2013 yılı ne getirecek?
Her şeyden önce, hepimizin dileği 2013 yılının insanlığa mutluluk ülkemize birlik ve dirlik, hepimize başarı getirmesidir.
Hiçbir iktisatçı, ekonominin 2013 yılının şöyle veya böyle olacağını kesin çizgilerle ifade edemez. Çünkü ekonomik gidişat, dünyada ve ülkemizde siyasi olaylara sıkı sıkıya bağlıdır. Ayrıca iktisadi ajanların beklentileri bu gidişatı etkiler. Siyasi olaylar ise bir saatte değişebilir. Dış politika ve dış politikanın yarın ne olacağını, hiçbir dış politika uzmanı kestiremez. Ekonomi konusunda beş adet senaryo yazmak ise, ciddi iktisatçının işi değil, topu taca atmaktır.
Bununla birlikte senaryo yazmadan, 2013 yılını da içine alan ekonomik konjonktürün yönü tahmin edilebilir. Bugün bu konjonktür iniş yönündedir.
Avrupa’da para, borç krizi için çözüm adımları 2013 yılında da devam edecektir. Bu krizin kısa zamanda çözülmesi beklenemez. Çünkü temel sorun, krizin çözümü için ortaya çıkan maliyetlerin hangi ülkeler tarafından ve ne oranda karşılanacağı, uzun bir pazarlık ve siyaset sorunudur.
ABD ve Avrupa’daki parasal genişleme zorunlu olarak devam edecektir. Aksi halde finans sektöründe bankalar zora girebilir ve bu da reel sektöre yansır. Talep artışı olmazsa, Avrupa’da durgunluk ortaya çıkar. Reel sektörü de içine alan, bir ekonomik krizin maliyeti daha yüksek olduğu için, şimdilik parasal genişleme ile ekonomilere suni teneffüs yaptırılıyor.
Siyasi iktidarlar küresel dengesizlik getiren balonu çözmek istemiyor. Çünkü çözüm için sıkıntılı bir ara dönem gerekiyor. Bu ara dönemde yaşanacak sıkıntılardan dolayı hiçbir hükümet iktidarda kalmaz. Ancak parasal genişleme de maalesef bizzat kendi kriz enerjisini oluşturmaya devam ediyor.
ABD ve Avrupa’da devam edecek parasal genişleme, gelişmekte olan ülkeleri ve Türkiye’yi de etkiliyor.
Parasal genişleme, kısa vadeli sermaye hareketlerini artırıyor. Gelişmekte olan ülkelere giden kısa vadeli sermaye, Borsa’nın balon yapmasına ve milli paranın aşırı değerlenmesine yol açıyor. Milli paranın değerlenmesi bu ülkelerin rekabet gücünün düşmesine ve sonuçta dış işlemler cari açıklarına neden oluyor.
Spekülatif karların devam edemeyeceği beklentisi ile zaman zaman kısa vadeli sermaye hareketleri azalıyor. 2012 yılında dünya borsalarında yüksek oranlı artışlar oldu. Ancak bu artışın bir yerde durması zorunludur. Aksi halde reel sektör ile finans sektörü arasındaki uçurum daha fazla artar.
Sonuçta, reel faizlerin sıfır olmasına rağmen, 2013 yılında kısa vadeli sermaye hareketleri 2012’ye göre azalacaktır. Bundan dolayı Türkiye’de büyüme oranı yine yüzde 3 dolayında düşük kalacaktır.
Cari açıkta ise daha fazla bir düşme olmayacaktır. Çünkü iç üretim, bir yılda ithal ara malına bağımlılıktan kurtulamaz. Zaman gerekir. Bankaların, yabancıya satılan varlıkların ve sıcak paranın sağladığı kârlar ile dış borç faizlerinin yurt dışına transferi ve enerjide dışa bağımlılık, cari açığın kronik yapı kazanmasına neden oluyor ve bir yerden daha aşağıya düşmesini önlüyor.
Parasal genişleme ile dünyada gıda ve enerji fiyatları artıyor. Gelişmekte olan ülkelerde ve ara malı ve hammadde ithalatına bağımlı olan bizim gibi ülkelerde, ithal malların fiyatı arttığı için ithalatın enflasyon etkisi ortaya çıkıyor. İthal mallarında fiyat artışını aşmak için bizde TL’nin aşırı değerlenmesine izin veriliyor. Söz gelimi, 2003 yılı TÜFE bazlı MB reel kur endeksi, Ağustos ayında 103.51 iken Kasım ayında 119.21’e yükseldi. Yani TL hâlâ, yüzde 19.21 oranında değerlidir. Başka bir ifade ile bugün bir doların 2.13 lira olması gerekir ki Türkiye dış rekabet edebilsin.
Mevduat faizlerine eksi reel faiz veriliyor. 2013’te de eksi reel faizin devam edeceği anlaşılıyor. Bu şartlarda, tüketimin ve toplam talebin artması gerekir. Yatırımların artması gerekiyor. Ancak yurt dışı faiz ve kâr transferi gelir artışını engelliyor. İmalat sanayisinde bile yabancı payı yüzde 61’dir. Spekülatif piyasa yapısı da eksi faize rağmen, yatırımları engelliyor.
Yatırım olmayınca, sanayi yüzde 70 oranında ithal girdi kullanınca, istihdamın artması da söz konusu olmayacaktır. Temennimiz, yanlış yönetime rağmen, ekonominin iç dinamiklerinin artması ve üretimin ithalat bağımlılığından kurtulmasıdır.