12’si de aynı kaba...
Havuz medyası yine tekmili birden Kabataş İskelesi’nde... Bir televizyon programında Kabataş yalanı yüzünden köşeye sıkışan ve özür dilemeye davet edilen Elif Çakır’ı sâhipsiz bırakmıyor Kabataş yalancıları...
Malûm hikâye, kısaca hatırlayalım...
Gezi protestolarının yurdun dört bir yanına yayılıp toplumsal bir tepkiye dönüştüğü günlerde, polisin orantısız gücünden kaçanların sığındığı Bezm-i Alem Vâlide Sultan Camii’ne sığınan gençler için, “câmiye ayakkabılarıyla girdiler, câmide içki içtiler” propagandasını bizzat ‘dönemin başbakanı’ başlatmış, Diyanet İşleri Başkanı devam ettirmiş ve hatta bu propagandadan cesâret alan bir yazar, câmide seks yapıldığını bile iddia etmişti köşesinden...
Bu propagandanın tuttuğunu gören iktidarın ikinci propagandası daha da etkili
oldu...
Kabataş İskelesi’nde bir başörtülü hanım, kucağında altı aylık bebeğiyle tâcize mâruz kalmıştı. Siyah bandanalı, deri eldivenli, yarı çıplak gezici göstericiler, başörtülü hanıma küfürler etmişler, saldırmışlar, yerlerde sürüklemişler, üzerine işemişler ve altı aylık bebeğini bile darp etmişlerdi. Tâcize uğrayan başörtülü hanımın daha sonra medyaya yansıyan polis ifâdesinden ‘detaylarıyla’ öğrenmiştik ki aynı zamanda cinsel tâcizine de uğramıştı siyah bandanalı, deri eldivenli, yarı çıplak gezici protestocuların...
Ve her ân on binlerce insanın geçip gittiği Kabataş İskelesi’nde bu vahşi tâcizin yüzlerce görgü tanığı olacaktı. Bölgedeki MOBESE kameraları ve belki yüzlerce ticâri güvenlik kamerasında bu vahşi tâcizin görüntüleri ortaya çıkacaktı, ayrıca artık herkesin elinde taşıdığı akıllı telefonlarla görüntülenen bu insanlık ayıbı teşhir edilecekti...
İktidar, “Görüntüler elimizde, önümüzdeki Cuma görüntüleri yayınlayacağız” dedi...
Elif Çakır, Star Gazetesi adına acar bir gazetecilik yaptı ve tâcize uğrayan başörtülü mağdure ile röportaj yaptı. Mağdure, başına gelenleri en acıklı hâliyle anlattı Elif Çakır’a, nasıl bir travma yaşadığını da...
Alfred Hitchcock’un korku filmlerine taş çıkartacak kadar korkunç bir hâdiseydi ve müthiş bir propagandaydı...
Görüntüler de ‘önümüzdeki Cuma’ yayınlanırsa kızılca kıyâmet kopacaktı...
Balçiçek Pamir ve İsmet Berkan tâciz görüntülerini “izlediklerini” ve durumun “vahim” olduğunu yazdılar...
Ve...
Kabataş’taki tâciz iddiasının üzerinden yaklaşık yüz Cuma geçti...
Siyah bandanalı, deri eldivenli, yarı çıplak gezici protestocuların görüntüleri iktidar tarafından yayınlanamadı...
Aksine olay ânında çekim yapan kamera görüntüleri aylar sonra yayınlandı ve ortada ne tâciz vardı ne darp, ne elleri deri eldivenli yarı çıplak Vandallar...
İsmet Berkan, “Benim hıyarlığım, atmamalıydım o tweeetleri” dedi...
Balçiçek Pamir, “Evet, yanıltıldım” dedi...
Kabataş yalanının müellifi Elif Çakır’ın avukatı Fidel Okan, “Kabataş iddiası kurgu ve düzmeceydi” dedi...
Havuz medyası yazarları için bu ahlâksızca yalana yine ve yeniden sâhip çıkma zamanıydı, 5 Mart 2015 tarihinde aynı başlıklarla yazdıkları yazılarla yalanlarının üzerine tüy diktiler, ‘Diliniz kaba, yüreğiniz taş’gibi sakızdan çıkan mânilere benzer kâfiyeyle...
Temel argümanları ‘beyan esastır’ diyorlardı ve ‘Adlî Tıp Raporu’na atıf yapıyorlardı, yani görüntüye ne gerek vardı!
Oysa aynı Adlî Tıp, ‘17 ve 25 Aralık yolsuzluk tapeleri’ için de ‘hepsi gerçek’ raporu vermişti...
Kabataş’taki başörtülü kadına tâciz iddiasıyla ilgili olarak meydanlarda dönemin Başbakanı, “Adlî Tıp raporlarını nerenize koyacaksınız?” diye soruyordu...
17 ve 25 Aralık yolsuzluk tapeleri için Adlî Tıp’ın verdiği raporları nerelerine koyduğunu bilemediğimiz havuz medyası yazarları Ahmet Kekeç, Ardan Zentürk, Halime Kökçe, Murat Çiçek, Saadet Oruç, Ersoy Dede, Kenan Alpay, Fuat Uğur, Mahmut Övür, Kemal Öztürk, Merve Şebnem Oruç, Yasin Aktay ve A. Kadi Selvi, Kabataş yalanı ile ilgili Adlî Tıp raporunu ‘önlerine koymuşlar’ ve okuyor, yazıyorlardı...
‘Pensilvanya’ ismini verdikleri günah keçilerinden süt sağmaya devam ediyorlardı.
Pensilvanya, onlarca MOBESE kamerasının ve belki yüzlerce ticârî güvenlik kamerasının görüntüsünü bir tekini bile ıskalamadan silmiş, bozmuş ve tahrif etmişti bir-iki gün içinde...
Ne diyelim:
“At yalanı, seveyim inananı...”