ABD-İsrail İran'ı vuruyor, Türkiye kaybediyor
31 Mart seçimleri öncesinde iç politikanın geleceğine yönelik yazdığım yazılardan birinin başlığı "Erdoğan kaybediyor" idi. Nitekim de öyle oldu. Bakmayın siz Cumhur ittifakı yüzde 52 oy aldı dendiğine.
Bu karmaşık yapıda yani hem ittifakla hem partiler olarak aynı anda girilen seçimde hangi partinin kaç oy aldığını söylemek mümkün değil. Yerel seçimin ağırlık merkezi İstanbul idi ve burada da kaybetti.
Aynı yazımda kaybeden Erdoğan'ın daha önce trenden indi dedikleri ortaklarıyla yeniden bir araya gelip yeni ortaklıklar oluşturmaya çalışacağını, kabineyi değiştireceğini, eğer dışarıdan gerekli ekonomik ve siyasi desteği alamazsa erken seçime gitmek zorunda kalacağını yazmıştım. Gidişatın büyük oranda bu yönde olduğunu görüyoruz.
Diğer bir yazımda da dış politikaya odaklanmış Türkiye'nin çevresindeki kuşatmaya ve tuzaklara dikkat çekerek "Türkiye kaybediyor" başlığıyla yazmıştım.
Bunları yaparken de Atatürk'ün gösterdiği yolu hatırlatmıştım. Atatürk şöyle açıklıyor: "Asıl olan iç cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin meydana getirdiği cephedir. Dış cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki silahlı cephesidir. Bu cephe sarsılabilir, değişebilir, mağlûp olabilir; fakat bu durum, hiçbir zaman bir memleketi, bir milleti yok edemez. Önemli olan, memleketi temelinden yıkan, milleti tutsak ettiren, iç cephenin çökmesidir."
Atatürk iç cephenin hayatiyetinden bahsediyor. Ama gelin görün ki 31 Mart seçimlerinin üzerinden 24 gün geçmesine rağmen seçim tartışmaları İstanbul özelinde bitmedi. Bu tartışmalar kutuplaşmaları derinleştirecek şekilde devam ederken şehit cenazesinde Kılıçdaroğlu'na yönelik saldırıyla iç cephedeki kırılgan fay hatları sert şekilde tetiklenmiştir.
Gelinen gün itibariyle YSK'nın İstanbul seçimleriyle ilgili vereceği karar bu tetiklenmenin nereye evrileceğini de belirleyecektir.
Türkiye'nin içeride ve dışarıda kaybetmesinin temelinde de 16 Nisan anayasa değişiklikleriyle parlamenter demokrasideki bütün kurumsal karar süreçlerinin ve yetkilerinin tek bir kişiye bağlanması olduğunu bir kez daha söyleyelim. Çünkü bu yapı yönetilemeyen, analiz yapamayan, öngöremeyen, doğru karar alamayan bir devlet yönetimi oluşmasına neden olmuştu.
İç cephede yukarıda belirttiğimiz dağınıklık ve parçalanma hızlanırken bakın 31 Mart'tan sonra bile çevremizde Türkiye'ye yönelik tehditleri artıran, açmazları çoğaltan neler oldu:
Biz ABD ile Rusya arasında seçime zorlanırken ABD ile Rusya anlaştı ve Suriye dahil kriz noktalarındaki dizayn ve paylaşımlar için derin görüşmeler yapıyor.
ABD İran'a yönelik yaptırımlar çerçevesinde Türkiye dahil sekiz ülkeye ağladığı muafiyetleri Mayıs başından itibaren kaldırıyor. Artık Türkiye İran'dan petrol alamayacak. Alırsa yaptırımlara maruz kalacak.
İran yaptırımlarında Türkiye'ye muafiyet sağlamayan ABD'nin S400 konusunda Türkiye'ye muafiyet sağlayacağını ümit edenler var. Türkiye'nin ABD ile ilgili her kriz konusunda Trump'ın iyiliğinden bahsedip onun insafına kendini bırakması bile devletin yönetilemediğini, değerlendirme ve öngörü yapılamadığını göstermektedir. Trump'ın İran konuşunda yapamadığını S400 gibi çok teknik ve tehdit raporlarına rağmen yapacağını beklemek hayaldir.
İran'a yönelik yaptırımlar Suriye'deki ekonomik ve sosyal sorunları artıracaktır. Yoğun yakıt sorunu yaşayan Suriye'de Esad'ın kontrol ettiği bölgelerde Esad karşıtı yeni kalkışmalar önümüzdeki günlerin ana gündemi olabilir.
Rusların Suriyeli komutanlar ve Alevi aşiret liderleri arasında Esad giderse nasıl bir senaryo bekliyorsunuz araştırması yapması dikkatlerden kaçmamalı.
Suriye sahasındaki son gelişmeler İran yaptırımların tam uygulamaya geçilmesiyle eş zamanlı olarak ABD'nin İsrail ile birlikte Suriye'deki İran hedeflerini vurmaya hazırlandığını gösteriyor. Bunun Iraktaki İran hedeflerini de kapsaması sürpriz olmayacaktır.
ABD bu saldırılarına karadan YPG/SDG'yi kullanarak Deyrezzor bölgesinde başlaması havadan da ABD-İsrail saldırılarıyla yapılması planlanıyor. Rusların aynı bölgedeki konuşlanma mevzilerini değiştirdikleri, Abu Kemal kenti çevresinden çekildikleri haberleri de var. Bu hareket Rus-ABD uzlaşıları kapsamında ve ABD-İsrail'in oradaki İran varlığını vurma planı kapsamında olduğunu söylersek büyük fotoğraf daha net görülebilir.
ABD'nin YPG'yi İranlı milislerin üzerine sürerken YPG'nin taleplerini de karşılayacak kuşkusuz. Bunun başında güvenli bölgenin YPG'yi korumasını sağlaması ve Türkiye'nin sınırı geçmesinin önlenmesi var. Afrin'in kontrolünün ele geçirilmesi için destek verilmesi de YPG'nin diğer talebi.
Bu arada YPG'nin bugün (24 Nisan) sözde Ermeni soykırımına da dikkat çekmek için Suriye kuzeyinde Ermeni şehitleri adında bir terörist grup kurduklarını resmen açıklayacaklar. Bu bile Suriye'de nasıl bir kumpasla karşı karşıya olduğumuzun son uyarısıdır.
16 Nisan anayasasıyla oluşan yönetim sistemi Türkiye'nin iç cephesindeki dağılmayı ve dışarıdaki olayları, kuşatmayı, kumpasları okumasını kavramasını öngörmesini engellemektedir. Bunu görmeden Türkiye'nin çıkarları açısından çözüme ulaşmak sonuç almak da mümkün değil.