Ziller Çalacak Benimçin
O şiir şöleninde, şairinden, Zeki Ömer Defne’den dinlemiştim “Ziller Çalacak” şiirini. 87 yaşında olduğunu söylemişti ama gür sesle ve pek duygulu okumuştu. Rıfat Ilgaz’la yan yana oturuyorlardı, o kürsüden indi, Ilgaz’ı çağırdılar “Yahu bu adamda öyle bir ses tonu var ki, inletti ortalığı, şimdi benim şiirim size sinek vızıltısı gelecek” dedi Türk mizahının büyük ismi.
Önce o şiiri birlikte bir okuyalım, sonra konuşuruz hakkında:
“Zil çalacak... Siz derslere gireceksiniz bir bir/Zil çalacak, ziller çalacak benimçin/Duyacağım evlerden, kırlardan, denizlerden/Tâ içimden birisi gidecek uça, ese... Ama ben, ben artık gidemeyeceğim.
Zil çalacak... Siz geminize, treninize gireceksiniz bir bir/Zil çalacak, ziller çalacak benimçin/Duyacağım iskelelerden, istasyonlardan bütün/Tâ içimden birisi koşacak ardınızdan... Ama ben, ben artık gelemeyeceğim.
Sonra bir gün zil çalacak yine/Hiç kimseler, kimsecikler duymayacak/Ne sınıflar, ne iskeleler, ne istasyonlar, ne siz... Tâ içimden birisi kalacak oralarda... Ben gideceğim.”
Dün ziller çaldı okullarımızda. Ben her Eylül’de, her ders başı zilinde, Zeki Ömer Defne’nin bu şiirini anımsarım.
Yıllarca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yapmıştı rahmetli. Zillerden ayrılmanın özlemi ile yazmıştı bu şiiri. Galatasaray Lisesi öğrencilerinin çıkardıkları Galatasaray Dergisinde yayımlanmıştı ilk kez. Emekliye ayrılan edebiyat öğretmenleri Zeki Ömer Defne’ye, öğrencilerinin bir jestiydi bu yayın.
Goethe’nin “Her şiir bir koşuldur” sözü düşüyor tam da burada yâdıma. Zillerden ayrılmak ve fakat o son, o gerçek paydos zilinin de bir gün kendisi için çalacağını dillendirmek. Çalacaktı o zil ya, bir koşulla, “Tâ içinden birisi yine kalacaktı oralarda”, öldükten sonra da yaşayacaktı şair, şiiriyle.
Azerbaycanlı yazar Elçin’in “Şiirle insan arasında genetik bir bağ olmalı” sözü de, bu şiir bağlamında kanıtlanmış olmakta bence.
O ki söz Zeki Ömer Defne’den açıldı, başka şiirlerinden örnekler vermek gerek diye düşünmekteyim. “Bu Derde Ne Derler Sizde” adlı şiirinden birkaç küme sunayım önce, bakalım neymiş o dert ve o derde bizde de öyle derler miymiş:
“Küllüğe bak küllük değil/Güllüğe bak güllük değil/Ateşler buhran içinde/Su kendine mâlik değil/Bu derde ne derler sizde?
Bir yola gidecek gibi/Bir yolcum gelecek gibi/Bu hazırlık nedir canda/Bir şeyler olacak gibi/Bu derde ne derler sizde?
Dünya pusula, ben ibre/Gündüz titre, gece titre/Hangi iğneler üzereyim/Nerem kuzey, nerem kıble?/Bu derde ne derler sizde?
Bir ad verememek ne zor!/Eviriyor çeviriyor/Başka mânâ veremiyor/Bizim köylü GÖNÜL diyor/Bu derde ne derler sizde”
Pek bu gönlümüze göre bir mutluluk, son bir mutluluk, bir sonbahar demi mutluluğu olamaz mı, istenemez mi? İstenir efendim, şairse ister.. Zeki Ömer Bey, Varlık Dergisi’nin Ocak 1974 sayısında şöylece istemiş, o istekle bitirelim:
“Son mutluluğu, elimiz ayağımız donup da/Kaskatı kesilmeden/Giyinelim getir de.
Az da olsa, dar da olsa, kısa da/Şimdi her şey, her zaman boyumuza göredir/Hatta bir dakika bile.
Uzun uzun ölçüp biçmeye vakit yok/Yellerde bir ipekli emprimedir sonbahar/Bakma dalına gülüne, uçtu uçuyor işte.
Son mutluluk, çok değil, gönlümüze göre bir/Şöyle en uygun yerinden zamanın/Biraz akşamdan evvel, biraz geceden önce”