Yürü be koçum kim tutar seni
Madem topluma halüsinasyon gördürmek yetiyordu kafanızı çuvaldan çıkarmaya; manşetlerinizi
2003 yılında Süleymaniye’de ABD’nin, dün Ankara’da da Barzani’nin üzerine de sürseydiniz ya
Bir gemi dolusu -şimdilik savunmasız olduğunu varsaydığımız- insanı İsrail ordusunun önüne atıp, 9 Türk’ün öldürülmesine çanak tuttular.
Buradan “mazlum Filistin halkı”na yardım götüremedikleri gibi, yardım götürenleri de getirmeyi başaramadılar.
İlk iki gün “gaza” coşkusuyla ateşlenen yürekler, ölümün soğukluğuyla titremeye başlayınca, gerçekler saklanamaz bir hal aldı. Kadınlar, kızlar, çocuklar, anneler, babalar, Adli Tıp Kurumu’nun önünde bir oraya bir buraya koşturup durdular gün boyu:
- Bize yakınlarımızın sağ olduğu söylendi ama gelenler arasında yoklar... Baktık ölenler arasında da yoklar. Peki nerdeler?!
- Bize yaralılarımızın durumun iyi olduğunu söylemişlerdi. Görüntülerini izlettiler, iyilerse onlar neden getirilmedi?
Kimbilir!
Ses gelmiyor
Mavi Marmara’yı, “Vur vur inlesin, İsrail dinlesin” nidalarıyla “Debreli Hasan” gibi uğurlayan iktidar ortalarda yok ki soralım. İçlerindeki “Van Minıt”çı, Antalya limanında ses tellerini fazla zorlamış olmalı... Bir kaç gündür “kısık” tonda konuşmaları... Ses gelmiyor!
En düzünden, nağmesiz “TBMM, Türk Hükümetinden, İsrail ile siyasi, askeri ve ekonomik ilişkilerimizi gözden geçirmesini ve gerekli etkin önlemleri almasını beklemektedir” derken bile çatallaşıyor sesleri.
Duyup duyacağınız pes “-meli”ler, “-malı”lar, “-cek”ler, “-cak”lardır artık.
“Yüce Meclis” İsrail’e ve uluslararası kamuoyuna neyi deklare edeceğini düşünürken Bülent Ortaçgil çalmış ’ol-malı’ TBMM koridorlarında:
“Olmalı mı, olmamalı mı
Yoksa hiç konuşmamalı mı...”
Saatlerce düşündükten, taşındıktan sonra, bu ilhamla kanaat getirmişlerdir:
“Bu insanlık dışı saldırı şiddetle kınan-malı!”
“Uluslararası bir soruşturma komisyonu kurul-malı...”
“Mağdurlara tazminat öden-meli...”
Hele nakaratı yok mu? Bir okumada yerleşiyor kulağınıza: “Türkiye, İsrail’e karşı milli ve uluslararası yargı yollarına başvur-malı...”
Arkadaşlar Komor Cumhuriyeti’nden bakıyorlar ya meseleye; Türkiye’ye akıl veriyorlar!
Takdim töreni
İsrail Başbakanı’nın “Askerlerimin yaptıklarıyla gurur duyuyorum” dediği gün, tarihin, fiilleri en “özne”siz, en “edilgen” iktidarının, manşetlerde;
“Gürledi...”
“Dize getirdi...”
“Rest çekti...”
“Ders verdi...”
“Korkuttu...”
“Haddini bildirdi...”
“İsrail’i yaptığına yapacağına pişman etti...” diye takdim edilmesi şaşırtmasın sizi.
Güzel yurdumun kuzey batısında “Ver gaz yansın Burgaz” diye özetlenir bu durum...
Sanırsın “starting box”da yarışa dahil olmayı bekleyen atların önündeki engeli kaldırıyor arkadaşlar! “Deh”lemeciler korosu!
Kamçı gibi manşetler; vurdukça yerinden zıplatıyor iktidarı. Havalandırıyor.
Çünkü çuvala karşı anlaşılmaz bir zaafı vardır medyanın bir kısmının.
Misal;
4 Temmuz 2003’te, Irak’taki Amerikan 173. Hava İndirme Tümeni’ne bağlı işgalciler ve yanlarındaki işbirlikçi peşmergelerin, Süleymaniye’de bulunan Özel Kuvvetler Karargahımıza düzenlediği baskını hatırlayın. Hani 3’ü subay, 8’i astsubay, 11 askerimizi “esir” almışlardı. Askerlerimizin elleri kelepçelenmiş, başlarına çuval geçirilmişti. “Kimlikleri ayrılsın” diye portakal rengi “tutsak” kıyafeti giydirilen Türk Ordusu mensupları, tanık ifadelerine göre “tokatlanarak” Kerkük Havaalanı’na sorgulanmaya götürülmüşlerdi. İfadeleri alınmıştı! Sorgu sırasında “El-Kaide muamelesi” görmüş; “insanlık dışı” davranışlara maruz bırakılmışlardı.
Resmi görevli olarak bulundukları Irak’ta “terörist damgası yememek” için, Türk hükümetinin en yakın müttefikine karşı koymayan 11 asker, hem fiziki hem de psikolojik olarak işkenceden geçirilmişti.
Ve dönemin ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Başbakan Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektupta, tıpkı dün Netanyahu’nun yaptığı gibi saldırganlıklarının arkasında durmuştu: “Askeri güçlerimiz harekete geçti, çünkü gözaltına alınanlardan en az bazılarının Irak’ın Kuzeyinde koalisyon faaliyetlerine karşı komplo içinde bulunduğuna yönelik zamana duyarlı bilgilerimiz vardı.”
Asimetrik oyunlar
Medyanın aynı kısmı;
Olayın ardından “Nota vermeyi düşünüyor musunuz?” diye soranlarla “Müzik notası mı” diyerek dalga geçen Başbakan Erdoğan...
Kayseri’de mantı yemekte olan Dışişleri Bakanı Abdullah Gül...
Ve askerinin başına çuval geçirilmesini “ABD’nin pratik bir çözümü” olarak nitelendiren Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök’ün “60 saat” süren, müttefikten asker kurtarma operasyonu sırasında, numunelik bir tane “Yürü be koçum kim tutar seni...” manşeti atmışlar mıydı?
Attılarsa neden o çuval hala kafamızda, koçum neden yürüyemedi? Atmadılarsa, neden atmadılar? İsrail’e tam yol ileri de, Irak’ın yolları taştan mı?
Ya 17 Aralık 2004!
Medyanın manşetleriyle gömdüğü, üzerine asimetrik oyunlar örttüğü o gün, 5 polisi şehit vermiştik Musul’da. Özel Harekat Dairesi’nde görevliydiler. Uçak masraflı geldiği için zırhsız araçlarla gönderilmişlerdi Bağdat Büyükelçiliği’ne.
Peşmergeler pusuya düşürdü.
Zırhsız devletin polisleri mühimmatları bitene kadar çatıştılar. Atacak mermileri kalmayınca, kurşun geçiren vücutlarından başka bir şey koyamadılar ortaya... Dehşetengiz yöntemlerle paramparça edildi bedenleri.
Medyanın aynı kısmı;
Uçakla gönderemediği polislerinin naaşını helikopterle alan iktidarın, Orta Doğu’daki meslektaşları olan kukla peşmerge başlarının üzerine sürebildi mi “Yürü be koçum” manşetlerini?..
Kalkanları kırdılar
2003’te askerimizin başına...
2004’te polisimizin başına...
Üç gün önce insanlarımızın “inançları”nın başına geçirilen çuval...
Dün de “Türk Dış Politikası”na geçirildi.
Askerimizin, polisimizin, inancımızın, toplumsal reflekslerimizin kalkanlarını kıranlar...
Siz muhtemelen yarın yeni ve müreffeh bir Ankara-Erbil diyaloğuna methiyeler okuyacaksınız ama...
Bu kez de “devlet onuru”muzu ayaklar altına aldırdılar...
Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in 28 Eylül 2006’da “postal öpücü” olarak tanımladığı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 21 Ekim 2007’de “muhatabım değil” dediği, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın 29 Ekim 2007’de “terör örgütüne yataklık yapıyor” diye suçladığı, dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın 26 Kasım 2007’de “yönetimini tanımadığını” ilan ettiği, ülkemizi “Diyarbakır ve Türkiye’nin diğer kentlerine karışmakla” tehdit eden Barzani, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Hükümeti Dışişleri Bakanlığı’nın davetlisi olarak “Kürdistan Bölgesi Başkanı” sıfatıyla geldiği Türkiye’de en üst düzeyde ağırlanıyor...
“Çuvalcı”nın kim olduğunu anlamak için medyanın bir kısmının manşetlerine bakmak yeterli.
Son çuval sizin beyninizi sarmadan yapın bence bunu... Suni mağdurlar, suni kurtarıcılar, suni savaşlar ve suni barışlar yaratarak ilmek ilmek ördükleri o çünkü...
Kirli bilgi ipinden...
Çarpıtma bezinden...
Göz boyama renginden...
* * *
Bu arada, gerçekten Ortaçgil çalıyorduysa TBMM koridorunda, şarkının devamını dinlememiş olabilir mi yüce devletlüler:
“Ama ben konuşmazsam
Ben olamam ki!..”
+++++
Ülkemizin onca sorunu dururken Ortadoğu kazanına balıklama dalan Ankara bu mahallenin kabadayısı mı, enayisi mi?
* Melih Aşık / Milliyet
+++++
Batan geminin malları bunlar
Mavi Marmara, Türk bandıralıydı... İstanbul’dan Türk bandırasıyla yola çıktı, Antalya Limanı’na Türk bandırasıyla kayıt yaptırdı, baskına bi uğradı ki, a-aaa...
Komor bandıralı!
* * *
Haliç tersanesinde Türk mühendis, Türk işçisinin emeğiyle yapılmıştı Mavi Marmara... Orijinal adı, Beydağı’ydı. Mavi Marmara’ya dönüştü. Güzel güzel çalışırken, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne devredildi, Belediye de, iki ay önce İHH’ya sattı... Sonrası malum.
Mavi Marmara’nın ikizi var, adı Karadeniz... O da Haliç’te yapıldı. O da Türk bandıralıydı. Orijinal adı, “Çıldır”dı... Sonra Karadeniz’e dönüştü. Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin bünyesinde güzel güzel çalışırken, şak diye, Rizeli, MÜSİAD üyesi bir işadamına satıldı. Özelleştirmenin şartı vardı, satın alacak kişi “Türk vatandaşı” olmak zorundaydı. Sevindik tabii... Neticede vatandaşımıza satılmıştı. Ancak... Karadeniz’i devletten 4’e alan vatandaşımız, 8’e Yunanlı’ya sattı. Yunanlı, Türk bandırasını söktü, Malta bandırasını taktı. Karadeniz’i sildi, “Dream” yazdı... Yani, Çıldır’mak işten bile değil ama, Karadeniz’i anca “rüya”nızda görürsünüz bundan sonra!
* * *
Ankara feribotu, satıldı. Samsun feribotu, satıldı. Truva, hurdacıya satıldı. Yeşilada, jilet oldu.
Hayır, canımı sıkan konu, Gazze’ye yardım göndermek için feribot kalmadı elimizde birader... İster misin, höt zöt yapıyormuş gibi görünürken, İsrail’den feribot kiralasın bunlar.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++++
Körlük... Sağırlık... Aymazlık...
Bizim gemimizi bastılar... Dokuz kişiyi öldürdüler... İçindekileri alıp götürdüler... Hiçbir şey yapamadık... Ama Türkiye, Başbakan’ı ayakta alkışlayıp “Yaşa” diyor...
“AKP toparladı...”
“İsrail rüzgârı...”
“AKP fark yaptı...”
“Seçim olsa AKP yüzde 50...”
Ne yapacaksınız... Belki de gücün-büyüklüğün-kazanmanın sırrı, size önemsizküçük- basit gelecek bu detayda saklıdır.
Bu körlük... Bu sağırlık... Bu aymazlık... Bu bilinçsizliktir belki; 7 milyonluk İsrail’in, 72 milyonluk Türkiye’yi hiçe saymasının nedeni.
Kendi varlığını; bilinçle-akıllamantıkla- sağduyuyla taçlandıramayan toplumlar başaramazlar... Görmeyen, sezinlemeyen, anlayamayan, sessiz, tepkisiz, kaderci uluslar, asla kazanamazlar... Ama burası bambaşka bir ülkedir... Bakarsınız yarın seçim-meçim olsa; “İsrail fatihi” diye AKP yüzde 50-60 ile yine iktidara uçar mı uçar.
* Bekir Coşkun / Habertürk
+++++
MİNİ YORUM
Merak bu ya...
Cizre’de, Lice’de, Nusaybin’de bir “Kürt intifadası” yaşansa, devletin kurumları şiddetin hedefi olsa, hayat dursa, asker, öğretmen, polis “sivil halk”ın kurşunlarıyla şehit olsa... Ordu bölgeye müdahale etse... Birileri cep telefonlarıyla dünya kamuoyuna “kan-revan” görüntüleri sızdırsa... İsrail “mazlum Kürtler”e yardım gemilerini İskenderun limanına dayasa. Türkiye giriş izni vermeyince de, BM’yi müdahaleye çağırsa... Olur mu? Nasıl olur?