Zirve kumpası
18 Nisan 2007 tarihinde Malatya’da gırtlakları kesilerek öldürülen üç insanı unuttu çoğunluk. Alman vatandaşı misyoner papaz ile iki kitap evi çalışanını öldürenler oracıkta hemen yakalanmıştı. Zanlılardan biri kaçmak için mi yoksa intihar amaçlı mı halen meçhul kalan vaziyette dördüncü kattan atmıştı kendini. Durumu çok ağırdı ölümü beklendi, felç oldu falan derken iyileşip hapse gönderildi. Önce Hristiyanların misyonerlik çalışmalarına karşı tavır alan heyecanlı gençlerin acemice eylemi gibi kamuoyuna pompa yapıldı. Arkasından misyonerlik çalışmalarını bilimsel metotlarla ifşa ederek toplumu bilinçlendirmeye çalışan üniversitelerin güzide bilim adamlarına operasyon yapıldı. İlahiyat Fakültelerinin hocalarına korku salındı. Salih Gürler, Cuma Özdemir, Hamit Çeker, Abuzer Yıldırım ve Emre Günaydın adlı zanlıların cinayetten bir gün önce tabanca ile atış talimi yaptıkları, dönüş yolunda polisin rutin kontrolünde araçta silah bulunmasına rağmen serbest bırakılışları, cinayeti tabanca yerine bıçakla işleme sebeplerinin soruları hep güme gitti. Tıpkı Hrant Dink ve diğer cinayetler gibi. İstihbarat, bazı gençleri kullanıyordu. Dahası merhum Muhsin Yazıcıoğlu’nun deyimi ile “birileri bizden habersiz bizim tarlayı sürüyor” du...
Malatya’da işlenen hunharca cinayet aslında Ergenekon kumpasının minik provalarından biriydi. Dalgalar halinde aydınlar tutuklanıp Silivri’ye tıkılırken, iddianameyi zenginleştirecek unsurlar bir araya getiriliyordu. İstanbul’da kumpas kurgulayan ekip sinekten yağ çıkarmakta pek mahir olduğu için Zirve cinayetini Ergenekon’a yıkmak için çabaladı. Geçer akçe olan gizli tanıklık rezaletini devreye soktular. Yasa dışı definecilik, serkeş ve sarhoşluk, disiplinsizlik suçlarıyla ordudan atılan eski uzman çavuş İlker Çınar’ı buldular. Yargılanan sanık ve avukatları Emniyet Müdürü Yurt Atayün’ün gizli tanıkları yönlendirdiğini, bir gazetenin Ankara temsilcisinin tanıkları tehdit edip, şantaj yaptığını söyledi ama kulaklar sağır olduğu için taleplere cevap verilmedi bile. Medyanın malum davalardaki tutumunu hatırlayınız. Ortada daha iddianame yok iken, soruşturmanın gizliliği ihlal edilerek ellerine dosyalar tutuşturulan tetikçi gazeteciler bir gecede kitap yayınlayarak görevlerini itina ile yerine getiriyordu.
Malatya tıpkı Silivri gibi gözden ıraktı... Ancak bu davaya TSK mensupları dahil edilerek “darbe” algısı ile beraber ordu içi tasfiye planı hızlandırıldı. Kısa sürede Malatya’da İnönü Üniversitesi’ni bilim merkezi haline getiren Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ve emekli Orgeneral Hurşit Tolon gibi şöhretli isimleri içeri atıp infazı gerçekleştirdiler. Malatya’da İl Jandarma Komutanlığı yapan Albay Mehmet Ülger’den alacakları intikam vardı. Binbaşı Haydar Yeşil de önlerindeki engellerden biriydi. Öğretim görevlisi Ruhi Abat “dinlerarası diyalog” tezgahını açığa çıkaranlardan olunca kumpasla içeri tıkıldılar. Akla hayale gelmedik senaryolarla yıllarca içeride tutuldular. Bu esnada üç kişiyi gırtlaklayan katiller denetimli olarak serbest bırakıldı. Katiller çıkmış, masumlar yatıyordu açıkça. Ama canım memleketimin mümtaz insanlarının önemli bölümü haber takip etmeyip, okumuyor televizyonlarda dizi filmlerle hipnoz halinde uyuyordu. Geçtiğimiz gün 101’inci duruşması yapıldı Zirve’nin. Mehmet Ülger, Haydar Yeşil ve Ruhi Abat tahliye edildi. “Pardon” bile denmedi. Yıllarca hangi sebeple içeride tutulduklarını bile söylemediler. “Harç bitti, yapı paydos” misali “sizin işiniz bitti gidin” dediler açıkçası. Lafa gelince kumpas ortaya çıkarılıyormuş, inlerine girilmiş. Necip Hablemitoğlu’nun katilleri nerede? Mezarı Malatya’da olan Behçet Oktay gibi cinayetler çözülmediği müddetçe, kumpastan söz edilemediği gibi gizleyenlerle ortaklık sürüyor demektir.