Saray sofrasında Atatürk'le Reşit Galip'in tartışması

Namık Kemal’in “Bârika-i hakikat müsademe-i efkârdan çıkar” sözünü sanırım çoğunuz duymuşsunuzdur. Hürriyet şairi bugünkü dille şöyle diyor: “Hakikat şimşeği fikirlerin çarpışmasından çıkar.” Demek ki doğruyu bulabilmek için tartışmadan çekinmemek gerekiyor. Ecdadımızın “istişare” ye büyük önem atfetmesinin temelinde yatan gerçek de budur.
Son zamanlarda tartışma, kişinin kendi düşüncesini muhataplarına zorla kabul ettirmesinin aracı olarak görülmeye başlandı. Televizyonlardaki açık oturumları yahut Meclis çalışmalarını takip ediyorsunuzdur şüphesiz. Farklı fikirleri savunan konuşmacıların görüş birliğine vardıklarına hiç şahit oldunuz mu?
Maalesef bizde her tartışmanın muhakkak kurbanları vardır. Özellikle kendi cemaatinizi veya kendi partinizin liderini eleştirirseniz haklı olup olmadığınıza bakılmaksızın hemen sizi kapının önüne koyarlar. Yani bizde yükselmenin yolu tartışmadan değil, dalkavukluktan geçer. Siz hiç tenkit ettiği için terfi eden bir memur yahut siyasetçi gördünüz mü?
Geçen gün Millet Dergisi’nin 21 Ağustos 1947 tarihli (Sayı: 81,s.4) nüshasında konumuzla ilgili bir istisnaya rastladım. Sizlerle paylaşmak istiyorum:
Yer, Dolmabahçe Sarayı... “Sofra kurulmuştu. Maarif Vekili Esat Bey de oradaydı. Mevzu maarif meselelerimizdi. Atatürk, herkese fikrini sormaya hazırlanıyordu. Reşit Galip söz aldı. Maarifin gidişini gayet terbiyeli fakat şiddetli bir dille tenkit ederek Esat Bey’i itham etti. Rahmetli Esat Bey fevkalade centilmen bir adamdı. Bu tenkitlerden çok üzülmüştü. Bunu gören Atatürk:
-Yok Reşit Galip Bey dedi, ben kendi soframda hocamın (Çünkü Esat Bey Ata’nın hocasıydı.) bu kadar üzülmesini istemem. O vakit Reşit Galip:
-Beni mâzur görünüz. Vakıa burası saraydır. Fakat Sultan sarayı değil, millet sarayıdır. Sofranızdaki zât da sizin hocanızdır. Sultanın hocası değildir. Sizi sultan yerine koymadığım için serbestçe konuştum, dedi. Atatürk fena halde üzüldü.
-Sus, dedi.
Reşit Galip, “Millet ve memleket meseleleri konuşulurken susamam” cevabını verdi. Atatürk bütün bütün kızdı. Kalk sofradan, diye bağırdı. Reşit Galip, yerinden kalkmadı. O vakit Ata:
-Sen kalkmazsan ben kalkarım, dedi. Havlusunu topladı ve sofradan kalktı. Bütün sofrada oturanlar ayağa kalktılar. Herkes sofrayı terke hazırlanıyordu. Atatürk geri döndü:
-Size ne oluyor? Oturun oturduğunuz yerde, emrini verdi. Ve salonu terk edip gitti. Ortalığı derin bir korku ve ağır bir hava kapladı. Herkes susmuş ve ne yapacağını düşünmeye başlamıştı.
Biraz sonra Ata’nın yaveri içeri girdi:
-Gazi Hazretleri emrediyorlar. Kendileri olmadığı halde sofraya devam edilecektir ve kimse yerini terk etmeyecektir, dedi.
Reşit Galip ertesi sabah Ankara’ya döndü. Onun ebedî nikbetini bekleyenler birkaç ay sonra Maarif Vekili olduğunu öğrendiler.”
Gerçekten istisnaî bir durum... Eğitim konusunda Atatürk’le tartışacaksınız, birkaç ay sonra da Millî Eğitim Bakanı olacaksınız. Pek inandırıcı bulmadınız değil mi?
Bu noktada Ziya Paşa’nın şu beytini hatırlamamak olmaz: “Tagayyür eylemiştir âlemin ol rütbe ahlâkı// Bize nakli tevârîhin gelir gûyâ yalan şimdi.” Evet, o kadar çok değişmişiz ki geçmişte cereyan eden birtakım hakikatlere inanamıyoruz. Onlar bize artık yalan geliyor...

Yazarın Diğer Yazıları