27 Mayıs, siyaset, şiddet, demokrasi
Kaç yıl oldu değil mi? Kaç nesil geçti. Kaç ömür tükendi ve nice insanlar zarar gördü. Bunların hepsi oldu da ne oldu?
Olan şu: 1949’dan bu tarafa demokrasi arıyoruz. Ve hak, hukuk adalet çığlıkları yankılanan bir ülkede yaşıyoruz.
Soru basit: Neden?
Çünkü tarihsel damarlarımızda demokrasi yok. Biz çadır, bey, emir, itaat, buyruk, tek adam ve tek lider kültüründen geliyoruz.
İşte bakınız Türkiye manzarasına: Ne görüyor ve anlıyorsunuz? Şunu anlıyor ve görüyoruz. Türk milleti, her sıkıştığında olağanüstü güce sahip, kendilerini kurtaracak bir lider arayışına giriyor.
Sık sık duyulan şu cümleyi hatırlayın lütfen.
Kime oy verelim?
Ne demek bu? Şu demek: Ben, mevcut parti liderlerinde hiçbir olağanüstülük, bana benzemeyen taraf göremiyorum. Ne bileyim, şöyle sihirli bir gücü elinde tutuyormuş gibi gelmiyor. Onlar, senin benim gibi biri. Ben, kendisine kolay ulaşılmayacak birini arıyorum. Bağırsın, çağırsın, gerekirse bizi ezsin, ama hükmetsin.
Bu zihin yapısında “Hükmetmek”, önemli kavram.
Nasıl bir lider psikolojimiz var değil mi?
İşte bu davranışların hepsi kültür.
İyi eğitim almış kimselerden de, hiç eğitimli olmayan sıradan insanlardan da, seçim zamanlarında; “Oy verecek Adam mı var yaa!” dediğini duymuşsunuzdur. Sanki bunu söyleyenler, adam uzmanı, lider analisti de uzman olduğu alanda değerlendirme yapıyor gibi.
Düşünsenize, Türkiye’de bozmadık bir kurumsal yapı bırakmayan Erdoğan, 22 yıldır iktidarda. Herkese bağırıp çağıran, her konuştuğunda en ağır sözlerle siyaset üretmeye gayret eden Bahçeli de ortağı.
Eğer millet, azar yemeyi sevmiyorsa, bunlar neden iktidarda? Tüm yanlış ve hatalarına rağmen niçin bu kadar oy alıyorlar? Toplum, sahiden demokrasiyi, hukuk devleti olmayı, egemenliğin bizzat kendisine ait olduğunu ve kendisinin de millet olduğunu biliyorsa, bunca yıkıma rağmen bu siyasetçiler niçin hâlâ devletin en tepesinde herkese hükmediyor?
Yetkiyi veren irade, yani toplum, çok adalet sever, çok demokrasi aşığı, çok darbe karşıtı, hak / adalet bağlısı ise bunca haksızlık yapan, milleti ekonomik kararlarıyla inim inim inleten, adaletsizlikleri ile bir kesime dünyayı dar edenleri neden her seçimde iktidara taşıyor?
Bu sorunun cevabı siyasi kültürde. Kültürel bilinçaltında, hatta bilince ulaşamayan bilinç dışında.
Siyasi kültürümüz, oba beylerinden, devlete, devletten sultanlığa ve hanlığa kadar tek adam otoritesi üzerine kurulu. Bu kültürde her kim muhalefet ediyorsa, hain olarak damgalanır. Hiç kimse, “belki de haklıdır” diye düşünmez. Daima iktidardakiler haklıdır.
Bakın Osmanlı’ya.
Bizim siyaset kültürümüz, kardeş katlini nasıl onaylıyor. Osmanlı’nın yükselme dönemi adeta hanedanlığın cinayetler tarihidir. Hepimizi avutmak için buldukları açıklama, “devlet ebed müddet için” gerekçesidir. Ne kadar saçma. Hiçbir şeyden haberi olmayan, beşikteki bebek şehzadeyi katletmenin devletin ebediyetini nasıl koruduğunu açıklayan biri varsa, o akla şaşmak lazım.
Nitekim bu masal, 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes anlaşmasıyla ve bizzat Sultan Vahidettin’in kararıyla bir İngiliz gemisinde son buldu. Devlet (hanedanlık), iddia edildiği gibi ebediyen var olamadı.
Siyasal şiddet, Cumhuriyetle de devam etti. Hâlen daha sürdürülüyor.
Menderes iktidarı, demokrasinin ilk uygulayıcısı, ilk örneği, ilk siyasal aktörü olma hakkını kazandı.
Kazandı da ne oldu?
Partizanlıkta zirve yaptı.
Muhalefeti, “Tahkikat Komisyonları” kurarak, tasfiye edecek yöntemlere başvurdu. Tıpkı bugünküler gibi devletin radyosunu iktidarın borazanı haline getirdi. Basına ağır bir sansür uygulamaya yöneldi, vs. Ancak bunlar idam edilmelerini gerektirecek suç değildi. Bunları yapan idam edilir diye de bir yasa yoktu.
Demokrasi kültürü olmayan bir toplum ve siyaset kurumu, ilk sınavında başarısız oldu. Siyasal gerilim, siyasal şiddeti doğurdu. Hâlbuki çok değil, 27 yıl önce herkes Yunan’a karşı Ege’de birlikte savaşıyordu. Savaşın gazileri komutanları, çilekeş halkı hayattaydı. Üstelik Menderes’in memleketini kurtaran kumandan İnönü, muhalefet partisinin genel başkanıydı. Millî Mücadele’nin Galip Hocası Bayar da, Cumhurbaşkanıydı.
Buna rağmen, demokrasi kültürünü içselleştiremeyen siyasi aktörler, rakiplerini, geçmişte olduğu gibi düşman görmeğe başladı. Sonunda bir grup asker darbe yaptı. Türkiye, siyasi tarihine, yine, hukuk kılıfına büründürülmüş mahkeme kararlarıyla, kendi başbakanını, bakanlarını haksız yere idam eden bir ülke olarak yazdırdı.
İşin garibi Menderes’i örnek göstererek iktidara gelen AKP de, tarihe sırtını dönüp aynı siyasi kültürü tekrar ediyor. Ders alan olmayınca tarih ne yapsın?