"2 dakika"da hali pürmelal…

Rusya tarafından servis edilen "Nasıl da kapımızda kul-köle oldular" belgeseli, skandal, hakaretamiz ve küçük düşürücü; tam olarak maksadı olduğu üzere…

Ama ne ilk, ne de Putin'e özgü…

Türkiye'yi yönetenler de dahil olmak üzere, liderlerin sık başvurduğu, artık neredeyse "geleneksel(!)" yahut "klişe" sayılabilecek bir psikolojik operasyon metodu bu; Ruslar, pekala el altından bir "kulis" haberi olarak da yayılmasını sağlayabilecekken, sunumda işin suyunu bayağı çıkarmış, doz aşımı olmuş ayrı konu.

***

Türk kamuoyunda bir "tahakküm" algısı yaratabilmek için servis edilen "Obama'ya parmak sallayan Erdoğan" fotoğraflarını hatırlayın… Yahut tersini, Türkiye'yi dövme tehdidi barındıran "Erdoğan'la yaptığı telefon görüşmesi sırasında elinde beyzbol sopası tutan Obama" fotoğrafını… Erdoğan'ın, Nükleer Güvenlik Zirvesi için gittiği Washington'da hiçbir ABD'li yetkili tarafından karşılanmamasını… Muhammed Ali'nin cenaze töreninde, tabutuna kabe örtüsünden bir parça koymak isteyince engellenmesini ve programını yarıda kesmesine yol açan diğer bir dizi küstahlığı, terbiyesizliği…

***

Sene 1959…

Erdoğan'ın siyasi yolculuğunda çok zaman öykündüğü Menderes'i, emsallerine yaptığı gibi kapılarda karşılamak şöyle dursun, liderleri ağırladığı "makam"da dahi değil giriş katındaki bir çalışma odasında ağırlamıştı Eisenhower; 20 dakikalık -hiçbir şeyin konuşulmadığı- görüşme sonunda, koltuğunun altına kendi portresini sıkıştırarak uğurlamıştı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı. Yetmemiş, ABD Dışişleri Bakanı'yla yapacağı 15 dakikalık nezaket ziyareti için de tam 45 dakika bekletilmişti Menderes, Bakan'ın kapısında. İpek mendiliyle durmaksızın terini silişi, olayın yaşayan tanıklarının hafızasında hâlâ…

***

Siz o görüntüleri izlerken ne görüyorsunuz bilmiyorum. Ben, Türkiye Cumhuriyeti'nin "Mehmet"inin canına değer biçerken kullanılan ölçü ile, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve -sevin sevmeyin, beğenin beğenmeyin- "lideri(!)"nin onuruna değer biçerken kullanılan ölçünün bir olduğunu görüyorum.

"Mehmet"lerimizin üzerine pervasızca bomba yağdırabiliyorlar; zira, biliyorlar ki "sahipsizler".

Yönetenleri üzerinden devletimizi pervasızca küçük düşürebiliyorlar; zira biliyorlar ki, "sahipsizler"; milleti etraflarında kenetleyebilme kabiliyetlerini, dolayısıyla "içerideki etkilerini" -kudretten bahsetmiyorum- çoktan yitirdiler.

***

Menderes'in, "Başbakan" sıfatıyla gittiği ABD'de, bakan kapısında 45 dakika bekletildiği o geziyi izleyen gazetecilerden Orhan Karaveli, "geleceklerini bir büyük ülkenin dümen suyunda arayan devlet adamlarının trajedisi" diye özetlemişti, bir sohbetimizde, o gün olup biteni.

"Ama Menderes ABD'nin dümen suyundan çıkmamıştı ki" diye itiraz etmiştim.

"Evet" deyip eklemişti;

"Menderes hâlâ tamamen ABD'nin dümen suyundaydı. Ama, o sonuçta, Türk halkının seçtiği Menderes'ti.. O, ABD'deyken Türkiye kaynıyordu. İnsanlar sokaklardaydı. Türkiye'de Menderes'e olan halk desteği aşağıya doğru grafik çiziyordu. ABD bunu fark etti…"

***

Bunun üzerinde bir düşünün derim; ABD, Kaddafi'nin linç edileceğinden emin olmasaydı, orada küçücük bile bir "direniş" ihtimali bulunduğunu öngörseydi, onu halkının önüne atmaya cesaret edebilir miydi!

Ve bunun üzerine de düşünün aynı şekilde; Fidel Castro, Küba çok güçlü, çok etkin, jeostratejik açıdan çok güçlü, çok zengin bir ülke olduğu için mi "harcanamadı" hiçbir şekilde?

***

Demem o ki…

Bir liderin uluslararası alandaki "dokunulmazlığı" başka birçok unsurla birlikte, biraz da, arkasında "ona yapılanı topyekün kendisine yapılmış sayacak" bir ülkenin/toplumun var olup olmadığıyla ilgilidir.

Bu duygudaşlığın oluşabilmesi için de toplumun en azından İdlib faciasını yaşadığımız gecenin hemen ertesinde olduğu gibi, kendisi kan ağlarken, yönetenlerinin gülüşüne tanıklık etmemiş, kendisini yarı yolda bırakılmış hissetmemiş olması gerekir.

***

Yoksa, o rezil kayıt asla üzerine atlanacak bir muhalefet geliştirme malzemesi değil, her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının üzerine alınması gereken bir utanç vesilesidir.

Mevzu bahis hukuk…

"Onlar yurtseverler…", "Onlar Atatürkçüler…", "Onlar namuslular…"

Onlar şöyle iyi, böyle harikalar…

Bir bilseniz, bir tanısanız nasıl da seversiniz…

Böyle garabet ve de lüzumsuz bir dille savunuluyor günlerdir, yeni bir "hukuku sopalaştırmak yoluyla dayak" tehdidi altındaki gazeteciler.

Olmasalar ne olacak; "ha tamam o zaman, beter olsunlar, her türlü hukuksuzluğa, haksızlığa, zulme uğrayabilirler" mi diyeceğiz yani?

Oluşturulması gereken mutabakatın zemini ne ideolojiler, ne siyasi cepheler, ne insani nitelikler, oluşturulması gereken mutabakatın zemini "hukuk". Ancak böyle olursa "mahalle"lerle sınırlanmaz, toplumsal bir itiraz oluşur ayak sesleri giderek yakınlaşan "korku duvarı örme ustaları"na!

dfs-004-001-011.jpg

Yazarın Diğer Yazıları