Yüksek irtifa hastalığı
Ani yükselme Fehmi Koru’ya yaramadı. Yazıları S.O.S. vermeye başladı. Beykoz sırtları, Cumhurbaşkanlığı uçağı ve bol sıfırlı rakamlarda uçan Yenişafak yazarı, acilen düşük irtifaya inmezse bir dizi fizyolojik sorunla karşılaşabilir
Yaşamını, bir çift kimlik, üç beş çift maaşla idame ettiren Fehmi Koru, Taha Kıvanç kod adıyla bedduaya başladı. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “topluluk, insan kalabalığı, bir imama uyup namaz kılan kişiler...” gibi ‘sakıncasız’ anlamların karşılığı sayılan cemaat kelimesini yasaklarcasına kullananlar için “başlarına taş düşsün” buyurmuş. Bedduaya uğrayanlar arasında TSK mensubu da var, CHP mensubu da, medya mensubu da...
Koru’nun beddua gerekçesi şöyle: “Herkes paranoya sınırlarında dolaşıyor... Gücünü kırmak, hatta bütünüyle ortadan kaldırmak istediğiniz birini önce tepelere çıkartıp sonra aşağıya bırakırsınız; ilk çağların Çinli savaş filozoflarından beri işin teorisi böyledir... Yeni bir kavram var; ‘Perception Management’ deniyor. Türkçesi ‘kavrayış veya algılama yönetimi’ demek. Aslında var olmayan, hiçbir gerçekliği bulunmayan bir ‘durum’ yaratıp onun üzerinden ‘sonuç alma’ sanatı. Bizde ‘Cemaat’ yaygarasıyla buna benzer bir ortam oluşturuluyor. ”
İnsan vücüdü ani değişiklikler karşısında, değişimin niteliğine göre fizyolojik veya psikolojik tepkiler geliştirir.
Satırlarından anlaşılan, kendini bir anda kah Beyoz sırtlarında, kah Cumhıurbaşkanlığı uçağında bulan, cebine giren rakamlar uçan Fehmi Koru’da da “ani yükselme” durumu komplikasyona sebep oldu.
Böyle durumlarda vücudun artan yüksekliğe adaptasyonu için “aklimatizasyon” denilen bir ara devreye ihtiyacı var. Kişi kendini “süper man” sanıyor ve böyle bir uyum evresinin gereklerini yerine getirmiyorsa ruhen ve bedenen vahim sonuçlarla yüzleşmek durumunda kalabilir.
Yükselme sırasında vücutta hiperventilasyon, sık ve kısa soluk alıp verme, idrar miktarının artması, kalp atışlarının hızlanması, alyuvar ve kılcal damar sayısının artması, kişinin boğulduğunu sanmasına neden olan periyodik solunum gibi
değişimler yaşanır. Tıp uzamanlığım olmadığı için sistemin iç organlarımız aracılığıyla yaptığı reformaların tekniklerine girmeyeceğim. Ancak Koru gibi ‘füze tarzı çıkışlar’da “aklimatize olmayan” kişler için yapılan uyarıları hatırlatmakta fayda var.
Vücuda yeni duruma adaptasyon imkanı yaratılmazsa, beyin ve akciğer fonksiyonları bozulabiliyor. Akut Dağ Hastalığı, Yüksek İrtifa Beyin Ödemi, Yüksek İrtifa Akciğer Ödemi olarak sınıflanan yüksek irtifa hastalıklarına yakalanmak, “uçuşa geçen” herkesin başına gelecek diye bir şey yok. Bunları önlemek mümkün... Şöyle ki;
Bir kere aniden yükselmeyeceksiniz. Bir anda zirveye çıkmak mümkün ama bunun ‘bozulmaya yol açmaması’ için daha düşük irtifaya inip, en azından geceleri düşük irtifada geçirmek gerekiyor. Bu prensibin orjinal adı “Climb High Sleep Low”.
Kademeli yükselip, her kademede de bir süre ara vermek şart.
Eğer hastalık belirtileri şiddetleniyorsa, mutlaka alçalacaksınız. Ve yükselme anından itibaren aşırı efor harcamayacaksınız.
Sayın Koru; Beykoz sırtlarında rakım yüksek malum... Eee üzerine haftada 11 makale, beş televizyon programı, bir yabancı dilde yoruma imza atınca... Cebinizdeki ani şişmenin yarattığı ağırlık da var... Bünye kaldıramamış olabilir.
Sonucu söyledik: Beyin ve ciğer fonksiyonlarında bozulma!
Koru’nun anlayacağı dille yazmak gerekirse, “Climb High Sleep Low” ilkesine uymazsanız, sittin sene “Perception Management” yapamayabilirsiniz...
++++++
Devşirme yazar sistemi
28 Şubat sürecinin yabancılaştırdığı gazete yazarlarının büyük bölümüne köşe açarak yazar devşirme dönemini başlatan Yeni Şafak’ı daha sonra başka gazeteler de izlemişti.
AKP iktidarıyla birlikte başlayan kutuplaşmayı ben Theo Liberaller ve Eko Liberaller olarak adlandırabiliyorum. Sağ ve sol eksenini kaybeden siyaset Türkiye’de liberalizmin iki farklı yorumu üzerinde kutuplaştı. Bugünün Türk siyasi hareketinde aslolan iki kutup dini inançları referans alan liberallerle, ekonomiyi refarans alan liberallerdir.
Yazar devşirme trendini başlatan grup Theo Liberal görüşlü gazetelerdir. Bu gazeteler aslında teokratik ideolojilerle en ufak bir yakınlığı olmayan kimi demokrat liberalleri, iş ve aş vererek kendine çekmeyi, devşirmeyi başarmıştır.
Eko Liberal eksendeki medya camiası ise Avrupa Birliği’nden tarih alma aşamasında takiye yaparak destek verdiği Theo Liberaller’in devşirme taktiğine sonradan uyanmış ve kendi devşirme yazarlarını yaratmaya soyunmuştur.
İşin en eğlenceli yanı ise Fehmi Koru’nun, “Beni de devşirin, beni de devşirin”, diye ortalıkta gerdan kıvırması...
* Yurtsan Atakan / Neobizmedya.com
++++++
Deniz Feneri “savuşturması”
Almanya’da Deniz Feneri soruşturmasını yürüten savcıların, Türkiye’de takip edilmesini istediği 12 şirkete, polisten, savcılarımızdan önce Vatan muhabiri Öge Demirkan gitti.
Ortaya çıkıyor ki Deniz Feneri isimli yardım kuruluşu, Almanya’da topladığı paraları, Türkiye’deki bazı hayali şirketlerden mal satın almış gibi yaparak buharlaştırmış.
Buharlaştırdı derken sözün gelişi elbette. Biliyoruz ki para buharlaşıp yok olmadı. Bir kısmı bazı malum şahısların cebine girerken, geri kalan kısmı da siyasetin gayrı resmi finansmanında kullanıldı.
Deniz Feneri e.V.’den Türkiye’ye gelen paranın toplamının 17 milyon Euro civarında olduğu biliniyor.
Vatan muhabirinin araştırmasına göre yardım paralarının gönderilerek bazı mal ve hizmetlerin satın alınmış gibi gösterildiği şirketlerden bazıları hiç ortada yok. Yardım dağıtıldığı söylenen mahallelerin muhtarları, hayatları boyunca böyle bir yardım kuruluşu ile karşılaşmamışlar.
Bu şaşırtıcı bir sonuç değil.
Yardım paralarının Türkiye’de bu tür sahte şirketler aracılığıyla yok edilmiş olduğu zaten tahmin ediliyordu.
Soruşturmanın Türkiye ayağının bizzat hükümet tarafından engellenniş olmasındaki amaç da böylece ortaya çıkıyor.
Zaman kazanmak, delil karartmak, suçluların ortadan yok olmalarına fırsat verebilmek!
Bülent Arınç şimdi hükümete Başbakan yardımcısı yetkileriyle girdiğine göre, ilk iş olarak bu soygunun peşine düşmelidir.
Ama korkarım, soygunun izini sürerken karşılacağı isimler, canının çok fena sıkılmasına neden olacak!
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
KABİNE
Yeni sayfa umudu
Aralarında “Cumhuriyet dönemi devrini tamamladı, sistemin daha fazla islamlaşması gerek” diyen var... Bir başkası “Bu generallerle iyiki savaşa girmemişiz” sözleriyle ünlü. Şimdi Milli Güvenlik Kurulu’na girecek. Bir diğeri Ali Dibo edebiyatının kahramanlarından... Her birinin yeni sayfa açacağını umuyor, başarılar diliyoruz...
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
Çok siyasetçi tanımak gazeteciyi siyaset yazarı yapmaz. Yapsa yapsa dedikodu yazarı yapar.
* Nuran Yıldız
++++++
Yenişafak neden telaşlanıyor?
Deniz Feneri neymiş biliyor musunuz? Almanların AKP’yi zorda bırakmak için kullandıkları davaymış!
Bir kere ortada sadece iddia yok.. Kesinleşmiş hüküm var.. O zaman bu yayının amacı ne?
Belli ki sonunda birilerinin canını fena yakacak.. İşin rengini değiştirmeye çalışıyorlar..
Başarabilirler mi?
Mümkün mü?
Hiç sıkılmadan, utanmadan Deniz Feneri yolsuzluğunu,
hırsızlığını, soygununu, takip eden, haber yapan, kamuoyuna bilgi veren medyayı da
suçlamazlar mı?
Niye yazıyorsunuz diyorlar.. Ayıp.. Gazetecilik mesleği adına utanç verici!
Sahte fatura kestiği iddia edilen şirketler ortada yok.. Kayıt kuyut bırakmamışlardır..
Almanya’daki vatandaşlarımızdan çalınan paralar kimin cebine gittiyse er veya geç ortaya çıkacak. Sadece Almanya’da savcılar yok. Türkiye’de de savcılar var.
Yeni Şafak Gazetesi’nin telaşı bundan.. Ne derlerse desinler.. Ok yaydan çıktı.. Almanya’nın en büyük dolandırıcılık davası, Türkiye’nin de en büyük dolandırıcılık davası olmaya aday. Belli. İçine bazı siyasetçileri de, bir takım yandaş medyayı da alacak..Kurtuluşu yok!
* Mehmet Tezkan / Vatan
++++++
Özel yaşamın gizliliği
Öyle bir ülke düşünün ki:
Anayasasında bireyin temel hak ve özgürlüklerinin güvence altında olduğu yazıyor...
Ama bireyin en temel hakkı olan özel yaşamın gizliliği kamu görevlileri tarafından ihlal ediliyor... Ve özel telefon konuşmalarının tutanakları, kişilerarası sohbetlerin ortam dinlemeleri
manşetlerde dolaşıyor...
* Emre Kongar / Cumhuriyet
++++++
Laf değil, para bu
Davanın, Türk kamuoyuna yeni düştüğü günlerdi; Ekim 2008, Alman mahkemesi, hemen hepsi Türk olan sanıkları mahkûm etmiş, dolandırıcılığın bir ayağının, önemli ayağının Türkiye’de olduğu anlaşılmış. İşte o günlerde Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin’e bayramlaşmada bunu sormuşlar, “Nedir bu Deniz Feneri?” diye...
Muhterem pek sinirlenmiş, “Bana ne yahu!” diye feveran etmiş:
“Almanya’daki dernek yöneticileri suistimal yapmış, bundan bana ne yahu? Benim iktidarıma ne?”
Meseleye böyle başladın mı, perşembenin gelişi çarşambadan belli olur.
Sayın Bakan “Bana ne yahu?”dan vazgeçti, dosyayla ilgilenmeye başladı: “Dosya yola çıktı!”, “Dosya yolda!”, “Dosya gelmedi!”, “Dosya geldi.”
Ama dosyanın içeriğini Türkçeye çevirmek gerekiyordu, az iş mi?
Almanlar da işin farkına varmış olmalılar ki, aynı konuyla ilgili bir başka dosya gönderdiler...
Bu dosyanın da Türkçeye çevrilmesi gerekiyor... Sayın Bakan böyle diyordu... Ama Almanlar akıllanmış: “İkinci dosyayı Türkçeye çevirip gönderdik.”
Bakan’ın canı sıkıldı: “Bana yanlış bilgi vermişler, dosya Türkçeymiş!”
Bu “Deniz Feneri” bazıları için çok önemli...Anayasa Mahkemesi’nin onları laiklik karşıtı davranışların odağı göstermesinden daha önemli... Laf değil, para bu!
* Hasan Pulur / Milliyet
++++++
MİNİ YORUM
Kişisel diye bir şey yok
Emre Kongar’ın dünkü Cumhuriyet’te yayımlanan yazısı ülkemizde olup biten “akıl almaz” gelişmelerin peşpeşe sıralanmasıyla oluşturulmuştu. Bir bölümüne sayfamızda özellikle yer verdim. Çünkü Ümraniye davasında ikinci iddianamenin ek klasörlerinde de, isnad edilen suçlarla ilgisi bulunmayan kişilerin, sanıklarla yaptıkları özel görüşmelerinin dökümü, dolayısıyla telefon numaraları, adresleri gibi kişisel bilgileri yer alıyor... Ve bu bilgiler şu anda bütün basına dağıtılmış halde.