Zengin ülkeler neden zengin kalıyor?
ABD de yol, köprü, limanlar ve havaalanları çok kötü durumda. Yıllarca yeterli kaynak ayrılmadığı için, özellikle New York’ta köprü demirlerinin pasları görünüyor. New York-Washington arasında, yer yer şehir içinde gidiyormuşsunuz gibi trafik var.
ABD için görüntü, bu ülkenin artık dünya lideri bir ülke olmasının zor olacağı şeklindedir.
İngiltere’de, bazı semtler arası iki saat sürüyor. Trafik kilitleniyor. Yolda ufak bir onarım, trafiğin en yoğun saatleri de dahil olmak üzere, günlerce sürüyor. İngilizler tembel. İşleri imparatorluklardan gelen ve British denilenler ile sonradan İngiliz vatandaşı olanlar yapıyor.
Bu söylediklerime rağmen, ABD ve İngiltere zengin ülkeler... Zengin kalmaya da devam edecekler. Çünkü bu ve benzer zenginler baktılar ki üretimde ve teknolojide kıpırdayan ülkeler var, gelişmekte olan ülkelerde ekonomik büyüme oranları daha yüksek oluyor... Küreselleşmeyi getirdiler... Üretmeden dünyayı sömürme ve zenginliği sürdürme formülünü buldular.
Küreselleşme ile gelişmekte olan ülkelere giden sıcak para ve spekülatif sermaye hareketleri serbestleşti ve hızlandı. Bu ülkelerde sıfırdan yeni yatırım yapılmaz iken, kârlı şirketlerin satın alınması, sermaye piyasası ve mevduattan dolayı, çıkan faiz ve kâr arttı. Örneğin Türkiye’de bu şekilde çıkan kaynak bu yıl 10 milyar dolara ulaşıyor. Bu kaynak nereye gidiyor? Zengin ülkelere gidiyor.
Öte yandan bizim gibi cari açık veren ülkeler, bu açığı dış borçla kapattılar. Bu borç faizleri de zengin ülkelere transfer ediliyor.
Bu zengin ülkelerde faiz oranları sıfır, sıfıra yakın veya bazılarında reel olarak eksi faiz oranları şeklindedir. Bu ülkelerde para gidecek yer arıyor.
Para, faiz oranları daha yüksek olan, Brezilya, Kore ve Türkiye gibi ülkelere gidiyor. Brezilya ve daha birçok gelişmekte olan ülke, sıcak parayı kontrol ederek, vergi ve yükümlülük getirerek, zararlı baskısından kurtulabiliyor. Türkiye ise tersine sıcak paranın önünü açıyor.
Başbakan eğer “Türk Lirasının değerli para olmasından mutluyuz” diyorsa, bu sıcak parayı davet anlamına gelir.
Merkez Bankası’nın, bugün olduğu gibi her gün 100 milyon dolar döviz alması sorunu çözmez. Çünkü Merkez Bankası’nın aldığı döviz ile cari açık toplamından daha fazladır.
Yapılması gereken, Merkez Bankası’nın döviz alması ve aynı zamanda sıcak paranın kontrol edilmesidir. Bu kontrol düşük bir vergi alınması, bir kısmının Merkez Bankası’nda karşılık olarak tutulması şeklinde olabilir.
Olmadığı içindir ki, paramız değerli para oluyor... Cari açık veriyoruz. Sonra bu açığı kapatmak için altyapımızı, bankaları satıyoruz. Yahut dışarıdan devlet veya özel sektör olarak borçlanıyoruz.
Biz çalışıyoruz. Büyüme sağlıyoruz. Ancak kaynaklarımız kâr ve faiz olarak zengin ülkelere gidiyor. Onlar çalışmasa da zengin kalıyor. Biz çalışsak da fakir kalıyoruz.
ABD cari açık verdiğinde, açığını kendi bastığı dolarla kapatıyor. Biz açık verince, faizle borç para alıyoruz.
2010 yılında da cari açık 42 milyar dolar olacak... Böylece 2010 sonunda ve son 8 yılda AKP iktidarında Türkiye 180 milyar dolar cari açık vermiş oluyor...
2002 yılında kamu borç stoku 234 milyar lira iken, 2010 yılı Temmuz ayında 458.2 milyar liraya çıktı. Yani borç ikiye katlandı. Bu borcu vatandaş vergileriyle ödeyecek. Yani dış borç Türkiye’nin geleceğini karartıyor.
Bu gerçekler varken, Başbakan neden değerli paradan hoşnut oluyor? Çünkü Başbakan, Türkiye’nin geleceği ile meşgul değil. Hedefi bugün sıcak paranın afyon etkisinden yararlanarak, ekonomide suni canlanma sağlamak ve seçimi kazanmak.