Yumruğun ardı İmralı(!)

‘Öcalan’la görüşen bakan kim?’ sorusunu, belki de Gül cevaplamalıdır. ‘Al sana açılım’ tepkisiyle sona
eren süreci başlatan “güzel şeyler olacak” sözü, iddia edilen görüşmenin hemen sonrasına denk geliyor
Karayılan’ın “Geçen yıl Şubat ayında bir hükümet üyesi Öcalan’a gitti ve açılımı konuştu” sözleri TBMM’de soru önergesi oldu. CHP Zonguldak Milletvekili Ali İhsan Köktürk’ün Başbakan Erdoğan’dan yanıtını istediği soru çok net: “Öcalan’la görüşen bakan kim?”
“Kürt Açılımı” ABD kaynaklı olduğuna göre, Washington’un AKP ile Öcalan’ı müzakereye oturtması meselenin doğal sonucu zaten...
Öcalan’la ilk pazarlık itirafı
15 Ekim 2009 tarihli ANF haberine göre, “Öcalan ’demokratik açılım’ sürecinin tıkandığını görmüş ve tıkanıklığın, ’barış grubu’nun Türkiye’ye gönderilmesiyle aşılacağını” savunmuştu! 19 Ekim günü Öcalan’ın çağırdığı iki grup Silopi’den Türkiye’ye giriş yapmıştı ve törenlerle karşılanmıştı. Pazarlıklarla kurulan Habur çadır mahkemelerinde tiyatro oynanmıştı.
Erdoğan görüntüleri “umut verici bulduğunu” açıklamıştı. Ertesi gün, kamuoyunu bilgilendiren Açılım Koordinatörü Beşir Atalay, “eve dönüşün, planın bir parçası” olduğunu açıklamıştı! Yeri gelmişken Atalay ile Ahmet Türk’ün de 17 Ekim günü gizlice görüştüğünün ve 19 Ekim’de yapılacak girişleri organize ettiklerinin daha sonra basına yansıdığını da anımsatalım. (Milliyet, 21.10.2009)
Meseleyi iki Abdullah çözer
Hükümetin akıl hocalarından Cengiz Çandar, Atalay’ın bu itirafından bir ay önce AKP’nin “Kandil ve İmralı’yla görüştüğünü” zaten pervasızca ilan etmişti. (Sanem Altan Röportajı, Vatan, 26 Eylül 2009) Çandar, meseleyi en başından itibaren “iki Abdullah’ın çözeceğini” savunuyordu. (’Çankaya’daki Abdullah-İmralı’daki Abdullah-Kürt sorununda iyi şeyler olacak’, Referans, 15 Mart 2009)
Keza Taraf Gazetesi’nden Yıldıray Oğur da, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün hazırladığı bir analize dayanarak, 2006 yılından beri PKK’nın Avrupa sorumlusu Sabri Ok ile görüşüldüğünü açıklamıştı. Bir de Emniyet İstihbarat Dairesi Eski Başkanı Bülent Orakoğlu’nun açıkladığı “Sabri Ok, Abdullah Öcalan ile telefon görüşmesi yaptı” bilgisini eklersek ortaya en somutundan pazarlık görüntüsü çıkıyor. Yani hükümet adına birileri Sabri Ok ile Sabri Ok da Abdullah Öcalan’la görüşmüştü!
Avukatları aracılığıyla gündem belirleyen! Abdullah Öcalan’ın “AKP benim söylediklerimi alıp uyguluyor” demesinin anlamı belki de bu üçlü trafikte gizli! (ANF, 19 Haziran 2009 ve ANF, 16 Ekim 2009)
CHP’nin sorusuna yanıtı belki de Cumhurbaşkanı Gül vermelidir. Çünkü “Kürt Açılımı”nın başlangıcı sayılan Gül’ün “2009’da çok güzel şeyler olacak” sözleri, tarihi olarak, AKP’li bir bakanın Öcalan’la görüştüğü iddia edilen 2009 Şubat’ının hemen sonrasına denk geliyor!
Mİt Müsteşarının rolü
Temasların yoğunluğu ve tarihsel sırası, Taner’in görev süresinin AKP tarafından tam dört kez neden uzatıldığını da açıklayacaktır.
15 Haziran 2005 tarihinde MİT Müsteşarlığı görevine getirilen Emre Taner, 8 Ağustos 2005 tarihinde Bakanlar Kurulu’na 5 saat verdiği Kürt Meselesi Brifingi ile ABD planının ve 2009’daki önemli gelişmelerin sinyalini vermişti. Taner bu brifingin ardından, 20 Ekim 2005 tarihinde Barzani ile görüştü. 30 yıl öncesinden beri Barzani ailesiyle tanışık olan Emre Taner’in ayrıca yakın çevresine, “ben Kürt meselesini Musa Anter’den öğrendim” dediği de kamuoyuna yansımıştı.
“Kuzey Irak’taki oluşumu tanıyın”
Barzani’nin Taner üzerinden Türkiye’den talepleri şunlardı: “Türkiye, Kuzey Irak’taki oluşumu tanımalı; Kuzey Irak ve Türkiye’deki Kürtlere çifte vatandaşlık vermeli; ekonomik ilişkileri geliştirmeli, kurulacak askeri okullarda Türk uzmanlar görev yapmalı...” İddialara göre MİT Müsteşarı Emre Taner, hiçbir talebe hayır demedi. Bu görüşmeden kısa bir süre sonra ABD’ye giden Barzani, Washington tarafından “Başkan” sıfatıyla karşılandı! Bu arada Taner henüz müsteşar yardımcısıyken de İmralı’da Öcalan ile yaptığı görüşmeyle gündeme gelmişti.
3 aşamalı plan
“Obama’nın ziyareti sırasında, ’3 aşamalı bir plan’anlaşması yapıldı: Kürt sorununun çözümü konusunda şu ana kadar yapılanlar Anayasa’ya konulacak, ’vatandaşlık’ tanımı konusunda gerekli değişiklikler yapılacak, Türkiye, Kürdistan Bölgesi hükümetini tanıyacak, PKK’nin dağlardan inmesi, etkili ve kabul edilir bir af ile silahların atılması sağlanacak’. (Güller,Teori Dergisi, Temmuz 2009)
Aşamaların en kötüsünün, yaratılmak istenilen Türk-Kürt boğazlaşması olacağına dikkat çekerek bitirelim: ” Yumruklar “ işte bu aşamanın ilk hamleleri...
Mehmet Ali Güller / Odatv.com

***

Herkesi bazen
aldatabilirsiniz...
Bazı insanları her zaman aldatabilirsiniz...
Ama herkesi her zaman aldatamazsınız...
Emre Kongar / Cumhuriyet

***

TRT’den yemlenen cukka liberalleri
Hükümet “Türk aydını”nın kaç paralık aydın olduğunu doğru çözmüştür. “Türk aydını”nın zaaflarını geçmiş hükümetler de kullanırlardı ama hiçbiri bu Hükümet kadar başarılı olamadı.
Sözüm İslamcı gelenekten gelen ve hâlâ 10 sene evvel giydiği ceketi giyenlere değil. Sözüm zamanında pratik çalışmalar ile Marksist olan, 80’li yıllarda Marksizm gözden düşmeye başlayınca kulaktan dolma bilgilerle liberalliğe devşirilen, “üç günlük dünyanın” tadını tattıktan sonra da “Para nerede ben oradayım!” şiarı ile “Gelen ağam giden paşam” politikalarını benimseyen “cukka liberalleri” nedir.
2002 senesinde iktidar olana kadar Recep Tayyip Erdoğan’dan öcüden korkan veletler gibi kaçan anlı şanlı Prof.’lar, duayen gazeteciler, mahdumlar, sonradan yetme taifesi, vb. küçük çıkarlar uğruna Hükümet’i son dönemde cansiperane savunmaya başladılar. Bunların çoğu, Hazine’den (TMSF) ufak transfer paraları aldılar, Hükümetçi TV’lere, gazetelere sığındılar, hiç seyredilmeyen “devlet” (Cine-5) kanallarında program yaptılar, TRT’nin attığı ufak yemlere razı oldular. Kimileri de refikalarını belirli mevkilere getirerek paylarını aldı.
Suriye asıllı bir gazeteci var: Hüsnü Mahalli! Son 5 yıldır Akşam’da yazıyor. Hüsnü Mahalli benim gözümde tipik bir yandaş gazetecidir.
Bakın, Hükümet yandaşı Mahalli bile kendisinden ayırt ettiği yalaka yazarları şu sözlerle suçluyor: “... Ben geçen süre içinde başta TRT olmak üzere hükümet yanlısı ya da moda deyimi ile yandaş basın-yayın organlarının hiçbiri ile parasal çıkar ilişkisi içinde olmadım... Yani başkalarının yaptığı gibi televizyonlara pahalı program yapmadım ve bildik kişiler gibi büyük transfer, maaş ve ikramiyeler karşılığında bu gazetelerde köşe yazarlığı yapmadım.”
Hükümet’in açık yandaşı Hüsnü Mahalli’nin bu sözleri acaba yalakalarda ne gibi bir etki yapmıştır?
Cüneyt Ülsever / Hürriyet

***

İki polisin canı bir yumruktan önemsiz mi?
Kapatılan DTP’nin Eşbaşkanı Ahmet Türk, Samsun’da yumruklu saldırıya uğrayınca hepimiz dünyayı ayağa kaldırdık.
Olaydan sadece beş gün sonra bu kez PKK’nın alçakça bir saldırısına tanık olduk.
Bu kalleş saldırısı ise gazetelerin birçoğunda bırakın “manşet”ten yer bulmayı, birinci sayfaya bile girmedi.
Ahmet Türk için bine yakın köşe yazısı yazan kalemler, bu kez sustu. İktidar partisinin yöneticileri dahil tüm siyasetçiler bu iğrenç saldırıyı, üzerinde bile durmayıp, “yasak savma” kabilinden kısa açıklamalarla geçiştirdiler.
Bu yazıyı yazdığım sıralarda bir “yumruklu saldırı” haberi daha geldi: Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, bir beden eğitimi öğretmeninin saldırısına hedef oldu.
Göreceksiniz; bu saldırı da tıpkı Ahmet Türk olayında olduğu gibi manşetlerden verilecek, binlerce yazı yazılacak, herkes “ne kadar üzgün olduğunu” açıklamak için sıraya girecek.
Sadece “siyasetçilere” yönelik saldırıyı önemseyen anlayışı da aynı şiddetle ayıplıyorum! Unutmayın ki İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne göre herkes eşittir ve en kutsal hak, “yaşama” hakkıdır.
Bunu görmeyip, sadece yumruklar kendilerine yöneldiğinde ortalığı ayağa kaldıranlara söylenecek söz ise bellidir: “Geçmiş olsun!”
Mustafa Mutlu / Vatan

***

Sür eşeği Girne’ye
be annem

“14 Kasım 1983. Bağımsızlıktan bir gün önce. Denktaş kürsüye çıktı... KKTC’yi ilan edeceğiz dedi. Ben hayır oyu kullandım. Hatta, büyük çaba harcadım... Evet çıkmasın diye. 13 hayır çıktı. 14 evet çıktı. Bir oyla kabul edildi. Eve döndüğümde ağladım. Hayatımda ilk kez ağladım.”
Mehmet Ali Talat’a ait bu sözler... Sonra ne oldu? “Hayır” dediği, kurulmasına “evet” dendiği için üzüntüsünden ağladığı KKTC’ye önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı oldu... Koltuğa “hayır” demedi. Sonra ne oldu?
Kurulmasına “hayır” dediği KKTC’nin kepenklerinin kapatılması anlamına gelen Annan Planı’na “evet” dedi; ahaliden de “yes be annem” demesini istedi.
Hayır’ı dedirtememişti. Yes’i dedirtti.
Sonra ne oldu? “Hayır” diyen taraf AB’ye girdi. Veto hakkına kavuştu. KKTC’ye ambargo kaldırılsın mı sorusuna da, doğal olarak “hayır” dedi. Sonra ne oldu? Bizim tarafta nihayet jeton düştü. “Annan’ı da al git” dendi. Dendi ama... Geçti Brüksel’in pazarı! Sür eşeği Girne’ye be annem.
Yılmaz Özdil / Hürriyet

***

İyi ki tipik Türk kadını değilmiş
Gülnur Can, Habertürk’e konuştu: “Tipik Türk kadını değilim.”
Osman Can’ın “Haber bütün Türk kadınlarına hakaret” genellemesi de elinde hatta evinde patlamış oldu böylece. Gülnur Hanım’ın “tipik Türk kadınıyım” deseydi, bu sözü “bütün Türk kadınlarına hakaret” sayanlar çıkacaktı belki de. Kimbilir...
Hele de şu anlattıklarından sonra: “Bizimki eşitler arası ilişki. Osman’a da kız öğrencileri hayranlığını ifade ederdi, o bundan onur duyardı...”
Bu nasıl bir aile yapısı, hangi değerleri temel alıyor anlayamadık. Belki de “Biz tipik bir Türk ailesi değiliz” gibi bir açıklama da yapmalı Gülnur Hanım.
C. Çandar’a not: “Okurken utandım” dediğiniz haber Gülnur Can’da aynı etkiyi yaratmamış. Boşa kızardınız anlayacağınız.

***

Bambaşkan daha ne istiyor
Kendisi aslında “Bambaşkan”dır...
Ki biz buna “Bambaşkanlık sistemi”de diyebilriz...
ABD Başkanları; tüm milletvekillerini kendileri belirleyip seçebilirler mi?.. ABD Başkanları; tüm bürokratları kendileri atadıkları gibi... TRT, YÖK, RTÜK gibi kurumları kendileri belirleyip... Kendi sendikalarını, kendi sivil toplum örgütlerini, Deniz Feneri gibi kendi hayır kurumlarını, kendi medyalarını, kendi yazarlarını, kendi aydınlarını, kendi zenginlerini, hatta kendisine oy veren kendi aç yoksullarını oluşturabilirler mi? ABD Başkanlarının partileri en yüksek mahkemede mahkum olur da... Kendileri hakkında “kalpazanlık ve sahtecilik” iddiaları vardır da... Orada bir saat dahi oturabilirler mi? ABD Başkanlık sisteminde; her seçim öncesi kömür- nohut-üçlü kanepe dağıtarak oy alan olabilir mi? O zaman daha ne istiyor Bambaşkan?
Bekir Coşkun / Habertürk

***

Eğer Amerika örnek alınacaksa Erdoğan’ın kafasında bir tür “federal yapı” var demektir. Türkiye’nin idari yapısı eyalet haline getirilebilir ki şimdi bakan olan eski Başbakanlık Müsteşarı “Türkiye’nin eyalet yapısına geçmesi gerekir” demişti ve hazırlıklar bile yapmıştı. Can Ataklı / Vatan

***

Bunu da yersen...
Özel Kalem Müdürü’ne emir verdi: “Şimdi 3 yandaş kanalı ara, Pazar günü sırayla üçüne de çıkacağım. Karşıma uysal gazetecileri oturtsunlar.”
Özel Kalem Müdürü sordu: “Efendim televizyonların tamamı bizim emrimizde. Hangilerini emredersiniz?”
Tayyip birkaç saniye düşündü: “atv, 24 ve NTV olsun.”
Pazar günü maşallah üçüne birden çıktı ve planını açıkladı! Başkanlık sistemine hazırlan, Yeni Obama’n hayırlı olsun! Eğer bunu da yersen Türk Milleti, bu yollar sana helal olsun... l Emin Çölaşan / Sözcü

***

MİNİ YORUM
Protokol gazeteciliği

Sivas’tan Mehmet Aydın aradı. Bölgede önce Hürriyet’in sonra da Anadolu Ajansı’nın muhabiri olarak görev yapmış. Rahmi Turan’ın, “halk gazeteciliği”yle ilgili sözlerine destek vermek istemiş. “Protokol gazeteciliği yapanlar halkın sorunlarını gündeme getiremez. Çiftçiyi, işçiyi tanımadan ahkam kesenlerden bıktık” diyor. Ortaya karışık; alınan alınsın...

Yazarın Diğer Yazıları