"Zillet, Adiler, Vatan Hainleri…"
AK Partili TBMM Başkanvekili Süreyya Sadi Bilgiç, Meclis Kütüphanesiyle ilgili bir tanıtım programında çok güzel açıklamalarda bulundu.
Bakın Bilgiç neler diyor:
"Bilgiye erişimin bu kadar kolay olduğu bir dönemde, ülkemizde okuma alışkanlığının yeterince yüksek olmadığını üzülerek gözlemliyoruz. Televizyon ve internete ayırdığımız zamanı kitaba ayıramıyoruz. Gün içinde televizyona ortalama 6, internete ise 3 saat ayırıyoruz, Kitap okumak için ayırdığımız süre ise sadece bir dakika! Bu sebeple çocuklar başta olmak üzere, toplum genelinde okuma kültürünün geliştirilmesi yönünde çok daha fazla gayret göstermemiz gerekmektedir."
Son derece doğru tespitler, küresel anlamda iletişim teknolojileri son derece ilerlemiş, dolayısıyla da bilgiye erişim artmış durumda. Türkiye de bu açıdan hatırı sayılır bir internet erişimine sahip… Ancak nitelikli bilgiye ulaşamıyoruz.
Bilgiç açıklamalarına devam ediyor:
"Teknoloji devrimine rağmen, dünyanın en gelişmiş ülkelerinde kitaba olan ilginin hiçbir zaman azalmadığını görüyoruz. Ülkeler arasında yapılan mukayeseli araştırmalara göre, geri kalmış ülkelerde insanların kitaplara ulaşımı sınırlıdır."
AK Partili Bilgiç'in açıklamaları o kadar çarpıcı ki, itiraz edecek tek bir noktası bile yok.
Kitaba günde 1 dakika bile ayırmakta zorlanan bir toplumuz, geri kalmışlığımız çok açık.
Kültür seviyemiz; yol, köprü ve beton yığınlarıyla yükselmiyor.
***
Şu seçim sürecinde yaşananlara, konuşulanlara bakın…
Birçok seçim süreci yaşadık, birçok ağır dille karşılaştık ama bu seferki çok daha çirkin.
Türkiye'nin yarısı "zillet, hainlik, adiler" gibi terimlerle tanımlanıyor. Bunu yapanlar ise uzun zamandır devleti yöneten kadrolar. Ellerinde bir kez olsun kitap gördük mü?
Hadi devlet terbiyesi hak getire diyelim, size gönül verenleri neden bu kadar küçümsüyorsunuz?
Seviye yok, kültür yok, incelik yok…
Hakaret ve övünme ikilemiyle ülke yönetimine talip olunuyor.
Enaniyet her yeri sarmış durumda.
Kendilerini, dev aynasında görenler yüzünden, ülkenin getirildiği nokta da çok acı bir seviyede.
Yönetici kadrolardaki bu kültürsüzlüğü gören vatandaş da bu ağzı benimsemeye başlıyor. Vatandaş, "Kardeşim onlar bile böyle konuşuyor, ben söyleyince neden hakaret olsun" diyerek seviyeyi daha da aşağıya çekiyor. Çünkü referans; yöneticiler!
Günde ortalama 6 saat televizyon izlenmesi şu anda oturup düşünmemiz gereken en büyük sosyal sorunlarımızdan. Kanalların neredeyse tamamı, siyasilerin bu kirli ağızlarını yayınlıyor. Geriye kalan vakitlerde diziler var; feodal yapılar, saçma sapan mafya yapımları reyting rekorları kırıyor.
Show TV'de yayınlanan bir dizi son dönemde geldiğimiz noktanın en acınası örneklerinden biri olan Çukur dizisinden bahsediyorum. İçinde kıymetli oyuncuların da olduğu bir proje, reytingleri de iyi gidiyor.
Ama bölüm başına 100-200 kişi ölüyor. Ölmek bir yana çekimlerin kalitesizliği, basitliği, senaryodaki kopukluklar, izleyiciyle dalga geçercesine… Aslında izleyicinin aklına da hakaret ediliyor. Peki ya sonuç? Bir sonraki bölüm daha fazla şiddet, daha kirli bir dil ve sınırlı zekayla çekilmiş sahneler! Yapımcı mutlu, seyirci mutlu.
Türkiye'nin getirildiği nokta aslında tam da burasıdır.
Kalitesizlik her yanımızı sarmış durumda. En tepeden başlıyor, televizyonlar ve gazeteler eliyle genele yayılıyor. Toplumu ayakta tutan en temel kurum olan ailelere sirayet ediyor. "Kadına şiddete son" mesajının verilmek istendiği reklamlarda bile kadına şiddet uygulanıyor.
Birbiriyle iç içe geçmiş, birbiriyle inanılmaz bir uyum içerisinde çalışan "kalitesizlik dişlileri" içinde öğütülüyoruz.
Öz kültürümüzden kopuyoruz. Şehirlerimiz, caddelerimiz tatsızlaşıyor.
Konuşmalarımız, hitabetlerimiz basitleşiyor, kullanılan kelimeler sınırlı hale geliyor.
Bireyleri gelişemeyen toplumların en temel özelliği adalet mekanizmalarının çalışamamasıdır. Bu, toplumsal endişeyi ve güçlünün adaletini başlatır. Ne yazık ki fazlasıyla yaşıyoruz.
Bilgiye ulaşamadığımız, bilgiyi yayamadığımız için "ara eleman ülkesi" olma sorununu yaşıyoruz. Bilgiyi üretemediğimiz için, sınırlı ürünleri tüketen ve onlara ulaşmakta da zorluk yaşayan geri kalmış ülkeler konumuna düşüyoruz.
Aklımız, fikrimiz ve vizyonumuz, koltuğundan başka sevdası olmayanların ağızlarında heba ediliyor.
Seçim süreci, çirkinliğin, bayağılaşmanın hangi boyutlara geldiğini anlatan küçük bir resim gibiydi.
Bu resmin değişmesi de kısa vadede çok mümkün gözükmüyor.
Yeniden ayağa kalkmamız için, entelektüel sermayemizin yasal örgütlenmeler oluşturması gerekiyor.