Açılım masasına mı atandı?
TSK, TBMM ve Emniyet’in ortak çabasıyla memleketine dönmesi sağlanan Başkomiser Emre, “devlete hizmet için” ortağı Önder Aytaç’tan ayrıldıktan sonra, Taraf’ın “açılım” yazarı oldu
18 Mayıs 2009
Aytaç’ın Notu: Sözde Emre, bundan sonra özde ve gözde Emrullah olarak bu köşeyi bütünüyle bana bırakacak ve devlete özde hizmet edecek. Ben de sözde kendim olarak Taraf’ta yazmaya devam edeceğim.
23 Mayıs 2009
Uslu’nun Notu: APOLETİKA köşesinde Önder Aytaç ile olan beraberliğimiz sona erdi. Bundan sonra coşkulu üslubuyla o, APOLETİKA’yı yazmaya devam edecek bense taze bir başlangıçla AÇILIM köşesini yazacağım.
Bu işin kendi tekellerinde tutan ‘çift kimlikli yazarlar’ı tedirgin etmek gibi olmasın ama “Emre Uslu” karakteri polisiye roman yazmak konusunda iştahımı kabarttı.
Bir kere sürükleyiciliği olan birtip, peşine düşerseniz kah İstanbul’dasınız, kah Utah’ta, kah Teksas, kah Toronto... Sonra karakterin derinliği var. Sığ değil... Okuyucuya tanıtmaya çalıştıkça, nasıl bir deryaya düştüğünüze siz de şaşıyorsunuz... Sürprizlerle dolu. Bir ‘polis memuru’ olan karakterin, kelimelerin büyüsüyle, her teşkilata lazım bir tür Matrix’e dönüşmesi mümkün. Sonra tehditkar medyanın deyimiyle “çaylak” olmak da polisiyede büyük bir avantaja dönüşebilir. En çetrefilli dosyaları hep “bu işleri bilirim rehaveti”ne kapılmamış ‘çaylak’lar çözmez mi? Malzeme güzel, zaman ve mekan uygun. Bugünü antreman mahiyetinde, küçük bir öykü denemesine ayıralım ne dersiniz!
İstihbarat raporu gibi
1999 yılında Polis Akademisi’nden mezun olduktan sonra mesleğe komiser yardımcısı olarak başlayan Emre, komiser rütbesine terfi ettikten sonra Terörle Mücadele Daire Başkanlığı’nda görevlendirilir.
Emre’nin hem çalışıp hem okuduğu bilgisi önemlidir. 1998’de doktora tezine başlar. O tezde bugünlerde manşetleri süsleyen haberlerin alt metni, hadi haksızlık olmasın, bir haber metninden çok daha ötesi, bir nevi istahbarat raporu içeriği saklıdır. Emre’ye göre “Yeşil sağdır ve Türkiye’de yaşıyordur.” Emre bu çalışma aracılığıyla “medyanın nasıl dezenformasyona maruz kaldığı” konusunda da uzmanlaşmıştır ki, bu tecrübe ‘gelecek görevleri’nde çok işine yarayacaktır...
Tezini yıllar sonra Ümraniye Soruşturması nedeniyle çok tartışılan sacayağını “Mehmet Ağar’a yakın Emniyet kanadı, Mehmet Eymür’e yakın MİT kanadı, Veli Küçük’e yakın Askeriye kanadı” üzerine oturtması bir tesadüf sonucu mudur? ( Kimbilir... )
Kişisel gelişim konusunda azimli olan Emre, ABD’deki çeşitli üniversitelere burs başvurusu yapar. Olumlu yanıt “Genelkurmay bilgisayarlarına girerek dışarıya bilgi aktarılan merkez olma” iddiasıyla tanınan Utah’tan gelir. “İki yıllığına pasif görev” izni alan Emre, okyanus ötesindeki görevine, pardon Utah Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’ndeki öğrenimine başlar. Takvim yaprakları 2001’i göstermektedir.
Kıtada mahsur kaldı
2003’e gelindiğinde burs süresi, dolayısıyla izni sona erer. Ancak yurda Emre değil, üç ayda bir tazelenen ‘Okyanus ötesi uçamaz’ raporları döner!
Emre okyanusu yürüyerek mi aşmıştır? Yoksa bu raporlar ‘gizli bir görev’in kamuflesi için midir?
Kısa süre sonra, Önder Aytaç ile paylaşacağı köşeyi edinir. Ortağının sicilinde hem TESEV raportörü olarak TSK’yı karaladığı, hem de emniyet operasyonları hakkında medyaya servis yaptığı yönünde suçlamalar vardır. Haliyle bu Taraf’lı köşe merak uyandırır. 657’ye tabi olan karakterimiz, nasıl olur da ‘Kimliği ve devleti ile sorunlu çevrelerin provokasyon ve propaganda bülteni’ olduğu iddia edilen yayın organında görüş belirtici yazılar kaleme alabilir?
Yoksa Emre yolunu kaybetmiş bir köstebek midir?
Zamansız deşifre
Bu soru askeri kanadı da düşündürür. Ordu,“rahatsızlığını, Başbakanlık aracılığı ile emniyete bildirir” ve Emre hakkında inceleme süreci başlar.
Aynı günlerde ‘odatv.com’ Emre’nin ‘deşifre’ olduğunu öne sürer. Buna göre kahramanımız;
1. Utah’ın başka akademisyenleri tarafından, TSK’ya karşı yoğun bir kampanya başlatılmasının sorumlusu olarak gösterilmektedir...
2. Asker kaçağıdır...
3. Devlet Memurları Kanunu’nu delmiştir...
Ve bu suçlardan dolayı hakkında yakalama emri çıkarılmalı, hatta askeri savcılarca sorgulanarak ‘vatana ihanet’ten yargılanmalıdır...
Bu yayınlardan sonra Emre kontrolünü kaybeder ve konuşur: “Beni Türkiye’ye göndermek istiyorlar. Yeşil, Hizbullah, IBDA-C ve Ergenekon yazılarımdan dolayı hayatım tehlikede.”
Emre bir takım çevrelere ‘beni koruyun’ mesajı mı vermektedir? Yazılarından dolayı Emre’nin canına kast etmek için ABD’den dönmesini kollayanlar, ellerinin altındaki Önder’e neden dokunmamaktadır?
Olaylar zinciri giderek sarpasarmaktadır ve siyasetin müdahil olmasının tam zamanıdır. CHP Milletvekili Atilla Kart, TBMM Başkanlığı’na, İçişleri Bakanı‘ın yanıtlaması istemiyle bir soru önergesi verir.
Soru (lar) şudur: “Uslu ve benzeri konumdaki kamu görevlileri, hangi siyasi ve bürokratik irade tarafından himaye edilmektedir? Uslu ABD‘de hangi kurumlardan burs almaktadır?”
Soruşturmayla döndü
Muhalifler iktidarı devirmek için biriktirdikleri kozların arasına “imtiyazlı memur” koduyla Emre’yi de katmıştır. Emre’ye yol görünür.
14 Nisan 2009’da Milliyet gazetesi Emre’nin “Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulu’nun aldığı ‘Türkiye’ye geri çağrılması’ kararı dolayısıyla dönmek zorunda kaldığını” duyurur. Emre 20 Nisan 2009 günü Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığı’ndaki görevine fiilen başlar. Başkomiserlikten emniyet amirliğine yükselmek için sınava da girer ancak Türk eğitim sistemine yabancılaştığından olsa gerek 100 sorunun 44’üne yanlış cevap verir.
Emre dönerek hakkındaki şaibelerin bir kısmını bertaraf etmeyi başarmış gibi gözükse de, meslektaşları bir şikayetlerini dile getirdiklerinde bile disiplin cezası alırken, ideolojik olarak Taraf olan bir gazetede köşe yazıları yazabilmesi hala tartışmalıdır.
Bu arada ülkenin genel ahval ve şeraiti Emre’nin hayatındaki çalkantılarla paralellik gösterir...
Örneğin “Türk Polisinin ABD’deki düşünce Kuruluşu” olan ve Emre’nin de internet sitesine yazılarıyla katkıda bulunduğu TIPS sessiz sedasız kapanır...
Aynı günlerde, bir zamanlar Emre’nin de yazılar yazdığı bazı gazeteler ‘U’ dönüşü ile ABD aleyhtarlığına soyunur...
Bu arada Cumhurbaşkanı ülkenin en önemli sorunun adını “Kürt Sorunu” koymuştur. Ve bu sorun ekseninde gösterilen faaliyetlerin genel adına “açılım” denmiştir. Hasan Cemal adlı itirafçı Kandil’e gidip PKK’lıların mesajlarını not etmiştir...
Köşeleri ayrıldı
Emre ve ortağı hakkında TCK’nın 301. maddesinden suç duyurusunda bulunulur. Önder göreceli olarak, kahramanca bir çıkış veya ceza indirimi umuduyla kendini ortaya atar: Bütün suç benim hakim bey!
Ve iki ortağın yolları ayrılır...
Önder, bundan böyle Emre’nin sadece devletine hizmet edeceğini yazar. Ama daha önce nerelere hizmet ettiğini ucu açık bir tartışma başlığı olarak öylece bırakır.
Tam herşey ‘normalleşiyor’ derken, Emre yeniden zuhur eder. Tek başına ve manidar bir tabela altında: Açılım... Devlet memuru olan, ortağı tarafından bundan sonra yalnızca devlete hizmet edeceği duyurulan Emre, Taraf’ta, devletin en yüksek rakımlı makamının stratejisi olan “Açılım” başlığı altında, Hasan Cemal’in getirdiği mesajlar doğrultusunda, PKK’yı içerden yorumladığına göre...
1. Taraf, Terörle Mücadele Daire Başkanlığı bünyesindeki birimlerden biri midir?
2. Emre bu brime Açılımdan sorumlu başkomiser olarak mı atanmıştır?
3. Hiçbiri ise, Emre hangi cesaretle devlet memurlarına yasaklanan eylemlerini sürdürmektedir?...
Nasıl iyi deneme değil miydi?
Bu soruları cevaplamaya kalkışırsak, iyi bir polisiye roman çıkmaz mı?
++++++
İktidar maytap geçiyormuş
Arınç ilk sınavında zedelenmiştir.
Haber Türk TV’ye verdiği mülâkatta Arınç’ın, Deniz Feneri davasındaki “asıl failler” arasında adı geçen RTÜK Başkanı Zahid Akman’ı istifaya davet ettiğini ve kabul ettirdiğini söylemesi ilgi ve memnuniyet uyandırdı. Ne kadar lütufkâr...
Hakkında yığınla suçlama bulunduğu halde delilleri karartacak bir mevkide aylardan beri direnen Akman, şimdi TV yayınlarının kamu otoritesi olan kuruma veda mı etmiştir? Hayır...
Temmuzda üçüncü kez başkanlığa aday olmayacak ama kuruldaki üyeliği 2013 yılına kadar sürecektir. Nesi bomba bunun?
Bir patlama yoktur; ancak bir maytap parlamasından söz edilebilir. Sokak deyimi ile iktidar “maytap geçmek” yoluyla Deniz Feneri rezaletindeki vebalini karambola getirmeye çalışmaktadır. Ama bu merhamet soygunculuğu topluma mal olmuş, muhalefet dava üstünde uzmanlaşmıştır. Kurnazlık bu aşamadan sonra ancak itibar kaybettirir.
* Güngör Mengi / Vatan
++++++
MAYINLI ARAZİ
Şike kanunu
Kendi ordumun döşediği mayını kendi ordum temizleyemiyor, onun gözetiminde ve denetiminde uzman taşeron firmalara verip kendim sökemiyorum, “sen yabancı İsrailli, ABD’li, İngiliz; gelin mayını temizleyin, 44 yıl altın toprakları işleyin, üstü de sizindir, altı da sizindir, eti sizin kemiği bizimdir yasasını” çıkartmak şike değilse nedir?
150 yıl önce Kıbrıs da böyle gitti!
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Fener’e Akman pansumanı
Deniz Feneri e.V davasının kitabını yazan, bu yüzden Habertürk’teki işini de kaybeden Ali Gülen bir not göndermiş... Okuyalım:
“Yurtdışında yaptığımız araştırmalarda, AKP’ye kadar uzanan yaklaşık 20 bağ ve iddia tespit etmiş durumdayız. Paraların elden Zekeriya Karaman’a taşınmasının belgeleri, sahte faturalar, enişte-bacanak- dünürlük ilişkileri ve gizli muhasebe kayıtları var. Saatine kadar paraları kimlerin, Kanal 7’nin ikinci katında kime nasıl teslim ettiklerinin belgeleri var. Tüm bunlar olurken, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın şu açıklaması oldukça ilginç; “Banka havale dekontları eksik. Onun için soruşturmayı başlatamıyoruz.”
Deniz Feneri e.V. sistemi, Yimpaş ve Kombassan gibi ” Paraları elden taşıma ve hiç bir alındı belgesi almadan teslim etme “ esasına dayalıdır. Banka havale dekontları zaten olamaz ki... Alman yargısının suçla içiçe dediği kişiler olan Zekeriya Karaman, Zahid Akman, İsmail Karahan, Mustafa Güler ve Harun Kapıyoldaş gibi isimler, hem Türkiye Deniz Feneri hem de AKP ile iç içedir...”
Fener’in paralarının AKP’ye gittiği kanıtlanırsa, bu durum partinin kapatılmasına yol açacaktır. O yüzden AKP’de telaş artıyor. RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın gelecek temmuz ayında Başkanlıktan istifa edecek olması yoğunlaşan tepkileri gidermeye yönelik bir pansumandır.
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Yazı İşleri’nde akıl tutulması
NTV’de siyaseten doğrucu tavır, zirvesini günlük medya programları olan ‘Yazı İşleri’ adındaki şeyde yapıyor. O programı sunan bir buçuk insan sürekli olarak seçtikleri konular ve özel ilgi gösterdikleri yorumlar, ağırladıkları konukları ile Türk medyasındaki akıl tutulmasının en büyük suçlusu olarak ortaya çıkıyorlar.
O tavır o ruh hali yazıları iyi denilerek okunan yazarların da zaten pek parlak durumda olmayan beyinlerini tamamen durma noktasına getirdi.
Onlar her gün belki yeniden ekranda okunuruz diye bir gayret içinde, hep aynı türde boş yazıları yazıp duruyorlar.
Korkunç bir kısır döngü bu.
Artık medyada ideolojiler çatışmıyor. Sadece yeteneksizler ile yetenekliler arasında mücadele var. Büyük bir savaş aslında bu. Yeteneksizlerin büyük çevreleri, bağlantıları var. İnsanın küçük parmağıyla yazabileceği türde yazıları gönderiyorlar gazetelerine. Kimsenin ‘Bu ne hal, utanmıyor musun? Al şunu da yeniden yaz’ dediği de yok.
* Serdar Turgut / Akşam
++++++
GÜNÜN SORUSU
Dosya eksikken dava açılamazsa;
soruşturmasında 12. etap geride bırakılan Ergenekon Davası nasıl açıldı? Ve siz neden o zaman hatalı açılmış bu davaya destek verdiniz?
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
MİNİ YORUM
Boynuz ile kulak
“Darbeciler, hukukun ve demokrasinin savunucuları olarak sahne almaya çalışıyorlar.” diyen Cengiz Çandar, bu strateji karşısında dehşete kapılmış... İnsan hakları ve demokrasi savunucuları olarak sahne alıp, e-posta talimatları, karanlık yemek ittifakları ile hükümet yıkıp, hükümet kurmaya kalkıştıkları düşünülünce “boynuz kulağı geçer” paniğine mi kapıldı dersiniz?