AA AKP seçim bürosu mu?
Devletin, tarafsız olması gereken haber ajansının dağıttığı görüntülerde muhalefete karartma uygulanırken,
iktidarın propagandası yapılıyor. Yoksa Hilmi Bengi, AKP Basın-Halkla İlişkiler sorumlusu sıfatıyla ek iş mi yapıyor?
CHP Çorum mitingi:11 AKP Çorum mitingi:17 AKP Ayfon mitingi:26
Bunlar Anadolu Ajansı’nın, basına servis ettiği fotoğrafların sayısı.
AA, seçim gezilerinin fotoğraflarının dağıtımında, nicelik değil nitelik açısından da ayrıcalıklı davranıyor. ’CHP mitingini gösterecek’ bir kare fotoğraf yok. Gösterilen sadece ’mitingden insan manzaraları’. Bayrak tutan birkaç kadın mesela... Bir semt pazarı, ne bileyim fırıncı kuyruğunda bekleyen bir dizi insan görünümü veriyor fotoğraflar. Miting bir sokak arasında yapılmış da, altın gününe giden kadınlar ’öyle bir uğraymış’ gibi.
Ve Baykal. Koca sahnede küçük bir adam figürü.. Adaylarını tanıtırken gösteren iki kare sanki ayıp olmasın diye eklenmiş. Onlar da stüdyoda çektirilmiş hatıra fotoğrafları gibi...
Aynı şehirde yapılan AKP mitinginde durum tersine dönmüş. Objektifin açısı genişlemiş, uçsuz bucaksız bir insan seli kaydetmiş... Çorum’un içinden birkaç defa geçtim. Fotoğraflara bakınca, abartılı perspektif sağolsun, Çorum’da adeta bir Tiananmen meydanı yaratmış. Erdoğan da, dünyanın en büyük meydanına, dünyanın en büyük diktatörlerini kıskandıracak kadar hakim...
Rekor fotoğrafla geçilen Afyon mitinginin de bundan farkı yok... Erdoğan otobüste halkı selamlarken, sahnede halkı selamlarken, Emine Hanım’la birlikte el sallarken, selam alırken, kalabalığa çiçek atarken, çiçekler havada süzülürken, çiçekler kalabalığa doğru irtifa kaybederken, kalabalık çiçekleri kapışırken, Erdoğan kızarken, paylarken, gülerken, kalabalık bayrak sallarken, alkış yaparken... abartmadan söylüyorum uçan kuşu dahi fotoğraflamış devletimizin çalışkan ajansı...
’Erdoğan albümü hazırlama’ durumu iktidarın talebi mi, Bengi’nin iktidara “kanımız canımız size feda olsun” gösterisi mi, yoksa AA’da, “kraldan çok kralcılar” mı var? CHP’yi, nesnelerin arasındaki boşluğu bile yok edip, küçük bir yığına dönüştüren dar objektifle çekilen 11 kare, AKP’yi ise, göz yanılmasının daniskasına neden olan geniş objektifle 26 kare servis eden Bengi, AA’nın AKP’nin basın halkla ilişkiler bürosuna dönüşmesini nasıl açıklıyor? Açıklayabiliyor mu? Koltuk aşkı nelere kadir Sayın Bengi?
AKP mintinginde uçan kuşu bile çektiler
++++++
Kemal Abi düşerken...
Bu saltanat masalı da burada biterken gökten üç sıkıntı düşmüş, biri Erdoğan’ın uykularına, biri Unakıtan’ın kalbine, biri de Doğan’ın cebine...
Doğan Grubu’na kesilen yüklü vergi cezası ile Unakıtan’ın rahatsızlığının aynı günlere denk gelmesinin tesadüf olmayabileceği iddiasını Yalçın Küçük’ün ağzından aktarmıştık...
Ertuğrul Özkök yazdı, Doğan Grubu Mali İşler Koordinatörü Soner Gedik ile Gelirler Genel Müdürü arasındaki görüşme Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın bilgisi dahilinde yapılmış. Yani Unakıtan’ın yapılacak “operasyon” dan haberi varmış. Hatta Doğan Grubu’na ’yol-yordam’ göstermiş...
Emre Kongar dünkü Cumhuriyet’te, bazı demeçler hatırlattı. Şimdi bir film şeridi gibi geçirin gözünüzün önünden...
AKP Trabzon Milletvekili Kemalettin Göktaş ne diyordu: Partimizi karalayan Doğan Medya’nın sahibi Aydın Doğan, bir sabah evinden saat 06.00’da polisler tarafından gözaltına alınıp elleri kelepçeli olarak karakola götürülürse buna hiç şaşırmam...
Tayyip Erdoğan: Hakkında bildiklerimi açıklamaya beni mecbur etmesinler...
Deniz Feneri patladı.
Ve malum çağrı:
O gazeteleri almayın!
Melih Aşık’ın köşesinde okuduklarımız: “Mimar Korhan Gümüş, Anakent Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın bir danışmanından duymuş: Bizimle uğraşanları Unakıtan’a havale ediyoruz.”
Doğan’a kesilen, faizleri ile 1 milyar TL’yi bulacak vergi cezasının “Maliye içinde ihmal edilemeyecek ölçüde görüş ayrılığı”na neden olduğu haberlere de yansıdığına göre, demek ki, Unakıtan’a yapılan havale, iadeli taahhütlü, gerisin geri dönmüş...
Ve Özkök’ün dikkat çektiği gibi, Gedik’in açıklamalarına, Maliye yerine, AKP Grup Başkanvekili cevap verdiğine göre, iadenin adresi Bakanlıklar değil, AKP Genel Merkezi...
İçerikleri “restleşme” ve “cezalandırma” olan ilk iki perdede izlediklerimiz bunlar...
Finali daha görmedik. Ama her ’psikolojik-gerilim’de adetten olduğu üzere, sürprizle karşılaşabiliriz. Final için öyle bir senaryo yazılmıştırki, izleyenler, ‘boşuna mı izledik, meğer hiçbirşey anlamamışız’ der...
Örnek mi?..
Mesela...
Deniz Feneri haberlerine karşı kol sıvamanın yetmediğini gören Erdoğan, bir acil susturma paketi hazırlar. ’Yürütme’yi bizzat Maliye Bakanı’nının yapması gerekmektedir. Ancak ’kırk yıllık Kemal Abi’, bu işe yanaşmaz. Hatta “gel sen bu kelli felli adamın sözünü dinle vazgeç” öğüdü verir. Ki bu, verip vereceği son öğüt olacaktır.
İktidarın kendisine rağmen susturucu taktığını görünce, Doğan Grubu’nu uyandırır. Kendilerini kurtarmaları için Gelirler Genel Müdürü’ne yönlendirir. Erdoğan’ın Davos ruhu kabarır, “One minute” der.“Sen, yumurtacılara köşe döndürmeyi iyi bilirsin. Biz 22 Temmuz’da seni kabineye almamayı da bilirdik. Benim için ‘abilik’ bitmiştir” der.
Erdoğan, acil susturucu paketini ihale etmek üzere eski okul arkadaşı Ekren’e doğru yol alırken, Kemal Abi daralır, bunalır ve kalbi sıkışır. Can derdine düşen Kemal Abi’nin yanında Ahsen Yenge’den gayrısı kalmamıştır. Kemal Abi’nin de, Ahsen Yenge’nin de dillerinin kemiği yoktur, ağızlarından çıkanı duymadıkları çoktur. Dolayısıyla, artık stent takılamayan hastaneye hastane denmeyen bir çağda, koca Bakan Türk hekimlerine emanet edilmeyerek, sağlık kılıfıyla derhal Amerika’ya ’tedavi’ye gönderilir. Kemal Abi aradığı şifayı Amerika’daki şefkatli kollarda bulur... Şimdilik alan memnun, satan memnundur...
Ama Kemal Abi döner mi.... Maliye’deki rahatsızlık, kirli çamaşırları saçma düzeyine gelir mi, Doğan, o arada, ”bir saltanat masalının sonunu“ yazmak üzere kalemi iyice biler mi... Bunlar muamma olarak, izleyicinin hayalgücüne bırakılır... Ne dersiniz yakışmaz mı, böyle bir final?
++++++
Yeni slogan bu:
Konuşma, konuştukça sıra sana gelecek
Hatırlarsınız Ergenekon davası ile ilgili bir yazımda “Gözaltına alınıp serbest bırakılanlar neden suspus oluyor?” diye yazmıştım. Tabii ki herkes bu konudaki görüşünü belirtti ama somut bir cevap almak mümkün olmamıştı.
Beklediğim cevabı nihayet aldım.
11 ay tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilen Vedat Yenerer, “suspus olma” kuralının dışına çıkarak yaşadıklarını bazı TV ekranlarından ve internet sitelerinden anlatmıştı. Gazeteci Vedat Yenerer yeniden gözaltına alındı. Suçu “adli yargıyı etkileyecek konuşmalar yapmak” olarak belirtildi.
İşin özü şudur: Ergenekon nedeniyle gözaltına alınıp serbest bırakılanlara demek ki “Dışarıda sakın konuşma” öğüdü veriliyor. Yaşadıklarından ürkenler ise, isterse orgeneral olsun, aynı şeyleri bir daha yaşamamak için susmayı tercih ediyor.
Yenerer bu kuralı biraz bozdu anlaşılan ki tekrar sorguya alındı.
* Can Ataklı / Vatan
++++++
Fasılcı Amca’dan nağmeler
Siz zannediyorsunuz ki, “eski adil düzenci-milli görüşçü sonradan Brüksel’ci-Bilderberg’çi, şimdi de fasılcı Fehmi Koru” kendi düşündü, kendi yazdı. Fehmi Koru’dan önce de Aydın Doğan’a gazetelerinden iktidarın hoşuna gitmeyen yazarları atmasını, “400 milyar lira transfer parası, ayda 40 milyar lira maaş alarak Sabah’a geçen Engin Ardıç” adlı biri yazıp duruyordu.
Bu yüzden diyorum ki:
Fasılcı Fehmi’ye bakma!
“Aydın Doğan iyidir ama etrafı kötüdür... Vergi cezasının nedeni Aydın Doğan’ın etrafıdır... Aydın Bey halk adamıdır ama gazetelerinde çalışanlar halktan kopuktur...” yazılarını kuru kuruya fasılcı Fehmi Koru’ya kim yazdırıyor, ona bak!
Yılan yazısıdır. Sinsi, hain yazılar. Fasılcı Fehmi’ye akıl verenler, “sermaye sahibinin en can alıcı yerinin onu devletin gücünü kullanarak batma korkusuna sokmak olduğunu” bilirler.
Fasılcı Fehmi! Aydın Doğan’ı canevinden sokuyor.
Aydın Doğan’a iktidarı eleştiren yazarları gazetelerinden at, genel yayın müdürlerine emir ver; Başbakan’ın bursla okumuş oğlunun “gemicik sahibi” diğer oğlunun “pırlantacık şirketi ortağı”, damadın “devlet bankaları kredisiyle satın alınmış gazete ve TV’de pay sahibi”, Fener soygununda para kuryeciliği yapanların “Başbakan’ın en yakın arkadaşı, yoldaşı, partidaşı” olduğunu yazmalarından vazgeçirmeyi istemek Fehmi Koru’nun aklından mı çıkmıştır.
Ona yazdırıyorlar. Aklı hür, vicdanı hür, kalemi hür, özgür gazeteci istemiyorlar.
* Necati Doğru/ Vatan
++++++
Muhalefetin söyleyemedikleri
Prof. Dr. Süleyman Çelik sormuş, Melih Aşık aktarmış:
“Muhalefet neden, “işsizliğin nedeni gemiciklerle, pırlantalarla, mısırlarla, belediyelerle, deniz fenerleriyle devleti soyan haramzadelerdir. İktidara geldiğimizde, yeni KİT’ler kurup istihdam yaratacağız” demiyor? Neden, “İşssizliğin nedeni Gümrük Birliği ile ulusal fabrikaların kapanması” demiyor.”
Başbakan’ın sorusuna kanmamak gerektiğini tecrübe ettikleri ve “İşine bak” cevabı almak istemedikleri için olabilir mi?
++++++
MİNİ YORUM
Vatan için ölmeyi biliyorsan...
Malum, geçtiğimiz günlerin en ateşli tartışmasıydı: Vatan için biriyle yatar mısınız? Tzipi Livni’nin sözlerini duyunca, aklıma Kıbrıs’ta evlerinin etrafını saran EOKA militanlarının tecavüzüne uğramamak için intihar eden iki küçük Türk kızının hikayesi gelmişti. Vatan ile namusu örtüştürenler, böyle bir yönteme başvurabilir miydi? Derken Haldun Ertem’in, yine taşı gediğine oturtan cevabını okudum: “Yatmaya hiç gerek yok, uyanık olmak yeterli”. İş vatanın kaderini yatak odası pazarlığına düşürmemek değil miydi zaten... Veya vatan için yatmak, yalnızca, vatan için ölmeye yüreği olmayanlar için mecburiyete dönüşmez mi?