Yüzyılın Anlaşması'nın düşündürdükleri
Uzun yıllardan beri süre gelen İsrail-Filistin sorununun çözümüne yönelik iki yıldır sözü edilen barış planını, ABD Başkanı Trump ile İsrail Başbakanı Netanyahu 27 Ocakta Beyaz Saray'da düzenledikleri ortak basın toplantısında "Yüzyılın Anlaşması" adı altında dünya kamuoyuna açıkladılar. Sözü edilen Barış Planı, çeşitli ortamlarda bir dizi sert tartışmalara sebep olsa da itidalli ve destekleyici yaklaşanlar da oldu.
Aslında barış planının ana hedefi Filistin topraklarında uygulanmakta olan De facto'nun meşrulaştırılmasının yanı sıra, 1967 öncesi başkenti Kudüs olan bağımsız Filistin Devletini tamamen göz ardı etmektir.
Harem-i Şerif içerisinde bulunan İslam'ın ilk kıblesi ve Peygamberimizin Miraç'a çıktığı Mescid'i Aksa'nın içinde yer alan Kudüs sorununun çözümü, her ne kadar tüm İslam dünyasını çok yakından ilgilendirse de, ancak başta zengin körfez ülkeleri olmak üzere Arap Dünyası öncülük etmelidir.
İsrail, Filistin sorunuyla ilgili Birleşmiş Milletlerin almış olduğu kararları tanımamakla birlikte Beyaz Saray'da yapılan sözde barış toplantısında önemli Arap ülkelerinin büyükelçileri de hazır bulunmuşlardır. Başkan Trump toplantıda barış planını anlatırken "Suudi Arabistan'ın çabalarını takdir ediyoruz" dedi. Diğer taraftan Mısır, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Umman da sözde Barış Planına destek vererek bunun çok önemli bir proje olduğunu açıkladılar.
Sözde Barış Planı, özellikle Filistin'de büyük tepki ile karşılanırken, Türkiye, İran, Irak, Ürdün, Pakistan gibi ülkeler tarafından resmi olarak kınandı. Diğer taraftan bazı İslam ülkeleri ise planın gerçekleşmesi halinde gerek bölge, gerekse dünya için bir yıkım olacağını ifade ettiler.
Bu arada İngiltere, Barış Planına olumlu yaklaşırken Rusya, Çin, Fransa, Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler itidalli yaklaştılar. 80 sayfa olduğu belirtilen sözde Barış Planını Trump; Kudüs'ün İsrail'in bölünmez başkenti olarak kabul edildiğini, Batı Şeria'daki Yahudi yerleşim yerlerinin İsrail toprakları olarak tanınacağını, İsrail'in Golan Tepeleri dâhil Ürdün vadisi üzerindeki hâkimiyetini sürdüreceğini ve İsrail dışında yaşayan Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkının olmayacağı şeklinde özetleyerek duyurdu.
Arap medyasından alınan bilgilere göre; sözde Barış Planı ile Filistinlilere Batı Şeria'da ve Sina'da kendilerine ayrılan küçük yerleşim bölgelerinde silahlardan arındırılmış olarak Ürdün'e bağlı bağımsız bir devlet kurabilmeleri için bazı koşulları yerine getirmeleri ve bunun için de dört yıllık bir süre öngörülmektedir. Öte yandan Filistinlilerin İsrail'e girişleri geçici Ürdün pasaportuyla ve vize almak koşuluyla mümkün olabilecektir. Yani Filistinliler Kudüs'e ancak pasaport ve vize şartı ile girebileceklerdir.
Sözü edilen Barış Planını bir yıl önce Bahreyn'de yapılan toplantıda Başkan Trump'ın damadı Jared Kushner Körfez ülkelerinin onayını alarak ilk kez kamuoyuna açıkladı ve Beyaz Saray'da yapılan son toplantının ardından da aynı Kushner, barış planının Araplar için son şans olduğunu dile getirdi.
Filistin sorununa tarihsel açıdan bakıldığında 1897'de İsviçre'nin Basel şehrinde Filistin'de bir İsrail devletinin kurulabilmesi için yapılan Siyonist Kongresinin ardından beş kez İstanbul'u ziyaret eden Theodor Herzl, Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid'den olumlu cevap alamamıştır. Daha sonra yapılan farklı çalışmalar sonucunda 1917'de Balfour Deklerasyonuyla Yahudi nüfusunun Filistin'e yerleşmesinin yolu açılmıştır. Aynı yılda İngiliz ordusunun Kudüs'e girişinin Filistinli Araplar tarafından coşku ve sevinçle karşılandığı da belgelerle sabittir.
1948'de İsrail devletinin ilan edilmesine karşı gelen komşu Arap devletlerinin daha sonra açtığı savaşlar, özellikle 1967'de ''6 Gün Savaşı'' olarak adlandırılan savaş sonucunda Mısır ve Suriye'nin tüm askeri havaalanları tamamen kullanılamaz hale gelmiş, Doğu Kudüs, Batı Şeria, Cenin ve Golan Tepeleri İsrail tarafından işgal edilmiştir.
1973'de Enver Sedat, Süveyş Kanalını geçerek İsrail'e karşı kısmen bir başarı elde etmiş olsa da yine kendisi daha sonra İsrail-Mısır arasında Camp David Anlaşmasını imzalamıştır. Nitekim bundan sonra Araplar, İsrail ile savaş kavramını tabiri caiz ise sözlüklerinden çıkarmışlardır. Şimdi de Körfez ülkelerinin barış planına yaklaşımları, gerek Suriye ve gerekse de Irak'ın parçalanmış durumları ortadadır.
Sözde Barış Planının bir müzakereye açılma olasılığının olup olmadığını kestirmek zordur. Bundan sonra Arap dünyasının ne yapacağı öngörülememektedir.
Filistinliler başta olmak üzere İslam aleminin nasıl hareket edeceğini önümüzdeki günler gösterecektir.
Her halükarda sorunun çözümüne, Birleşmiş Milletler katkı sağlayabilecek mi?
Birleşmiş Milletlerin bu katkısını sağlamak için hangi ülke öncülük edecektir?