Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Adnan İSLAMOĞULLARI
Adnan İSLAMOĞULLARI

28 Şubat ve 17 Aralık...

28 Şubat’ın harâretli günlerinden
biriydi...
Sincan’da ‘Kudüs Gecesi’ adı altında sergilenen trajikomik programların televizyonlarda ana haber bültenlerine gerilim filmi gibi aktarıldığı ve ‘şeriat geliyor’ avazeleri arasında toplum mühendisliğinin sosyal cıvatalarının sıkıldığı günlerdi.
İstanbul Fatih’te şalvarları ve sarıklarıyla sakallı erkekler kaçıyor, arkalarında polis kovalıyor ve yan kulvardaki TV kameramanları da bir yandan çekim yaparak, polisin mürtecîleri nasıl kovaladığını nefes nefese anlatarak koşuyordu. Arkalarına bakmadan kaçan birkaç sarıklıdan birinin sarığı yere düşmüş ve polislerin ayakları altında çamurlar içinde kalmıştı. Sokakta gururla sarıp, ötekileri kibirli bakışlarla süzen sarığın örttüğü başlar bir polis kovalamacasında sarıkla birlikte yere düşüyordu.
Bahsettiğim sahneyi ailenin bu yazıdan haberi olmadığı için ismini bu sütunda yazamayacağım bir mümtaz âlimimizin misâfiri olarak bulunduğum İstanbul’daki evinde, Star televizyonunun ana haber bülteninde izlemiştik.
Haber bittikten sonra başındaki sarığı usulca çıkarıp hemen yanı başındaki sehpânın üzerine koyduktan sonra, “Sarığın da haysiyeti kalmadı, bundan sonra artık sarık da sarmayacağım” demişti merhum...
Mevlâna’nın “Sineğin bala ve yoğurda yapıştığı gibi şekle yapışanlar” diye târif ettiği sarıklı tâifesi, sarığın bir haysiyeti ve bir ahlâkı oluğundan habersizdi... Tıpkı tesettürün de bir haysiyeti ve bir ahlâkı olduğundan habersiz oldukları gibi.
28 Şubat dindarlar adına, mütedeyyin kitleler adına, cemaatler adına, tarikatler adına, hülâsa Müslümanlar adına şeklin, sembollerin, formun haysiyetini bitirdi.

***

‘28 Şubat’ın semeresi AKP’nin on yıllık iktidarı süresince de muhtevâ ve kemiyetin haysiyeti tüketildi.
Bir mü’minin sıkı sıkıya merbut bulunması gereken değerler sistemi ayaklar altına alındı.
Kavramların anlamları kaydırıldı, kavramların derûnu kirletildi, kavramlarla oyun hamuru gibi oynandı.
Askerî vesâyetin müzmin ve meşkûk mağduru mütedeyyin kesimin siyasal hareketi kimliğiyle iktidara gelen ve bahse konu mağdûriyetin etinden, sütünden, tüyünden, iliklerine kadar kemiğinden arsızca istifâde eden AKP ile birlikte kavramlar iğdiş edildi.
‘Adâlet’ yalnızca tabelâsında yazıyordu AKP’nin, zaman zaman ayaklarının çamurunu sildikleri siyaset etme yollarının paspası oldu aynı zamanda.
Mağdur oldukları bütün uygulamaları karşılarında duranlara yönlendirdi.
Akreditasyon uygulamalarından mağdur olurlardı, akreditasyonun tarihini yazdılar, yazıyorlar.
Gazete kupürleriyle haklarında açılan dâvâlardan mağdur olurlardı, şimdi gazete kupürlerinden dâvâlar açıyorlar hasımlarına.
Yargısız infazlardan mağdur olurlardı, şimdi kanaatlerine ve hislerine göre yargısız infazlar yapıyorlar.
Kartel medyasının mağduru olurlardı, tetikçi köşe yazarlarının hedef tahtalarına oturtulurlardı, şimdi yandaş medyanın sâhibi oldular, tetikçi köşe yazarları istihdâm ediyorlar yandaş medyalarında.
‘Güçlünün hukuku’ndan mağdur olurlardı ve ‘haklının hukuku’nu ararlardı, şimdi kendi güçlerinin hukukunu uyguluyorlar, hukuka saygı duymadıklarını söylüyorlar, yargıyı dizayn ediyorlar, haklının hukukunu arayabileceği hukuku katlediyorlar.
‘Fırat’ın kenarındaki koyun’un kaygısı, ‘Süleyman’dan hakkını alacak karınca’nın inancı ve ‘yetim hakkı’nın teminâtıyla geldikleri iktidarda, cumhuriyet tarihin en büyük yolsuzluğunun, en büyük rüşvetlerinin birincil öznesi oldular.
Gazete köşesinden yazan bir işporta fıkıhçısının pervâsız fetvâlarıyla soygunun adını vakıfçılık, rüşvetin adını komisyon koydular.
Kimisi ‘hissederek’, kimisi ‘kanaat getirerek’, kimisi ‘hayret ederek’ izledi bütün bu kepâzeliği.
Derin stratejilerden derin yalnızlıklara ve derin bir sefâlete sürüklendiler.
28 Şubat mütedeyyin kitleler adına, şeklin, sembollerin, formun haysiyetini bitirmişti.
17 Aralık ise o şeklin içine hapsolmuş kavramları tüketti.
Adâlet, vicdan, doğruluk, helâl, haram, ahlâk gibi en temel kavramları çürüttü, tüketti.

***

AKP iktidârı mahallî seçimlerde alınan % 43 küsur oya rağmen fiilen bitmiştir, şu anda devam eden, on yılda oluşturulan hukuksuzluk ve haram organizasyonudur.
Bundan sonra siyâsetin dili değişecek ve dinî kavramlar siyâsî retorik ve pazarlama malzemesi olmaktan çıkacaktır. Çünkü din referanslı kavramlar siyâseten muhatapsız kalacaktır.
Dinî kavramların siyâsetçilerin istismârı ile devlet hayatında bu denli hor kullanıldığı bu on yıldan sonra siyâsetin dilinin sekülerleşmesi kaçınılmaz olacak ve bu kavramlar politik menünün iştah kabartan çeşitleri değil, sevkitabii içinde dinin, insanın ve hayatın kıymetleri olarak itibarına kavuşacaktır.
Değerlerimizin muhafazası onların ‘usta’lıkla pazarlanması değil, insan hayatının ve devlet yönetme biçiminin vazgeçilmezleri hâline getirilmesiyle mümkündür.
Adâlet ve ahlâk adına dindar maskeli adâletsizlik ve haksızlıklara karşı durmak da bir ibâdettir...

Yazarın Diğer Yazıları