30 milyon euroyu anlat
Bir büyükelçinin muhatabına temsil ettiği devletin görüşünü aktarması “kuryelik” ise, bir gazetecinin makbuz karşılığı hükümet devirmeye kalkışması nedir Cengiz Çandar?
Ümraniye Soruşturması Üçüncü İdianamesi’nin ek delil klasörlerinde yer alan ve dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur ile dönemin KKTC Ankara Büyükelçisi Zeki Bulunç arasında geçen görüşme kaydı, farzı mahal devletin başı ile İmralı’daki cani arasındaki kripto pazarlık deşifre olmuş etkisi yarattı.
İddiaya göre “resmi görevi elçilik” olan Bulunç, Türkiye’nin güvenliğini de yakından ilgilendiren bir konuda Jandarma Genel Komutanı’na çeşitli bilgiler ile birlikte dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın mesajını iletiyor. Demek elçiye zeval oluyormuş ki Cengiz Çandar Radikal’deki köşesinde asıyor yaftayı: Kurye!
Satılmanın belgesi
Bir de Çandar’ın üzerinde durmadığı ama “kurye”nin getirdiği bilgiler karşısında dehşete düşen Eruygur’un yaptığı bir durum tespiti var: “Bu satılmanın belgesidir.”
Uzmanı olduğu bir konuda susmak, nerede bir açılım varsa orada siyasileri “cesaret”e davet eden Çandar’a yakışmadı. Kendisi de biraz cesaret gösterip “işbirliği açılımı” konusunda tarihe tanıklık edebilirdi oysa. Kıbrıs Türkleri’nin kaderinin 30 milyon euroya nasıl satıldığını, ondan daha iyi kim anlatabilir bu millete?
Bir dönem birlikte “iş” yaptığı, AB’nin eski Türkiye Temsilcisi Karen Fogg, Çandar ile birlikte, dün Radikal’de “Atatürk düşmanı, II. Cumhuriyetçi, manda cephesi” başlığıyla yayımladığı bazı isimlere sadece “Türk Ordusu’nun Kıbrıs’tan çıkartılması, KKTC’nin tasfiyesi, PKK’nın yasallaştırılması, Diyarbakır merkezli ayrı yönetim oluşturulması, irticaya ve bölücülüğe hareket yeteneği sağlayacak kampanyalar yürütülmesi” konusunda e-posta talimatları vermekle kalmamış, “iç çatışmaya ivme kazandırmak için Kuzey Kıbrıs’a aktardıkları 30 milyon euroluk fon” konusunda da bilgilendirmişti.
Makbuzla kandırıldılar
Bu fon olmasaydı;
Adını Rum Kesimi ile Türk Cumhuriyeti arasındaki, ‘ABD merkezli’ görüşmeleri yürüten dönemin BM Başkanı Kofi Annan’dan alan ve ‘tek devletli çözüm’ adı altında Türklerin egemenlik haklarına el koyarak, asimilasyonlarını öngören planın propagandası için binlerce sivil genç sokağa dökülerek, “Yes be annem” demek üzere örgütlenemeyecekti. Türkler’in yüzde 76’sı plana “evet” demeden önce ne yaptıklarını sorgulayabilecek, özgür iradenin kullanımına açık bir ortam bulabilecekti. Ve elbette M. Ali Birand gibiler, Rumlar’ın yüzde 65’inin “hayır” demesi karşısında girdikleri şokun etkisiyle “kandırıldık” itirafı yapmayacak, makbuz karşılığı girişilen kirli pazarlıklar ortaya dökülmeyecekti.
Cesaret; suç işleyip işlemedikleri devam eden yargılamaları sonunda ortaya çıkacak, ama duruşları, eserleri, eylemleri ile topluma milli şuur aşıladıkları tartışılmaz olan insanlar “terör örgütü üyesi” olmak suçundan cezaevlerine tıkılmış, iktidar bu davanın “savcısı” rolüne soyunmuşken “güç bende artık” edasıyla ortaya çıkıp “Kıbrıs konusunda bizi manda cephesi ilan edenler şimdi Ergenekon sanığı” diye gevrek gevrek sırıtmak değildir.
Gizli tanık olun bari
Bugün tekrarlayana kırmızı kurdela taktıkları “Tüm amaç, Kıbrıs’ta çözümü engellemek, Avrupa Birliği yolunu kapatmak ve çeşitli provokasyonlar ile ülkede ‘darbe ortamı’ hazırlayıp, Ak Parti hükümetini ‘silah yolu’yla devirmek ve iktidara böylece el koymak idi” repliğinde ısrar etmekten kolay ne var?
Makbuz karşılığında katışıksız Türk görüşü karşıtı yazı yazarken “Tüm amaç 30 milyon euroya Kıbrıs’ı peşkeş çekmek, seçimle işbaşına gelmiş ancak ‘AB’nin istediği uygulamaları gerçekleştirme yeteneğini yitirmiş’ 57. hükümeti her türlü ‘gizli, sinsi harekete başvurarak’ devirmek ve yerine AB ile uyumlu, ABD’nin Irak işgaline karşı çıkmayacak bir hükümet tesis etmekti” itirafında bulunabilir misiniz?
“Bir TSK mensubunun makamında KKTC Büyükelçisi ile görüşmesi suç ise, diplomatların, emekli subayların, işadamlarının “özgürlükleri kullanarak “Türk devletinin ve tarihinin hakkından gelin” talimatı veren Fogg ile Kör Agop’un Meyhanesi’nde gayri resmi buluşması veya Bebek’teki İtalyan Lokantası’nda CIA görünümlü büyükelçilerle açıklayamadıkları randevuları nedir?”
Bunu öğrenebilmemiz için, karşı-devrimcilerin yargılanacağı tarih mahkemesinde “gizli tanık” olmanızı mı beklememiz gerekiyor?
Nerede 30 milyon euro? Nerede cesaret? Daha ne kadar talkımı ele verip, salkımı kendiniz yutacaksınız?
Ticari anlaşma
Karen Fogg’dan Cengiz Çandar’a (1 Nisan 2001): Birinci sayfada, AB ve Avrupa bütünleşmesi ile ilgili olarak, tercihen katışıksız Türk görüşünün dışında bir şeyler yazan her ay başka bir seçkin Türk köşe yazarının makalesi var. Nitekim Şahin Alpay IGC üzerine, Lale S güvenlik ve savunma üzerine, Cüneyt C tarım üzerine, Emine Y telekom üzerine yazdı. Ferai T, Mehmet Ali B, Samy C, Semih İ, Zeynep G, Mithat M, Mim Kemal. bu yoldan geçtiler Şimdi senin sıran? (Ödeme mümkün, makbuz gönder)
Cengiz Çandar’dan Karen Fogg’a (3 Nisan 2001): Sevgili Karen, Senin bir önerini nasıl geri çevirebilirim? Sizin sayfalarınızdan geçenler kuyruğunda en son sırada oluşum şaşırtıcı.
+++
Hilmi Hoca Yenişafak okuru çıktı
Taha Akyol, Ahmet Taner Kışlalı’ya sığındı geçenlerde. Hasan Cemal, Temel İskit üzerinden ilan etti “Türkiye Türklerin değildir” düşüncesini. Yasemin Çongar sittin sene kulak vermeyeceği devleti, Bebek buluşması mensubu eski MİT’çi Sönmez Köksal “gizli pazarlık” önerince muteber saydı. Açılım mevsiminin modası kendini konjonktürel seçimlerle meşrulaştırabilmek. Bu modaya hakkını vererek uymanın ilk koşulu tezinin, yorumunun, yazısının, lafının altına imza atılacak kişinin, mesaj göndermek istediğiniz ‘yer’ ile ilişkili olduğundan emin olmak...
Emekli Orgeneral Hilmi Özkök’ün Miliyet okurlarına, Cuma kılmaya gelmiş cami cemaatine seslenir edasıyla yaptığı “İnançlı, Ortadoğulu, hoca üstkimliği” açılımını ilk okuduğumuzda, yap-bozun bazı parçalarını tamamlayamamıştık.
Mesajın ortada kaldığını söyleyen başkaları da olmuş olmalı ki emekli Özkök, Devlet Bahçeli’nin “Tartışmalar Türkiye’nin adının bile değiştirilmesine dair alçakça hatırlatmalara kadar ulaşmıştır” sözlerine cevap verme bahanesiyle, Ortadoğulu kimliğini savunurken beslendiği fikri kaynakları netleştirdi.
Sözlerinin “Türkiye’nin adının değiştirilmesini teklif etmek” olmadığını ispatlamak için “Benim yaptığım tarihi bir tespitti. Fehmi Koru’nun köşesinde okudum, Turgut Özal da daha önce böyle şeyler söylemiş” diyen Hilmi Hoca’nın bundan sonraki, eğer yaparsa ‘çelişkili açıklamaları’nın, Fehmi Hoca’dan dipnot olarak aktarıldığı ihtimalini akıldan çıkarmamak gerekiyor demek ki... Hilmi Hoca, Yeni Şafak’ın çift kimlikli yazarının bakış açısını, savunmasını satırları üzerine inşa edebilecek kadar içselleştirmişse, konu “tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş” diye noktalanabilir pekala...
+++
Haritamızı korumak
namus borcumuzdur
PKK 25 yıl önce kuruldu.
25 yıldır ABD ve ABD dış dinamikleri
dedikleri güçlerin, kolumuzu arkadan
büküp, çömelterek “kabul ettirmek
istedikleri” nedir?
25 yıldır hep aynı harita!
NATO toplantısında.
ABD ordu dergisinde!
AB konferansında.
Barzani’nin çantasında.
Bölücünün hayalinde.
Kürt’çünün idealinde.
Bu haritanın gerçekleşmesi yani bizim Güneydoğu Anadolu içinde yer alan toprakların kopartılarak Irak’ın kuzeyinde ABD ve AB desteğiyle oluşturulan Kürdistan topraklarına katılması için sürdürülen bir gayri nizami savaş var.
Sebebi topraktır.
Savaş toprak için yapılır.
Savaşı en iyi asker bilir.
Askerler her tür savaşın son tahlilde toprak ve o toprağın yeraltı ve yerüstü zenginlikleri (Ortadoğu’da petrol) için verildiğini bilirler.
Bizim ordu seyrederse; bizim sivil yöneticimiz, iktidarımız ABD ile AB’nin 4 yüzyıldır değişmeyen politikasının “böl ve yönet” olduğunu unutursa ve bu gayri nizamı savaşın kimyasını iyi okuyamaz, güneydoğudan üç-beş oy fazla alacağım hesabına girerse, NATO toplantısındaki, ABD ordusunun dergisindeki, AB sempozyumundaki, Barzani’nin çantasındaki, bölücünün idealindeki harita bozulamaz.
Biz kararlı olmak zorundayız.Bu topraklar üzerinde yaşayan hepimiz; Türkler-Kürtler-Araplar-Lazlar-Çerkezler-Gürcüler-Yahudiler-kaldığı kadar Rumlar-kaldığı kadar Ermeniler- Abazalar-Azeriler-Balkan göçmenleri-Kafkas muhacirleri-Roman kardeşleri; bölünmez bütün olup “dış dinamiğin dayattığı haritayı bozacak” kararlılığı göstermek zorundayız. Dayatılan bir harita var.
Haritalarını bozmak zorundayız. Kendi haritamızı korumak namus borcumuzdur.
Necati Doğru / Vatan
+++
GÜNÜN SORUSU
Kürt açılımı gerçekten ABD projesi
olsa dahi... Üzerinde, ‘Bu proje ABD projesidir’ yazılı belge düzenlenmeyeceğine göre bunun ispatı nasıl olur ki? Birileri çıkıp, ’Siz bunun Türk projesini
ispatlayın’derse.. Bunun ispatı
nasıl mümkün olacak?
+++
Sezen değil sazan
Tayyip Erdoğan’ı arayarak “Kürt Açılımı”nı desteklemeyenleri “iki cihanda lekeli” ilan eden Sezen Aksu’ya yönelik eleştiriler dün de devam etti:
Yılmaz Özdil / Hürriyet: Vergisini ödemiş, kırmızı ışıkta geçmemiş, bırak molotofu, sokağa kibrit çöpü bile atmamış, eline silah alıp dağa çıkmamış, hukuka başvurmuş, evladına da bunları öğretmiş bir vatandaş mesela... İçeriğini bilmediği açılımı, desteklemiyor diye “iki cihanda lekeli” olacak, öyle mi? Kapalı kutu” açılıma balıklama atlayana, sezen demezler bizim oralarda, sazan derler!
Hasan Pulur / Milliyet: Sezen Aksu günün modasına uymaya çalışıyor. Eee, bilen ile bilmeyen bir olur mu? Demek, Başbakan’ın da Sezen Aksu’ya güveni tam ki kimsenin bilmediği bilgileri ona aktarıyor, o da Başbakan’a güvenini tazeliyor.
+++
Hulo-hop pozisyonu
Ben bu “Başbakan aramalarını” bilirim.
Aranan, telefonu açtığında nedense evindeki koltuktan inip ayağıyla terliklerini arar ve parmağına geçirdiği tek terlikle ayağa kalkar. Vücut hafifçe öne doğru eğilir. Telefonu tutmayan el, göbek hizasında ilikleyecek bir düğme arar pijamada.. Ve vücut kendi ekseninde önce küçük küçük, sonra geniş daireler çizmeye başlar ki biz buna “hula-hop pozisyonu” diyoruz.
Başbakan konuşur telefonda. Aranan ne dediğini duymaz ve asla anlamaz. Arada bir “Doğru...”, “Haklısınız...”, “Hakikaten öyle...”, “Tabii ki...”, “Hımmm...”, “Yaa...” gibi sesler çıkartır. “Gulk...” sesini çıkarttığında, kendisi de iki laf etmek istiyor demektir...
Şöyle der: “Yani hakikaten çok iyi şeyler yapıyorsunuz... Bu açılım ne kadar da güzel bir şey...”
Sanatçılar; onlar toplum önderleridir. Büyük ulusların önünü her zaman önce sanatçılar açtılar.
Ya Başbakan Sezen Aksu’ya “Açılımın en çok neresini beğendiniz?” diye sorsaydı?...
Sanatçılar; iktidarların yalakası olmazlar..
Bekir Coşkun / Hürriyet
+++
MİNİ YORUM
Sömürü ile saltanat parlatmak
Murat Bardakçı’nın “hanedan” zaafı okuyucularımızdan da tepki aldı. Onlardan biri; Hasan Çiçek “Uzayda ki çeşitli gezegenlerde su bulundu ve değişik şekilde hayat ve canlılar aranıyor. Bizde ki bu çok bilmişler ise ülkemizin yüzyıllar öncesine dönmesine çanak tutuyor, acındırıp, duygu sömürüleri ile hanedanı parlatmaya çalışıyorlar” demiş. Konuyla ilgili can alıcı soru “Osman Ertuğrul değil de topyekun Türk Milleti mi vatansız yaşasaydı?”