Zorla astıracaklar kendilerini...

Sıradan bir günün ardından kara bir haberle sarsıldığınızı düşünün: Bakmaya bile kıyamadığınız çocuğunuza sapığın biri musallat olmuş tecavüz edip öldürmüş ne düşünürsünüz? Daha sonrasında aynı adamın üç beş sene yatıp bir lüzumsuz bir siyasetçinin keyfi affıyla aramıza katıldığını duysanız nasıl olursunuz?...
Hukuk toplumsal ihtiyaçlara göre şekil alır almalıdır. İhtiyaçlara cevap veremeyen bir hukukun sırtımıza yük olmaktan başka bir işe yaramayacağı da gün gibi ortadadır. Nasıl ki gömleğiniz küçük ya da büyük gelirse değiştirirsiniz olur biter. Hukukun ateşten gömlek olmaya başladığı yerde insanlar acil ve radikal çözümler aramaya başlar.
Adaleti bulamayınca...
Devletten beklediği adaleti bulamayan kitleler kendi adaletini uygulama yolarına başvuruyor. Nitekim her fırsatta linç olaylarının baş gösteriyor olması toplumsal anlamda öfke patlamalarının yaşandığını bize gösteriyor. Hepimizin sıkça rastladığı sıradan insanların bir deyişi var, toplumun ilk aklına gelen: “ Sallandıracaksın birkaç kişiyi Taksim meydanında gör bakalım” ...
Suçlar ve cezaları birbiriyle orantılı olmalı hiçbir suç cezasız kalmamalı her suçlu hak ettiği cezayı mutlaka devlet eliyle görmelidir. Çocuk tacizcileri, teröristler, seri katiller hak ettiği cezayı görmezlerse toplumsal vicdan burada telafisi imkânsız yaralar alır.
Devlet devlet gibi olmalı, suça ve suçluya karşı caydırıcı yüzünü her daim göstermelidir. Bir yüzü merhametle boyanmışken bir yüzü şiddetle boyanmalıdır. Cemal ve celal sıfatı devletin yüzünden okunmalı ki vatandaşları barış ve huzur içinde yaşatabilsin aksi ise mümkün değildir.
Hukuku yapan beyin takımı toplumun yapısını ve reflekslerini her fırsatta dikkate almak zorundadır. Hangi topluma hukuk yaptığını bilerek, ona göre hukuk semsini örgütlemelidir. Çağdaş hukuk ölçüleri bizim için her zaman geçerli olmayabilir. Kendi hukukunu geliştirip uygulayamayan bir devletin devlet olma iddiası askıda kalır. Onun için de kendi hukuk adamlarıyla kendi hukuk dilini kurmak her devletin hakkı ve görevidir. Kendi değer yargılarını dikkate almayan bir hukuk yapıcı otorite toplumdan beklediği saygı ve itibarı görmez. İnsanlar bu şekilde de yan yollara girmeye kendi hukukunu kurmaya çalışıyor...
Haklı olma korkusu
En kötü hukuk suçsuzu korkutandır derlerdi oysa şimdilerde ülkemiz bu durumu bir gömlek atlamıştır. Hekime hâkime muhtaç olmaktan korktuğumuz bu ülkede haklı olmaya bile koruyoruz artık... Geciken, korkutan, anlamsızlaşan bu hukuka içimize sindire sindire kendi hukukumuz diyebilmeliyiz.
Aksi söylemlere rağmen herkes duysun ve bilsin ki idam cezası caydırıcı bir ceza biçimizdir. Görünüşte insan hayatına son vermesi bakımından ağır bir ceza gibi dursa da sonuçları itibariyle ağır değil gerekli bir ceza türüdür. Ölümün yüzü soğuktur ilk bakışta insanlara zor gibi gelir ama masumu korumak adına, düzen kurup suçluyu caydırmak adına idam cezası birebir ve lüzumludur. Unutmayalım ki; hiçbir şey göründüğü gibi değildir. İdam cezası da...
Bu toplumun sesidir
Üstadın ifadesiyle mikroba merhamet hastaya merhametsizliğe varır... Vicdanları kanatırcasına suçlular hak ettikleri cezayı görmüyorlarsa toplumun derinliklerinde içten içe kaynamalar homurdanmalar başlar... Bu saatten sonra ortada bir devlet varsa devlet sorumluluğu ve ciddiyetiyle hareket etmek zorundadır.
Îdam cezasının bu toplumun vicdanında derin bir karşılığı var. Milletin hissiyatının rencide edildiği bir yerde devletin varlığı ve bekası tartışmaya açılır. Nefesi ve gölgesiyle varlığını hissettiremeyen bir devlet toplumundan gerekli saygıyı bekleme hakkına da sahip olamaz.
Hiç kimse kana susadığı veya vahşice kan görmek istediği için idam cezasını istemez. Bıçak kemiğe dayandığı ok yaydan çıktığı için ülkemizin sessiz yığınları îdam cezasının geri gelmesini istiyor. Yaşanan bunca insanlık dışı olay karşısında toplum vicdanı ayağa kalkmış siyah bayrak açıyor. Öfke ve inatla sesimizin çıktığı kadar bağırıyoruz ’îdam istiyoruz evet, îdam...’
Umut Bulut

+++

Pastanın adaleti(!)
Maliye bakanı Sayın Şimşek, milletin vekilleri ayda dokuz bin lira alacak ki devletin işlerinde özveriyle çalışsın demiş.
-İyi de sayın bakanım, milyonlarca vatandaş işsiz, güçsüz,aç susuz,borç içinde debelenirken okkalı maaş, ucuz yemek, garanti sağlık , lüks konut, özel şöför, zırhlı araç, bedava tatil, kıyak emeklilik,tepeden tırnağa dokunulmazlık
avantajlarıyla mest olmuş benim vekilim ve onun kölesi olmuş bitkin ve bezgin bir milletin dert ve problemlerine nasıl merhem olacak?
Gelin en güzeli devlet pastasını hakça, kardeşçe paylaşsak diyorum.
Ne dersin?
Turan Kırılmazoğlu

+++

KHK yetkisinin 5 Nisan 2011 tarihinde yürürlüğe gireceğini var sayalım.
15 Nisan 2011 tarihinden
12 Haziran 2011 tarihine kadar 2 aylık süre var.
Neden 12 Haziran
2011 tarihinde bırakın Bakan olmayı milletvekili bile olmayacak kişilerin verdiği yetkiyle neden meclis ipotek altına alınıyor?
Meclis zaten Recep Tayyip Erdoğan mıydı dediniz.
Hımmm.
Nihal Tabak

+++

Açık teşekkür mektubu
Uzun yıllar davası uğruna mücadele etmiş, hapislerde yatmış bir sosyalist, devrimci olarak size içten teşekkürlerimi, minnettarlığımı ifade etmek isterim. Memleketin, milletin kaynaklarını sömüren, emperyalizme peşkeş çeken işbirlikçi kapitalizmin melanetini biz halkımıza bu kadar iyi anlatamamış, kavratamamıştık. Siz Türkiye’yi azgınca sömürmekle kalmayıp, ayrıştırmaya, bölmeye dönük emperyalist planlara, küresel sermaye hesaplarına ailenizle, patronu olduğunuz sözde sivil kuruluşlarınızla, medyanızla nasıl hizmet ettiğinizi bütün açıklığıyla ortaya koydunuz. En sağcısından solcusuna, Türkiye’nin birliğini, dirliğini kendi inancı anlayışı içinde isteyen herkese ne olduğunuzu gösterdiniz. Doğrusu, biz devrimciler, bu gerçeği halkımıza anlatmakta yetersiz kalmıştık. Eksiğimizi bir güzel tamamladınız. Grevler, sendikalar, devrimciler karşısında size hevesle hizmet eden Türk kamu görevlilerinin büyük bölümü de; emniyeti, jandarması, yargısı, ordusu, bürokrasisi dahil, şimdi eminim pişmanlık, hatta utanç duymaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı heyet-i milliyemizce mücadele” sözlerindeki isabet şimdi daha iyi anlaşılmaktadır. Kapitalizme karşı çıkmadan emperyalizmle tam olarak mücadele edilemeyeceğini herkese ispat ediyorsunuz. Milli varlığın, bağımsızlığın korunmasında ulusal, devrimci bilincin önemini, vazgeçilmezliğini, yol gösterici ve önder olması gereğini kavratıyorsunuz. Bizler kapitalist sömürü düzenine karşı, eşit, özgür, kardeşçe bir toplum ideali uğruna uğraş verirken baş destekçisi ve mimarı olduğunuz darbeler, otoriter baskı düzenlerinde nice acılar çekmiş olsak da, kadir kıymet bilen insanlarız. Bu katkınız, hizmetiniz hatırlanacaktır. Haline sözde üzülür göründüğünüz Doğu’ya yatırım yapmak yerine, milletin sırtından edindiğiniz servetleri kaçırdığınız küresel kapitalizm merkezlerine apar topar sıvışma vakti geldiğinde, sağ salim oralara ulaşmanıza göz yumulabilir. Saygılarımla.
Cengiz Yücel Özgür

+++

Savcılarla reklamcılığın ne ilgisi var
Savcılar görevlerini yaparken yasanın kendilerine sağladığı yetkileri kullanırlar. Bu yetkilerinin dışına da çıkamazlar. Gazeteci Ahmet Şık’ın henüz yayınlanmamış “İmamın Ordusu” kitabının toplatılması sonrası Sayın Cumhurbaşkanımızın verdiği bir demeç bize savcıların başka bir görevi olduğunu da öğretti. Ne demişti Cumhurbaşkanımız:
“Türkiye’nin görüntüsüne gölge düşüreceği kaygısı taşıyorum. Benim açımdan doğru olmadığı kanaatindeyim. Kitap yasaklama bugünkü Türkiye’ye hiç yakışmadı. Savcılar herhalde 10 bin satacak kitabı şimdi yüz binlerce sattıracaklar”
İşte bu demeçten savcıların reklam işlerine girdiğini anlıyoruz.
Ne diyordu bir düşünür:
“Kelimeler ağzınızdan çıkmadığı sürece sizin esirinizdir,ama ağzınızdan çıktıktan sonra siz onların esiri olursunuz.”
Av.Selahattin Sekban / TRABZON

+++

Düyun-u Umumiye’ye mi özendiniz
Bağımsızlık ve özgürlük aşığı M. Kemal Atatürk’ün söylediği “kişilerin özgürlükleri, devletin egemenlik ve iradesini korumasına bağlıdır” sözünün üstünü bilerek çizenler, kurucu iradenin Türk Anayasası’na yerleştirdiği ve değiştirilmesi teklif bile edilemez olan “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı İstiklal Marşı’dır. Başkenti Ankara’dır.” biçimindeki maddeyi de değiştirilebilir şeklinde toplumsal hafızaya işlemektedir. ABD-AKP-PKK-BDP ailesinin siyasal çıkarlarına aykırı olması nedeniyle ilk üç maddenin bu aile birliğinde kaşıntı yapması anlaşılabilir ama bu ülkenin varlıklarını semiren, dönüşsüz teşviklerini alan, bedava kredilerini yutan, lüks yalılarında ve yatlarında keyif süren para babalarını ve analarını kaşındırması kabul edilemez.
Yeni adınız
“Parayı veren düdüğü çalar” sözünü ilke edinmiş olan sizi artık TÜSİAD olarak değil, SİAD olarak adlandırmak gerekmektedir. Derneğinizin ismindeki Türk’ü ifade eden TÜ tarafını atınız ve sadece SİAD olarak kalınız.
Savaş meydanlarında oluk oluk akıtılmış al kanın üzerinde yükselmiş vatanımızı parayla ölçen sizler, Türk Kurtuluş Devrimi’nin sonucunda, Türkiye İktisat Kongresi’ni gerçekleştirerek ulusal sanayinin, üretimin ve sermayenin önünü açan Türk devrimcilerinin torunları mısınız, yoksa soylu Türk halkının delik cebindeki kuruşları bile soyan, işgalci Düyun-u Umumiye’nin beslediği işbirlikçilerin torunları mısınız? Kimsiniz siz?
Uğur Seten

+++

ÖZ’E SAYGIYLA!
Yiğit bir Cumhuriyet Savcımızdı...
Gerçek bir Cumhuriyet aydınıydı...
Yurtseverdi, devrimciydi...
Yaşamı boyunca, ABD derin devletinin ülkemizdeki uzantılarıyla, konrt-gerillayla, faşizmle, gericilikle hep mücadele etti...
ABD derin devletinin, ülkemizi 12 Eylül karanlığına sürüklemekte olan provokasyon ve cinayet şebekelerini ortaya çıkarmaya çalıştı...
Saygıyla, sevgiyle anıyoruz bu yiğit ve yurtsever savcımızı...
Ankara Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz’den söz ediyorum elbette.
Siz kim sanmıştınız?
İrfan Tuna

Yazarın Diğer Yazıları