı okumuş:
Meğer IMF’ye karşı olma nedenimiz, ülkeleri ekonomik boyutta boyunduruk altına alarak sömürgeleştirmeye dönük politikalar izlemesi değil, doğru söyleyeni dokuz köyden kovma huyumuzmuş.
Hiç kusura bakmansın, böyle ilmi tespit(!)lerde referansa bakarım ben. Ne demişler “Bana dipnotunu söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Taraf’ı referans alan çift kimlikli yazarın, pabucu ‘ülke çıkarlarından çok kendi çıkarlarını düşünenler’in hakettiğini söylemesi trajikomik olmamış mı?
+++
Ermenistan maçını
nasıl oynayacaksınız?
“Ne Mutlu
Türk’üm Diyene”
pankartı açanları, ‘timsah’ diye kapıdışarı edip,
omurgasız terliksilerle
doldururlar tribünü
olur biter.
Bursaspor forması giyeceğim bugün... Üç tane terörist oralı diye, Diyarbakır komple PKK’lı olamayacağı gibi, üç tane serseri bağırdı diye de, ırkçılıkla suçlanamaz yurtsever Bursa. Sonra da milli forma giyeceğim. Merak ediyorum çünkü. Sporu siyasete alet ettin... Ermenistan maçını nasıl oynayacaksın Bursa’da?
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Primat atasına kavuştu
Science dergisinin, 1994 yılında Etiyopya’da bulunan, 4.4 milyon yıllık olduğu iddia edilen iskelet üzerinde yaptığı çalışmaları yayımlamasının ardından yine başladı maymun sesleri.
Anladık primat olduğunuza inanmak, insan olduğunuzu kabulden daha mutlu ettiği için dört elle sarıldınız ‘Ardi’ye. İşe bakın Ardi “Araf” vadisinde bulunmuş. Gazetecilik ilkeleri ile iktidar nimetleri arasında kalan primatların kökenlerini bu “insansı”ya bağlamaları için bir neden daha yani.
Taraf’çılar da antropoitmiş
Adı üstünde “insansı”. İnsan değil. Ona benziyor sadece. Daha afilli ifadesiyle antropoit.
Tarafçılar da maymun ve şempanze ile ortak atadan
geliyorlarmış.
ABD emperyalizmini selamlamak için dize kadar kırılıp reverans yaptıklarını biliyorduk da “saygı duruşu” gibi manevi selamlarla işleri olmaz sanıyorduk. Yanılmışız. Biz şehitlerimizin, cumhuriyetin kurucularının, Atatürk’ün hatırasına selam dururken takındıkları tavır, kendilerini öksüz hissettikleri anlaşılmasın diyeymiş. Savunma mekanizması geliştirmişler kendilerince. Bakın atalarına kavuşunca nasıl saygıyla selamladılar köklerini.
Radikal ve Taraf’ın temizliğinden sorumlu personele acil uyarı notu: Ardi diyetinde “kabuklu yemiş” varmış. Yöneticilerinizin birer “çekirdek çıtlayıcıya” dönüşmesi an meselesidir, derhal kürek ebatlarınızı genişletiniz.
+++
MİNİ YORUM
Memleketimin bütün dereleri
Erdoğan’ın gür sesi gazetenin her yanında yankılanıyordu: Fırat, Dicle, Gediz, Aras, Murat, Kızılırmak, Yeşilırmak, Meriç....(Nehirler arası bir hiyerarşi varsa sırayı bozduğum için şimdiden özür dilerim...)
Bir ara, kendisini konuşmaya kaptıran haber müdürümüz de vokala başladı: Ayamama!.. Madem memleketimin bütün ırmak, dere ve çaylarından akıp gelen insanlar var salonda; Ayamama’dan akanları da unutmamak, unutturmamak gerek değil mi?