Adalet 2-1 mağlup!
Olan adalet duygusuna, kavramına oluyor. Birbirini tutmaz mahkeme kararları, ya da sanki tornadan çıkmış gibi birbirinin benzeri olan kararlar.
Bir mahkeme, Ağır Ceza mahkemesi, üç yargıçlıdır, başkan ve iki üye...
Çok kere yanlış değerlendirilir:
“Başkan ne derse o olur!”
Görüntü bu olsa da, gerçek bu değildir, üye hakimlerin de karara karşı çıkma, “muhalefet şerhi” verme hakları vardır, niçin karşı olduklarını da belirterek.
***
Giderek bu anlayış değişti, “Reis bey’e karşı” oy veren üyelerin yanında iki üyenin görüş bildirip Başkana “karşı oy” kullandığı da görüldü. Karar onların istediği gibi çıkıyordu.
Ama giderek bu öyle bir hal aldı ki, mahkemenin adı “2-1” e çıktı, çünkü her karar da iki üye birlikte, aynı yönde oy kullanıyor, Başkan hep karşı kalıyor.
“Olmaz mı?” diyeceksiniz, olur, oluyor da lakin dikkati de çekiyor.
***
Avrupa’ya uyum sağlayacağız diye kanunları düzeltirken, acaba şu tutukluluk halini onlara da anlattınız mı?
Aylarca, günlere yıllarca tutuklu kalmak onlara uyuyor mu?
Sanık aleyhimizdeki suçlamaları söyleyin, diye yırtınıyor, sonuç “tutukluluk halinin devamına” diye
çıkıyor.
Delilleri tamamlamak tutuklunun işi mi?
Bu “tutukluluk hali” infaz değil mi?
Diyelim beraat etti, ya da verdirilen ceza tutukluluktan az oldu.
O zaman ne olacak?
***
Halkın, yargıya, hakime, yargılamaya güveni sarsılıyor.
Yargıtay Onursal üyesi Çetin Aşçıoğlu, o beğenmediğimiz köylüdeki bu kavramı anlatır:
“Göreve yeni başlamış çiçeği burnunda yargıç, sıcak bir yaz günü bir süre de yürüyerek, uyuşmazlık konusu taşınmazın bulunduğu yere gelir. Davacı, incelemenin yapılabilmesi için gerekli olan tanıklarını getirmemiştir; bir başka gün yine gelinmesi gerekir. Aylık geliri dokuzyüzelli lira olan yargıç, taşlık ve kıraç nitelikteki tarlanın değerinin ikiyüz lira olduğunu öğrenince tepesi atar ve
davacıya:
-Sen ne utanmaz adamsın; bu sıcakta bizi buraya getiriyorsun, tanıkların bile yok ikiyüz liralık şey için bir daha gelmek zorunda kalacağız. Önceden bilseydim ” bu yerin parasını sana verirdim “, bu kadar uğraşa da gerek kalmazdı.
Köylü deneyimsiz yargıcın sert ve gereksiz sözleri karşısında bir an ezilir, utanır; ancak içindeki hak duygusunun verdiği güçle:
-Hakim bey, ben para pul peşinde değilim hak peşindeyim...
Utanma sırası yargıca gelmişti; hizmet etmekle yükümlü olduğu köylü yurttaşın gönlünü almaya çalışır.”
***
Buralara nasıl gelindi?
Durup dururken değil...
Yargıtay’ın başkanının “Hakimler, vicdanla, cüzdan arasında kaldılar” demesini milad kabul
ederseniz.
Daha eskisi de vardır ya!
Adalete, siyaset bulaştığından bu yana...
Hasan Pulur / Milliyet
+++
Hasan Cemal Kandil’den yeni mesajlar getirdi. Buna göre PKK “şiddet istemiyormuş” ve “bölücü değil”miş!
40 bine yakın insan “sehven” öldürüldü demek ki!
+++
İttifak mı dediniz?
Seçim öncesi Doğan Medyası, Ergenekon, CHP, PKK ve BDP hep beraber ittifak yapıyorlarmış diye bazı cahiller konuşup duruyordu orada burada...
Dün Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan selam gönderdiği gazetecileri öğrendik: Ahmet Altan, Yasemin Çongar, Hasan Cemal, Cengiz Çandar...
(...)
Sadece ’İşte ittifak’diye bir palavranın üzerine atlayanların, kanal kanal dolaşanların mumu ne kadar çabuk söndü onu görün isterim.
Oray Eğin / Akşam
+++
Mahkemeye kafa sallama; yasak!
Ülkenin önemli gazetecileri, bilim adamları, generaller, parti başkanları “tuvaleti içinde küçücük hücrelere” tıkılırken 30 bin kişinin ölümünden sorumlu terör örgütünün lideri “olabilecek en iyi şartlarda” yaşatılıyor, adasından devlete şartlar dayatıyor, sıkılmasın diye yanına arkadaş veriliyor.
Haydi bunlara bile susuldu. Ama dün verilen haberde Hakim’in; eski 1’inci Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan’a “Mahkemeye karşı kafanızı sallamayın yoksa sizi dışarı atarım” dediği bildiriliyordu ki eh artık bu kadarı fazla. Nasıl bir yargılama tarzıdır, 27 Mayıs darbesi sonrasında Adnan Menderes’e ailesinin, çocuklarının önünde yapılan “oturma, kim sana otur dedi, kalk ayakta dikil” uyarıları ve hakaretleri mi örnek alınıyor?
O zaman demokrasi yoktu, darbe dönemiydi ve hiçbir şeyin hesabı sorulamıyordu, şimdi nasıl açıklanacak? Hakimin karşısındakiler mahkum değil, “şüpheli” ve bunların yüzlercesi “duruşmayı böyle bekleyeceksiniz” diye içerde tutuluyor. Koskoca bir orduya komutanlık etmiş bir generali ve diğer şüphelileri hakimler böyle “çocuklara bile yapılmayacak şekilde” azarlayabilir mi? Bırakın hukuku bir yana sadece insan olarak bile cevap “hayır” dır. Bir yanda bunlar yaşanırken diğer yanda “Öcalan’a ev hapsi” de eksik kalmamalıdır elbette!
Ruhat Mengi / Vatan
+++
Dogville’nin Jim Carrey’si
... O 40’lı yaşlarında başladığı gazetecilikte bir tür “Jim Carrey” dir.
Kendisini daha çok sevmesine vesile olan bu mesleği sevmiştir o.
O kadar sevmiştir ki, hayatı o olmuştur.
Her şey gazete içindir, her şey gazete üzerinde yaşanmalıdır.
O buna sitcom demiştir ve başrol oyuncusu da kendisidir.
Beraber çalıştığımız dönemlerde yüzümü asık gördüğünde “Neyin var” diye sorduğu zaman yanıt vermezdim.
Çünkü yanıtta bir haber değeri görse, onu bile gazete sütunlarına taşımaktan çekinmeyecek kadar sitcom yazarıdır. Ama öyle görünüyor ki, tüm bunların sonunda Dogville’deki Nicole Kidman gibi olmaya da namzettir. Tebeşirle çizilmiş bir kentte.
Yalnız başına oynayarak.
Fatih Altaylı / Habertürk
+++
“Silivri’den Meclis’e giden tünel” yalan oldu
SORU: Mehmet Haberal, Mustafa Balbay ve Engin Alan’ın tahliye edilmemelerine nasıl bakıyorsun?
CEVAP: Hiç hoş bakmıyorum. Tahliye edilmeleri gerekirdi. KCK tutuklusu beş milletvekili için de geçerli bu görüşüm.
***
SORU: Peki ama Haberal, Balbay ve Alan’ın “Ergenekon” gibi, “Balyoz” gibi demokrasi açısından çok mühim davalardan yargılanıyor olmalarını hiç mi hesaba katmayacağız?
CEVAP: Hadi birlikte hesaba katalım: Bu şahıslar suçlu mudurlar? Henüz hiçbirimiz bunu bilmiyoruz. Hüküm giyip cezalarını mı çekiyorlar? Hayır, yargılanmaları sürüyor. Daha mühim soru şudur: Bu kişiler suçlu bulundukları takdirde, milletvekili oldukları için yırtacaklar mı? Hayır, yırtamayacaklar. Çünkü yargılanıp suçlu bulunurlarsa, milletvekili dokunulmazlığı onları kurtaramayacak. Bu durumda “tahliye edilirlerse yırtmış olurlar” denilebilir mi? Ya da “Silivri’den Meclis’e kazılan tünel” den söz edilebilir mi?
***
SORU: Peki ya Hatip Dicle olayı?
CEVAP: Baştan sakat bir olay... Adama “Sen aday olabilirsin” diye onay verilmiş... Adam da bu onaya göre aday olmuş... Vatandaştan oyu almış... Ama tam bu sırada “pardon, pardon...” denilmiş... Üstelik Hatip Dicle’nin yerine yeterince oy alamamış iktidar partisi adayı “milletvekili” olarak ilan edilmiş. Bu sefer ben sorayım: Bu durum vicdana, izana, insafa, adalete, hakka, hukuka sığar mı?
***
SORU: Hatip Dicle’nin durumunun tartışmalı olduğunu bilerek aday gösterenlere hiçbir şey söylemeyecek misin?
CEVAP: Söylemeyeceğim. Daha doğrusu söyleyemeyeceğim... Çünkü sorumluluk Hatip Dicle’yi aday gösterenlerde değil, en başta “aday olabilir” diyenlerdedir.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
Yaratılmış kadro
Eski Anayasa Mahkemesi raportörü Osman Can, AKP iktidarına gösterdiği yakın ilgi nedeniyle olsa gerek, yaratılan kadro karşılığı Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Ana Bilim Dalı’na atandı. Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu da, kendisine hiç danışılmadan yapılan bu atama konusunda Marmara Üniversitesi Rektörlüğü’ne başvurdu:
“... ilan edilen doçentlik kadrosu ve atama yöntemi tamamen hukuka aykırıdır. Kadro ihtiyacının belirlenmesine ve akademik kadro ilanına çıkılmasına ve başvuruların kabul edilmesi ve jürinin belirlenmesine ilişkin yasal süreç izlenmeden Rektörlükçe doçentlik kadrosu için verilen ilan ve izlenen atama süreci, Üniversitemizin belirlemiş olduğu ölçütlere, Yönetmeliğe, Kanuna, Danıştay içtihadına, anayasaya, hatta Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere açıkça aykırıdır.”
Yüzde 50’den sonra daha neler göreceğiz, neler, maydanozlu
köfteler...
Işık Kansu / Cumhuriyet
+++
“Büyüklerimiz” var çok şükür
Taze milletvekili Hakan Şükür’e Hatip Dicle’nin durumu sorulunca; ’büyüklerimiz, bakanlarımız bilir’ dedi ya..
Sen ne biçim milletvekilisin, fikrin yok mu diyen mi ararsın.. Madem bilmiyorsun neden milletvekili oldun diyen mi?
(...)
Hepimiz biliyoruz ki.. Bütün partilerin büyükleri var.. Üç kişi, beş kişi.. Milletvekilleri o büyüklerin söylediklerine bakıyor.. Çünkü ne söyleneceğini o büyükler belirliyor.. Milletvekillerinin çoğu zaman suskun kalmasının nedeni bu.. Büyüklerinin ne diyeceğini bilememesi.. Peki, o büyükler de birilerine soruyor mu?
Evet.. Aslında onlar aracı..
Onlar da liderlerine soruyor..
Sistem bu.. Bu yüzden liderler demokrasisi diyoruz ya..
Mehmet Tezkan / Milliyet