“Zindan değil burası; ana rahmidir memleketin...”
Yazı yazan -hele ki bu yoğunlukta- hemen herkesin gün aşırı karşılaştığı sorulardan biri:
- O yazıları nasıl yazıyorsunuz?
Bu soruya -bana göre- bugüne kadar verilmiş en “gerçekçi” cevap rahmetli Necdet Sevinç’e aittir:
- “Ben yazılarımı hep aklımı, zekamı, duygularımı, inancım adına kurşuna dizerken yazarım...”
Öyle;
Her yazımız bir savaştır bizim; aklımıza, zekamıza, duygularımıza düşmanlaşmak, onları yenmek durumunda kalırız bazen “inandığımız”ı yazabilmek aşkına.
Okuduklarınız o savaşın “ayakta kalan” tarafı hangisiyle onun zafer çığlıklarıdır aynı zamanda...
Necdet Hoca’nın dediği gibi çoğu zaman kendinin bir tarafını kurşuna dizebilmektir yazmak işi;
Ve az buz değil, sancılıdır hayli!
Durduk yere değil tabii bunların aklıma gelişi;
Takvime baktım, bugün itibarıyla Necdet Sevinç’siz bir yıl daha geçti; vefatının ikinci seneyi devriyesi.
***
Sovyet tankları Bakü’de Azerbaycan Türkleri’ni ezerken ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti “Onlar Şii, biz Sünniyiz” diyen bir kafa tarafından yönetilirken, döneminin “Oldu olacak Ermenistan’a silah da verin” manşeti atabilen tek gazetecisi!
Başımıza geleceği görmüş gibi, yıllar önce, daha Osmanlı’nın Yükselişi ve Çöküşü’nü yazarken “636 yıllık Türk devletinin 215 veziriazamından 137’sinin dönme ve devşirme olduğu” nun altını çizerek “ibret olsun” diyen “aydın” bir Türk Milliyetçisi.
Bu da onun “çözüm süreci” reçetesi:
“Türkiye için tek çıkış yolu vardır. Şudur o da: Doktriner Türkçülüğe dönmek, Türkçü olmak. Düşüncede, sanatta, edebiyatta Türkçü olmak. Hareket ve davranışta Türkçü olmak. İktisatta Türkçü olmak. Ekonomide Türkçü, sermayede Türkçü, politikada Türkçü olmak. Türkçü olmak. Türkçü olmak. Türkçü olmak.”
***
“Himalaya zirvesinden Gor çukuruna düşer gibi” hızla dibe çöktüğümüz şu günlerde, onun tarihe not düştüğü her bir cümle tartışmasız hazine değerinde; her biri kutup yıldızı niteliğinde ve fakat bugün benim sizi tanıştırmak istediğim özelliği Necdet Sevinç’in şairliği!
Sevinç, 1974 yılında, yazıları “sanık yazılar”ın yazarı olarak tutuklu bulunduğu Sağmalcılar Cezaevi’nden “üveyik gözlüm” dediği eşi Sevgi Hanım’a yazmış aşağıdaki şiiri:
“(...)
Şimdi ben,
İktidarın keyfini kaçıranlara,
İktidarın keyfi için inşa ettirilen
F-13-101 nolu hücrede yaşıyorum
Ve kayadan oyma bu hücreyi
Dört aç ve azgın
Fare ile paylaşıyorum.
(...)
Bahar başka türlü geliyor hapishaneye...
Gardiyanlar kısa kollu giydi mi?
Verildi mi nöbetçilere yazlıkları?
Hücrede ısırgan türünden böcekler arttı mı?
İş bilir iaşe komisyon başkanı işgüzar vurguncu ortağına
Kokmuş etten, bitli mercimekten yazdı mı?
Ve bir de üveyik gözlüm
Ve bir de,
Daha bir sardı mı örümcekler?
Fareler azdı mı?
Bil ki zindanda bahardır.
(...)
Sahil gazinolarında bir İspanyol şarkısı okunmaktadır
Ve şimdi kadehler bu vurgun düzenin şerefine kalkmaktadır,
Ve bir dansöz oynamaktadır
Binlikler sokulmaktadır orasına burasına dansözün.
Ve bir de bebesine
Mama almak isteyen bir sıska ana.
Bir de şişman kedilerle birlikte bir Yahudi havrasında,
Bir Rum kilisesinde
Ya da bir Ermeni lordunun
Çöp tenekesinde
Kısmetini aramakta.
Ve hâlâ prangalıdır iskeletler Taşkentte
Ve ben bu memlekette selam yazarım hürriyete
Hâlâ gardiyanla yatıp
Düdükle kalkmaktayım.
Ve gözümle duvarları delercesine bakmaktayım,
Elimde plastik bir bardak,
İçinde yosunlu su...
Mahzende çığlıklar,
Hücremde küf kokusu
Zindan değil burası
Ana rahmidir memleketin
Ve ben bu yakılan çırasıyım hürriyetin
Milliyetçi Türkiye’nin doğum sancısıyım.
Binlerce yetimin,
Öksüzün,
Binlerce nişanlının, sözlünün,
Ve yavukluları mahzenlerde çürütülen
Binlerce üveyik gözlünün
Davacısıyım...”
***
Başka gazeteciler, başka yazıları sanık yapılıp da çürütülürken başka zindanlarda; Necdet Sevinç en güzel zulme karşı dimdik tuttuğu kaleminden çıkan bu haykırışla anılabilirdi gibi geldi;
Zira hâlâ “hürriyetin çırası” olabilme umuduyla ateşler içinde yanıyor -sorsam yabancı gibi halbuki içimizden- birileri!
Beni al, onu alma
Sedat Laçiner’in önceki gün -nihayet- kaleme aldığı “PKK gerçekleri”ni aktarmıştık. Dün benzer bir yazı da Ekrem Dumanlı’dan geldi.
Halen “Apo’yu paşa yapalım”cı gazetenin başında bulunan Dumanlı özetle;
“- PKK barış adına adım atmıyor; tam aksine büyük bir çatışmaya hazırlanıyor... Türkiye’yi tehdit ediyor... Dört parçalı devlet kuracağını haykırıyor...” diyor. (Dumanlı dün duymuış olabilir ama bu gazetenin okurları için hiçbiri yeni bilgi değil tabii.)
Ama bütün bunlardan daha önemli olan ve gözden kaçan başka bir şey daha var söylediği:
“En başta şunu kabul etmeli; ’endişelerim var’demek ’çözüme karşıyım’demek değildir. (...) Daha çok aklı meseleye dâhil edip bütün olumsuz ihtimalleri de hesaba katarak, ülke menfaatini her şeyin üstünde tutan siyaset üstü bir vizyonla sulh kapılarını aralamak ve süreci kalıcı bir yol haritası ile taçlandırmak gerekiyor.”
Anlayacağınız;
İnfiale gerek yok; çünkü -aslında- “beni al, onu alma” dışında bir şey söylemiyor bu yazı.
“Çözme bu milleti” demiyor dikkat ederseniz; “gel beraber çözelim” diyor!