Aç kalarak tasarruf olur mu?

Başbakan ve ekonomi ile ilgili bakanlar, kendilerini de örnek vererek, kredi kartlarının yalnızca bir ödeme aracı olarak kullanılmasını istiyorlar. Emekli bir banka genel müdürü arkadaşımızın söylediğine göre de “Birçok insan kredi kartlarını yaşamını devam ettirmenin bir aracı olarak kullanıyor.”
Tok açın halinden anlamaz... Parası ve geliri olan neden kredi kartıyla borçlansın? Denize düşen yılana sarılır... Aç kalanlar da kredi kartına sarılıyor. Kredi kartlarında ödeme sorunu da savurganlıktan değil, yetersiz gelir nedeniyle ortaya çıkıyor. Eğer bir kişi savurgansa, kredi kartı olmasa da nakit para harcar. Başka bir ifade ile, tüketim ve tasarruf gibi sorunlar emir-komuta ile veya tavsiye-rica ile olmaz. İktisat politikası ile olur.
Son iki gündür, iki farklı radyoda, “Türkiye’nin yüzde 12’ler seviyesine düşen tasarruflarını nasıl artırılabilir” konusu tartışılıyordu. Genç akademisyen ve gazeteciler, söz birliği etmişçesine, bireysel emekliliğin teşvik edilmesi, tüketici kredileri ve kredi kartlarına sınır getirilmesi gibi önlemleri savunuyordu. Elbette bunlar da tüketim-tasarruf dengesini kısmen etkiler... Ancak asıl etkili olan, ekonomik istikrar, vergi politikası, bütçe politikası, faiz ve kur politikası gibi makro politikaları kimse tartışmıyor. Zira anlaşılıyor ki, spekülatif ekonomi bu gençlerin bir kısmını da kendine benzetmiş.
“Bu köşede tasarruflar nasıl artar” sorusuna birkaç yazımda cevap verdim. Aslında tasarrufların neden düştüğünü analiz etmek de, nasıl aratacağına dair dolaylı bir cevaptır.
1) Bir ekonominin iç ayağı, kamu kesimi, şirketler ve hane halkının yaptığı tasarruflar toplam tasarrufları oluşturur. Bu toplam tasarrufların GSYH’ya oranı ise tasarruf oranını gösterir. Türkiye’de fert başına ortalama gelir düşük olduğu için, gelirin büyük bir kısmı tüketim harcamalarına gidiyor. Çin gibi bazı gelişmekte olan ülkelerde tasarruf eğilimi yüksektir. Bunu geleneksel yapılara ve piyasanın devlet tarafından düzenlenmesi ve kontrolüne de bağlamak gerekir.
2) Gönüllü tasarruflar olan bireysel tasarruflar ve Kurumsal tasarrufları (sosyal güvenlik sisteminde toplanan fonlar gibi) değerlendirecek finansal sistemlerin yetersiz olması, mevcut tasarrufların daha etkin değerlendirilmesini önlüyor.
3) Son yıllarda vergi sistemi ve özelleştirme bütçeye gelir sağlama aracı olarak görüldü. Aslında vergiler cebri tasarruf araçlarıdır. Buna karşılık aşırı vergi yükü kamu tasarruflarının artmasına ve fakat özel tasarrufların düşmesine yol açmıştır. Özelleştirme de yalnızca bütçe açığını kapamak için yapıldığı için, yatırım hacmi azalmıştır. Yabancıya satılan kamu altyapı yatırımlarının kârları da her yıl yurt dışına çıkmaktadır.
Kayıt dışı ekonominin yüksek olması da, vergi kaybına yol açmış ve kamu tasarruflarına olumsuz etki yapmıştır.
4) Yabancıya satılan bankalar ve kârlı işletmeler de her yıl 6-7 milyar dolar dışarıya kâr transfer etmektedir.
5) Sıcak para ekonomiyi kırılgan yapmıştır. Piyasanın spekülatif bir yapı kazanmış olması da aynı zamanda üke riskini artırmış ve tasarrufları olumsuz etkilemiştir. Ayrıca ülke riskinin artması yurt dışına kaynak çıkışına yol açmıştır. Kimse parasını geri getirmek istemiyor. Mamafih varlık barışından gelen 5- 6 milyar dolardır.
6) Sıcak para kur üzerinde baskı yaratmış ve düşük kur ithalatı ucuzlattığı için, tüketim mallarında ithalat patlaması, tüketimi artıran bir etken olmuştur.
7) Mevduatta vergi sonrası ele geçen faiz oranının enflasyonun altında olması, yani eksi reel faizler, tüketimi artırmıştır. Para tutmak el yakar hale gelmiştir. Buna karşılık ülke riskinin yüksek olması ve bankaların kredi faizlerini yüksek tutması da eksi reel faizde artması gereken yatırımları artırmamıştır.
Bu sorunlar, Başbakan veya Bakanların halka tüketimi kısın demesiyle veya birkaç finansçının “bireysel emeklilik artsın” demesiyle çözülmez. Hükümet günü kurtarmak, finansçılar da spekülatif kâr peşinde oldukça, Türkiye bu tuzaktan kurtulamaz. Çözüm yalnızca ciddi bir planlama ve ulusal iktisat politikaları ile olabilir.

Yazarın Diğer Yazıları