70 YILLIK TOKAT

O bugünleri görmüştü; daha birincisi ilan edilirken, birgün “İkinci ve kinci Cumhuriyetçiler”ile karşılacağını biliyordu. Söyleyeceklerini 1927’de Nutuk’ta söyledi

“Efendiler, Cumhuriyet’in ilanı, bütün milletçe sevinçle karşılandı. Her tarafta parlak sevinç gösterileri yapıldı. İstanbul’da iki-üç gazete ve bazı kimseler, milletin genel ve samimi olan sevincine katılmaktan çekindiler. Cumhuriyet’in ilanına önayak olanları eleştirmeye başladılar.
’Yaşasın Cumhuriyet’ başlıklı yazılar bile, Cumhuriyet’in kuruluş ve duyuruluşunda ’sıkboğaza getirilmiş gibi bir durum’ bulunduğunu ilan ediyordu.
Deniliyordu ki, ’Cumhuriyet, alkış ile, dua ile, şenlik ve donanma ile yaşayamaz. Cumhuriyet, bir tılsım değildir.’
’Ben Cumhuriyetçiyim’ diyenlerin, Cumhuriyet’in ilanı günü kaleminden çıkacak sözler bunlar mı olmalıydı? En yüksek idare şeklinin Cumhuriyet’ten başka bir şey olmayacağına inandığını iddia edenlerin, Cumhuriyet kelimesine, ’bir put gibi tapmam’ demesindeki anlam ve kasıt nedir? Bu yazıların amacının Cumhuriyet’i halka sevdirmek, bunun put gibi tapılacak bir şey olmadığını anlatmak olması gerekmiyor muydu?
Bir başka gazeteci de, ’Efendiler acele ediyorsunuz!’ diye bağırmaya başladı.
İtiraf edilmektedir ki, son günlerin gürültüleri, Cumhuriyet’in ilanına engel olmak içinmiş.

Rejimi ilan ederek düzelir mi?
Gazetesini, ’balonu uçurdular ama galiba ucunu kaçırıyorlar” gibi çirkin bayağı sözlerle dolduran gazeteci efendi şöyle devam ediyordu: ’Devletin adını taktınız, işleri de düzeltebilecek misiniz?’ Yazıları, şu satırlarla son buluyordu: ’Tek dileğimiz vatan ve millete yararlı işlere başlanılmasından ibarettir. Eğer dün ilan edilen Cumhuriyet’in liderleri ve o liderleri destekleyenler bunu yapabileceklerinden eminseler, biz de kendilerine, -öyleyse Cumhuriyetiniz mübarek olsun Efendiler!- diyoruz.’
Bu son cümlesiyle bizi alay edercesine tebrik eden bu yazar, Cumhuriyet’i benimsemiyor, ilgisi olmadığını bildiriyordu.
Başka bir yazar da, Cumhuriyet’in ilanı dolayısı ile yaptığı eleştiri ve değerlendirmede; ’Bizi üzen nokta, milli önderimizin kişiliği ile ilgilidir. En büyük ruhlu adamlar bile kişisel güç sahibi olmanın çekiciliğine karşı koyamamışlardır’ diyor.
Bu yazar ve benzerlerinin Cumhuriyet’in esasları ile ilgili kanunda gördükleri kusur ve eksiklikleri eleştirmelerini samimi sayabilmek için saf olmak lazımdır. Eğer Cumhuriyet’in ilan günü yaygaralı hücumlara başlamayıp, Cumhuriyet’in ilanını iyi niyet ve samimiyetle karşılamış olsalar, kamuoyunu kararsızlık ve karışıklığa düşürecek şekilde değil de, Cumhuriyet’in iyi yanlarını tanıtıcı ve ilanının yerinde olduğunu telkin eden yazılar yazmış olsalardı, ondan sonra yapacakları eleştirinin samimiyetini iddiada haklı olabilirlerdi.

Adını anmaya tahammül edemiyorlar
Efendiler, Rauf (Orbay) Bey de bu münasebetle gazetecilere demeç vermiştir. Vatan ve Tevhid-i Efkar gazetelerinin sahipleri ve başyazarlarıyla baş başa vererek düzenledikleri sorularla bunların cevaplarından bazılarını birlikte gözden geçirelim:
Rauf Bey, ’bence konuyu Cumhuriyet kelimesi bakımından ele almak doğru değildir’ sözleriyle Cumhuriyet’ten bile söz etmek istemiyor.
...Rauf Bey, kendi görüşünü açıktan açığa söylemekten kaçınıyor. En doğru olduğunu iddia ettiği hükümet şeklinin, devlet başkanlığını Halife’nin kişiliğinde düşündüğüne şüphe yoktur.
Aslına bakılırsa, ’Cumhurbaşkanı devletin başıdır’ dedikten sonra, Halifeye verilecek sıfat ve yetkiyi sağlamakla uğraşan ve onun sevgi ve iltifatını Allah’ın lutfu sayarak memnun olanların hayal kırıklığına düşmekten duydukları üzüntü ve kaygıyı doğal görmek gerekir.
...’Halkın, geçirdiği tecrübelerden ders aldığını ve uyanıklık kazandığını anlayarak sevinmelidir, ben şahsen memnunum’ diyen Rauf Bey’e bir noktayı hatırlatayım: Halkı uyarmak ve uyandırmak için ömrünü adamış bir adama karşı böyle konuşulmaz ve halkta bu duyarlılığı görmekle, kendisinin benden çok sevindiğini söylemeye, ne hakkı ne yetkisi vardır.
Rauf Bey bütün vatanı düşmanlara işgal alanı yapabilecek Mondros Ateşkes Antlaşması’nı bir oldubitti şeklinde imzaladığı zaman, milletin nasıl kan ağlayıp acı çektiğini duyabildi mi?
Efendiler, çeşitli soy ve mesleklerden oluşan kimselerin meydana getirdiği bu topluluk Rauf Bey’i maksatlarının açıklanıp savunulmasına en uygun bir kimse olarak görmüşlerdir.
Cumhuriyet’in ilanı üzerine İstanbul’da bazı kimseler ve bazı gazeteciler Halife’ye de bir rol yaptırmak hevesine düştüler.

Halife olmadan asla (!)
Gazetelerde, Halife’nin istifa ettiği veya edebileceği yolunda önce söylentiler çıkarılıp sonra tekzipler yayınlandılar. Sonra da dendi ki, ’haber aldığımıza göre, mesele böyle bir rivayetten ibaret olmadığı gibi, bir tekzip ile çözülebilecek kadar basit de değildir. Gerçek olan bir nokta vardır ki, o da Cumhuriyet’in ilanının, yeniden bir Halifelik meselesi ortaya çıkarmış olmasıdır.’
İslam dünyasınca istenmedikçe, Halife’nin istifa edip çekilmeyeceği ilan edildi. Aynı zamanda; ’Hükümet, birçok iç meseleleri yoluna koymakla meşgul olduğundan; şimdiye kadar Hilafetin görevlerini tespitle uğraşma imkanını bulamamıştır; hükümetin iç meselelerle meşgul olduğunu elbette İslam dünyası da bilmektedir ve şimdiye kadar Halifelik görevleriyle uğraşmaya imkan bulamamasını doğal görür’cümlesiyle bizi; hilafetin görevlerini tespite çağırırken, şimdiye kadar bunun yapılmamasını hoşgörü ile karşılayan İslam dünyasının, bundan sonra mazur göremeyeceğini de bildirerek bir bakıma tehdit edildik.

Türklerle vuruşanlar Müslüman milletlerdi
Vatan Gazetesi’nin 9 Kasım 1923 tarihli nüshasında okuduğumuz bu yazılardan sonra, 10 Kasım 1923 tarihli sayısında Tanin Gazetesi’nde Halife’ye yazılan bir açık mektup yayınlandı.
Lütfi Fikri Bey, millete şunu telkin ediyordu: ’Hayretle ve üzüntüyle görülmelidir ki, bugün şu manevi hazineye (yani Hilafet’e) saldırmak isteyenler; dışarıdan kimseler, Müslüman milletler içinde Türk’ü çekemeyenler değildir, Doğrudan doğruya biz Türkler, kendi dinimizden sonsuza dek bu hazinenin çıkarılması sonucuna yol açabilecek girişimlerde bulunuyoruz.’
Efendiler, yabancılar Hilafete saldırmıyorlardı. Fakat, Türk milleti saldırıdan kurtulamıyordu. Hilafete saldıranlar, Müslüman milletler içinde Türk’ü çekemeyenler değildi. Fakat Çanakkale’de, Suriye’de, Irak’ta İngiliz ve Fransız bayrakları altında Türklerle vuruşanlar bu Müslüman milletlerdi.
Efendiler, bu yazıların anlamı ve bu düşüncelerin nasıl bir maksada dayandığı bugün kolaylıkla anlaşılmaktadır. Yarın, daha açık olarak anlaşılacaktır. Gelecek kuşakların, Türkiye’de Cumhuriyet’in ilan edildiği gün, ona en insafsızca saldıranların başında, ’Cumhuriyetçiyim’ diyenlerin yer aldığını görerek asla şaşıracaklarını sanmayınız. Aksine, Türkiye’nin aydın ve Cumhuriyetçi çocukları, böyle Cumhuriyetçi geçinmiş olanların, gerçek düşüncelerini tahlil ve tespitte hiç de kararsızlığa düşmeyeceklerdir.

Yenilikçi gözükecekler
Bilindiği üzere (muhalifler), Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası diye bir parti kurdular. ’Cumhuriyet’ kelimesini ağızlarına almaktan bile çekinenlerin, Cumhuriyet’i doğduğu gün boğmak isteyenlerin, kurdukları partiye ’Cumhuriyet’ ve hem de ’Terakkiperver “ (ilerici) adını vermiş olmaları, nasıl ciddiye alınabilir ve ne dereceye kadar samimi sayılabilir.
Yeni parti, dini düşünce ve inançlara saygı perdesi altında, ’biz hilafeti yeniden isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bize Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler biz sizi koruyacağız; bizimle birlikte olunuz. Çünkü Mustafa Kemal’in partisi Hilafeti kaldırdı, İslamiyet’e zarar veriyor; sizi gavur yapacak, size şapka giydirecektir’diye bağırmıyor muydu? Yeni partinin kullandığı sloganlar bu gerici haykırışlarla dolu değil miydi?”
* M. Kemal Atatürk/20 Ekim 1927, Nutuk

++++++


85. yaş hatırası
Sadece ABD ve Avrupa’da değil Türkiye’deki bazı “akademik gettolarda” da Atatürk düşmanlığı yapmazsanız artık barındırılmıyorsunuz. Cumhuriyet Bayramı’nı kutlamayan bir gazete iseniz, özgürlükçü yayın organı ilan ediliyorsunuz. Kutlama yapanların duygularını hiçe sayıp, 29 Ekim’de bile Cumhuriyet’e hakaretler yağdıran bir köşe yazarı iseniz hemen demokrat-yazar unvanını alıyorsunuz. Belgesel filminizde, Atatürk’ü diktatör göstermezseniz övgü alamıyorsunuz.
* Soner Yalçın / Hürriyet


++++++


Günün Sözü
Profesör Dawkins, “Atatürk’ün mirasına ihanet edilmesini ’trajik’ buluyorum” demiş. İngiliz
profesörün ’trajik’ bulduğu bu ihaneti, bu ülkenin dönekleri “demokratik” buluyor...
* Akif Kökçe


++++++

Askere saldırırken çıt yoktu
İktidara dokununca reklamdan oldu
Taraf gazetesi, Aktütün saldırısından sonra Genelkurmay’a ağır eleştiriler yöneltmiş, komuta kademesini saldırıyı bildiği halde önlem almamakla suçlamıştı. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ bu yayın üzerine sert tonlu açıklamalar yaptı, “herkesi doğru yerde durmaya” davet etti. Taraf gazetesi biraz daha üste çıktı, Başbuğ’a hitaben: “Tehdidi bırak, hesap ver” manşetini attı. Başbakan Erdoğan, Genelkurmay’ın yanında tavır aldı. Taraf gazetesini kast ederek dedi ki: “Başbuğ’un üslubundan ve sertliğinden şikâyet edenler, önce dönüp bir de kendilerine baksınlar...” Taraf gazetesi, Başbakan’ı hedef alarak:“Paşasının Başbakanı” manşetini attı. Başbakan Erdoğan da şu yanıtı verdi: “Peki siz kimin medyasısınız?”
Sonra ne oldu diyeceksiniz.. Başbakanlık harekete geçti. Vakıfbank, Taraf gazetesine ilan vermeyi kestiğini bildirdi. Gazete maaşları zaten zor ödüyordu. Ekim ayı maaşları ödenemedi... Kasım ayı konusunda da söz verilmedi...
Gazetenin basım ve dağıtımını yapan Çalık Holding de her an bir sürpriz yapabilir...
Gazete aylardır Genelkurmay’a saldırıyor, cumhuriyetçileri Ergenekoncu ilan ediyor, emekli paşalara darbeci damgasını vuruyor, AKP’yle omuz omuza demokrasi mücadelesi veriyordu! Bir defacık da Başbakan’a çatacağı tuttu. Olan oldu... Acaba Ahmet Bey ülkede demokrasiyi kimin tehdit ettiğini, demokrasi mücadelesinin kime karşı verilmesi gerektiğini nihayet anlamış mıdır? * Melih Aşık/Milliyet

++++++



Kafkaslardan esemeyen yel
Azerbaycan’ı konumlandırırken hep aynı ifade kullanıldı: Tek millet, iki devlet.
Gelin görün ki, lafla peynir gemisi yürümüyor.
Azerbaycan Milli Televzyon ve Radyo Şurası yılbaşından itibaren karasal ‘yabancı’ yayınlara son verileceği söyledi. Çünkü “milli frekaslar, yalnızca milli yayınlara ait”ti. Uygulama çok yasal, olağan... Ama TRT’nin de ‘milletimizin diğer devleti’ için Amerika’nın sesi, BBC, Radıo Liberty kadar yabancı sayılması Türkiye’nin iddiaları düşünülünce trajik. Bu durum Türk Birliği, Orta Asya açılımı, bölgesinde lider güç olma kavramlarının herhangi bir kültür politikası ile desteklenmemesinin eseri! Yazık!
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları