YUMURTA öyküleri

Sosyal medya çılgınlıkları çoğaldı. Sadece Türkiye'den değil tüm dünyadan örnekler ekranlara taşınıyor. Bazılarının yakaladığı sayı hayli şaşırtıcı. Mesela bir yumurta baz alındı. Elli milyon kere tıklandığı söylenince şaşırdım. "Ne özelliği var" diye merak ettim.

Her kümeste bulunan, her marketten alınan bir yiyecek. Eğer ayrıcalıksa tek değişik yanı sarı olması. Demek ki bu kadar tıklanmanın nedeni sadece merak. İnsanın bu özelliğini fark eden sivri zekâlılar fırsata çevirmenin yolunu da buldular.

Yumurtanın gördüğü ilgi diğerlerini de harekete geçiriyor. Bu kez bir tavuğu piyasaya sürüyorlar. O da sıradan bir hayvan. Cins falan değil. İki günde üç yumurta yapma özelliği de yok. Bizim klasik tabirle "gariban tavuğu". "Ya tutarsa mantığı" bu kez çalışmıyor. Bütün dünyada tıklanma sayısı iki binde kalıyor. Size yumurtayla aramdaki ilginç bağlantıların birkaçını anlatacağım.

Damdaki kümes

Orta okuldayken, annem, Çarşamba Pazarı'ndan canlı bir tavukla döndü. Bembeyaz bir şey. Sordum "Bunu kim kesecek?" Neticede kimse talip olmadı. Babam dâhil herkes reddetti. Bir süre sonra yeni bir tavuk ve horoz alındı. Fener'deki evimiz 4,5 katlı. En üstün yarısı oda, kalanı âdeta çiçek bahçesi. Çiçek dediysem öyle böyle değil. Aralarında bir buçuk asırlık mis kokulu Osmanlı karanfilleri bile var. Çeşit çeşit yedi veren gülleri, Filbahriler sıra sıra. Bunların arasında yer açıp, kümes kondurduk. Son gelen tavuk kuluçkaya yattı mı? Alın size "Ev tipi bir mini tavuk çiftliği." Bu iş hayli uzun sürdü. O tarihî çiçeklerimiz teker teker yok oldu. Civcivler ve piliçler çoğaldı.

Ne yapacağız?

Nüfus planlaması için fikir almaya başladık. Sonunda formülü Atanine buldu. Alibeyköy'de oturan ablası Şahende'nin kocaman bahçeli evini hatırladı. Çözüm kısa sürede hayata geçirildi. Karton kutulara yerleştirilen hayvanlar buraya taşındı. Biz de keserek vicdan azabı çekmekten kurtulmuş olduk.

Epey zamandır, kimsenin böyle bir sorunu yok. Pazarlardaki köylü denilen tavuk ve yumurtaların yerini çiftlik yetiştirmeleri aldı. Toplu katliamı gözümüz görmediği için rahatlıkla alıyoruz. Kimse antibiyotikle beslendiklerinin farkında değil. Hayvanların ne kadar yenmeyen organı varsa öğütülüp geride kalanlara tekrar yedirildiği umurlarında bile değil.

Yazarlık öyküm

Lisede Kızılay'ın ya da Yeşilay'ın kompozisyon yarışmalarında aldığım çeşitli derecelerle yola koyuldum. Lise biter bitmez, Edebiyat öğretmenim Reha Köseoğlu aracılığıyla usta gazeteci Mithat Perin'in yanına yamandım.

Siyasi mecmua Durum'da ilk kez adım künyeye girdi. Bu tip yayınların en büyük avantajı, her şeyi yapma mecburiyetidir. İnsanın sahasını geliştiriyor. Teknik özellikleri de çabuk kavrıyorsunuz.

Sırf bununla da yetinmedim. Hikâyecilik yönümü ihmal etmedim. Hürriyet'in pazar ilavelerine öyküler de yazıyordum. Ayrıca Dünya Sevgi Birliği'nin aylık dergisine ilaveler veriyordum. Merhum Çetin Ener bunlardan birini, At ve Arabacı'yı kısa film hâline getirdi. Gerçek bir gözleme dayanıyordu. Cağaloğlu Yokuşu'nu çıkmakta zorlanan inşaat demiri yüklü atın dramını anlatmıştım. Kendi gibi yaşlı olan arabacıyı âdeta sırtında taşıyan bir atın anlatımıydı.

Fransa'daki yarışmada birinci olup en iyi "İnsan Snopsisi" ödülü verilince iyice moral kazandım.

Gerçekler

Bir sürü öyküm arasında en beğendiğim Yumurta ismini verdiğimdir. O da gerçek hayattan aktarmadır. Lapa lapa kar yağdığı bir günün dramatik sonudur.

Olay Balat'ta geçer. Biraz uzun ama epey özetleyerek aktarayım:

"Hava çok soğuk. Semtin en önemli şarküterisi Piknik'in önünde her zamanki gibi koca bir yumurta tabutu durmakta. Adı sevimsiz ama, verilen ad buydu. Piknik'in tam karşısında bugün de hâlâ çalışan bir berber bulunmakta.

Hava çoktan kararmıştı. Birden ortalık bağırmalarla çınlamaya başladı. Berber, bir çocuğu yumurta çalarken görüyor. 12-13 yaşlarındaki genç irisini arkadan gelip tekmelerle yere yıkıyor. Gariban onca tekmeye rağmen düşe kalka kaçmayı başarır. Ben gördüğümde kırılan yumurtaların parmaklarındaki kısımlarını yalamaya çalışıyordu.

Ertesi gün Ferruh Kâhya Camii'nin bahçesinde ceset bulunduğu haberini aldık. Gittiğimizden kısa süre sonra morg aracı geldi. Çocuğun yumruk hâline gelmiş ve göğe doğru uzanmış ellerini açmayı başaramadılar." Bunları tekrarladım diye yine gözlerim doldu. O berber çok yaşlandı ama mesleğine devam etmekte. Çoktandır görmedim. Zaten gönlüm öleli uzun yıllar oldu.

GÜNÜN SÖZÜ

Eğer yarasına merhem sürüp önüne biraz dünyalık koymayacaksan, zavallı yoksula "nasılsın" diye sorma. Sadi Şirazi

Yazarın Diğer Yazıları