67 yıl evvel sürgün edilmişlerdi!
Bilmem seyrettiniz mi: 1977 yapımı, “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı olaylı bir film vardı hani... Kırım Türkleri konu ediliyordu. Türkiye’nin 300 kilometre kuzeyinde yaşayan Kırım Türklerinin yaşadığı facia, bu film aracılığıyla da duyurulmuştu. “Güzel Türkistan” müziği eşliğinde: “Güzel Türkistan sana ne oldu/Sebep vakitsiz güllerin soldu...”
Tarih: 18 Mayıs 1944...
Josef Stalin yönetimindeki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği tarafından, Kırım Türklerinin tümü hayvan taşımak için kullanılan (!) vagonlara bindirilerek anavatanlarından binlerce kilometre öteye sürgün edildi. Soykırım maksadı güdülen bu sürgün neticesinde, Kırım Türkleri nüfusunun yarısını sürgünde kaybetti. Hastalık, açlık, işkence... Bilançosu ağır oldu! Halkın kendi örf, âdet ve geleneklerini yaşaması, dilini konuşması ve yaşatması yasaktı. Kırım’a dönme teşebbüsünde bulunanlar ağır hapis cezalarına ve işkencelere maruz kaldı. Okullar, kütüphaneler, camiler, türbeler ve mezarlıklar dozerlerle yok edildi; kitaplar yakıldı, aydınlar katledildi... Meşakkatli yıllardı.
Stalin öldükten sonra, 1950’li yılların ikinci yarısında vatanlarına dönme haklarının iade edilmesi için mücadeleye giriştiler. Kırım, vatan ve hürriyet kavgasının sembolleştiği yerlerden biriydi artık...
Meselâ, asimilasyon politikasına rağmen, dilsizliğin milletsizleşmeyle sonuçlanacağının şuurunda olan Gaspıralı İsmail Bey (1851-1914) ve arkadaşları, Kırım Tatarcasının unutulmaması için uğraştı. Bugün ise Birleşmiş Milletler tarafından yokolma tehlikesi altındaki diller kategorisinde...
Kırım, jeopolitik önemiyle de dikkat çekiyordu. Bu yüzden asırlar boyunca en önemli ticaret bölgelerinden biri oldu. Özellikle Türk’ün maddî ve manevî birikiminin derin izlerine rastlanabilmekte orada...
“Hayatta olan birçok şeye sıfırdan başlamak mecburiyetinde kaldık” diyor, Kırım Tatarlarının efsanevi lideri Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu... Devam ediyor: “Eğer çocuklarımız millî kimliklerini, din ve imanlarını kaybedecek olurlarsa yok oluruz!”
Gelgelelim Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nden yapılan açıklamaya göre: Böyle vahşetlerin bir daha tekrarlanmaması, asla unutulmaması ve hepsinden önemlisi sürgünün tahribatını hâlâ yaşamaya devam eden ve tek başına muazzam bir var oluş mücadelesi veren bir Türk halkının yâni Kırım Tatarlarının hatırlanması adına mücadeleye devam edilmekte...
Sovyetlerin dağılması sonrasında Ukrayna’nın Müslüman unsuru olarak adlandırılan Kırım Türkleri, “azınlık cemaati” olarak değil, özerk bir halde hayatlarını sürdürüyor. Sürgün öncesindeki statülerinin iade edilmesini talep ediyorlar. Anadilde eğitim sistemine geçilmesini de...
Kırım Türklerinin nüfus olarak en çok yaşadığı ülkenin Türkiye olduğunu ayrıca belirtmiş olalım...
İlgilisi için not: 09.05.2011 tarihli “Çağdaş Türk milliyetçiliğinde son durum” başlıklı yazımız için bir okuyucu ikazı: “...Ölüm tarihi olarak yazdığınız 1927 yılında henüz Soyadı Kanunu çıkmamıştır. ’Müftüoğlu’ bir aile lâkabıdır ve onun için de ’Müftüoğlu A. Hikmet’şeklinde yazılmalıdır. İlerde bu kısmı kaynak olarak alacak kişiler de aynı yanlışlığa düşebilir.” (F.S.K)