YUH ARTIK!.. (18 Ağustos 2009)
Açılıma tepki gösteren anaların duygularıyla alay edip, gözümüzün içine baka baka gerçekleri sakladılar: Şehit aileleri PKK’yla el sıkışanları destekliyormuş
İçişleri Bakanı Beşir Atalay önceki gün şehit aileleri ve gazilerle yaptığı görüşmelerde “açılım”ın gerçek muhataplarının sert tepkisiyle karşılaşmış, basına verdiği demeçte “Onların hassasiyetleri bizim hassasiyetimizdir” demek durumunda kalmıştı.
Dakikada ortalama üç kere “çok şehit cenazesine gittim” diyerek, teröristlerle uzalaşma çabalarına, şehit evlatlarının fotoğraflarıyla cevap veren analara “yanınızdayım” mesajı vermeye çalışan Atalay’ın ne kadar gerildiği, alnında neredeyse taşkın oluşturacak ter damlalarından belli oluyordu.
Dünkü gazetelere baktığımızda, oğlunu vatanına feda edebilen o vakur insanları anlayabilmek için şehit cenazelerinde ‘rol almak’ gibi, rol alanlara dublaj yapmanın da yeterli olmadığını gördük.
Hemen her gazete acılı ailelerin ‘algıda şüphecilik’e fırsat vermeyecek kadar net olan duruşlarına dikkat çekerken içlerinden biri haberi ters yüz edip “bu kadar da olmaz” dedirtmeyi başardı.
Hadi Yeniçağ’ın “Şehit aileleri öfkeli” başlığını geçelim.
Radikal netlik ayarı yaparak çektiği fotoğrafta “Şehit aileleri kapıyı kapattı” demiyor muydu?
Yandaş medyanın kare asındaki Yenişafak ancak “Açılım yolunda hassas buluşma” manşetini atabilmişti.
Son dönemde militanlığın kitabını yazan Star bile Atalay’ın “Analar bu acıyı bitirin diyor” sözlerini alıntılayıp, ‘kim ne anlarsa’ yaklaşımıyla kaderine terk etmişti haberi.
Bugün ise ‘giydirme habercilik’te devrim yaratan bir manşetle çıktı dün:
“Yeter artık dursun
bu kan”
Kim itiraz edebilirdi ki?
Kim oluk oluk kan aksın, Türk bayrağına sarılı dizi dizi tabutlar taşınsın diyebilirdi?
Peki, sözüm ona gazete, toplumun ortak temennisinin altını hangi cümlelerle doldurmuştu dersiniz?
“Bakan Atalay ile görüşen şehit aileleri ve gaziler Kürt açılımı olarak bilinen demokratik açılım sürecine destek verdi “Yeter artık dursun bu kan” dedi.”
Haberine son yirmi beş yılın masum klişesini giydirmiş, kendisini okutmayı başarınca da, bir çırpıda soyunup dökünerek içinde sakladığı vicdan garabetini gözler önüne sermişti.
Masanın üzerinde duran Sözcü’ye takıldı gözüm:
“Bu ananın oğlu açılım
şehidi!”
Adana’da sokak ortasında şehit edilen polis memuru Ferdi Özkan’ın annesi gözyaşları içinde feryad ediyordu.
O ana mı, iktidarın sözcülüğünü üstlenen, üstelik de şehit oğlunun mensup olduğu emniyet teşkilatının da bağlı bulunduğu koltukta oturan Atalay’a “Elinize kolunuza sağlık! Oğlumun katilleriyle el sıkışmanızı takdirle karşılıyor, açılım yolunca hayırlı yolculuklar diliyorum”
diyecekti?
Bugün’e göre, manzara işte tam olarak böyleydi.
Hatta öyle anlaşılıyor ki, Atalay kameraların karşısına içeride aldığı darbelerin izlerini gizleyerek biraz daha soğukkanlı, mesela açılımın gerçek muhataplarını ikna etmeyi başarmış muzaffer bir komutan edasıyla çıkabilseydi, şöyle de yazabilirdi Bugün:
Şehit aileleri açılımcı bakana “Bizim oğlumuz kara toprağa girdi bırakın bari Öcalan yaşarken ölmesin. Biz affettik, siz de affedin” dedi!!!
Hiç “daha neler” demeyin. Halkı aptal yerine koymaktan çekinmeyen, binlerce insanın duygularıyla alay edercesine, hiç utanmadan “Şehit aileleri açılıma destek verdi” diyerek “Yuh artık” dedirten, “Yok artık” mı dedirtemeyecek?
“Olmaz”ların olmadığı günlerde yaşıyoruz.
Demedi demeyin, o da olur. Yakındır. “Beach”lerden, plazmalı salonlarına taşınan, önümüzdeki bir kaç ayı güneşe karşı değil, aptal kutusuna karşı yayılarak geçirecek gamsız insanım;
Kanmaya ve kandırılmaya devam et, her nerede uyuyor ve uyutuluyorsan..
++++++
Rol çalan artist gibiler
25 yıl önce Abdullah Öcalan’ın başlattığı başkaldırı, emperyalizmin Orta Doğu petrollerine sahip olmak için “böl-bağımlı yap-yönet” stratejisi uyarınca ABD ve AB tarafından desteklendi, kayırıldı, gözetildi. 40 bin kişi öldü. Güneydoğu yandı, yıkıldı. Köyler, kasabalar boşaldı. Yoksulluk, işsizlik yükseldi. Doğruysa, ekonomik maliyeti 300 milyar dolar oldu. Sorumlusu PKK’dır. Abdullah Öcalan’dır.
Açılımcılar, yazar Orhan Pamuk’un, Nobel Ödülü’nü almadan önce, belgesiz, kanıtsız sorumsuzca konuştuğu gibi, sanki 40 bin kişiyi öldüren, kanın akmasına, annelerin ağlamasına, babaların kahrolmasına, köylerin boşalmasına, yoksulluğun artmasına neden olan Türklermiş gibi anlatıyorlar ve “gel özür dile, açılıma sen de katıl...” bezirgânlığı yapıyorlar.
Açılımcı gazeteciler! Rol çalan artist gibi.
Gazetecinin görevi “açılım paketinin içinde ne var” bunu merak etmek, bulmak ve halka açıklamaktır. Gazetecinin görevi “Türkler Kürtleri ezdi, 40 bin kişi öldü, köyler boşaltıldı, barış yapalım, neye mal olursa olsun bu sorunu çözelim” yalan propagandasının aleti olmak değildir.
Gazetecinin görevi İktidar partisine dönüp sormaktır. Siz gerçekten ABD’den bağımsız olarak “akan kan dursun açılımı” yapmak isteseydiniz, 7 yıl beklemezdiniz, 7 yıl bekledikten sonra da öncelikli olarak sizi destekleyen yazarları toplamak yerine ortaya “içeriği belli bir yapılacaklar planı” koyardınız. Bizi ne diye topluyorsunuz? Biz gazeteciler; “devlet terör örgütüyle nasıl anlaşır da barış gelir” uzmanı değiliz.
Murat Karayılan Le Monde gazetesi ile yaptığı söyleşide “Türk devleti ilk önce özür dilemeli...” dedi. Karayılan, açılımcıdan dürüst. Hiç değilse “içeriği” saklamıyor.
* Necati Doğru / Vatan
++++++
Bir garip Aklanma
12 Eylül’den sonra mozaik bir kimliğe bürünerek “muhafazakar liberal” olan, böylelikle sonraki bütün iktidarların doğal sözcülüğünü garantileyen Taha Akyol düşüncelerini meşrulaştırmak için “Ayrılıkçı düşünce serbest olmalı” başlıklı, başkasına ait bir yazı yayımladı. Altına da not düştü: “Köşemi merhum Ahmet Taner Kışlalı’ya bıraktım. Kışlalı yalaka mıydı, mandacı mıydı?!”
Notu düpedüz kendini aklama çabasının aynası bizce. Hem de kime karşı? “Artık geçerliliği kalmayan bir ideoloji”ye; ulusalcılığa karşı. “Bakın” diyor, siz misiniz bana “mandacı” diyen, siz misiniz bana “yalaka”lığı yakıştıran...
Siyasetin veya yükselen değerlerin rüzgarı daha başka nereye savurabilir Akyol’u? Çalmadığı kapı kalmış mıdır bugüne kadar?
Milliyetçi düşüncelerinden dolayı yargılandıktan sonra, milliyetçileri bir nevi “sarhoştum hatırlamıyorum” tavrıyla öteleyen Akyol’un şimdi kendini kabul ettirebilmek için “ulusalcı” etiketinin arkasına sığınması acizce değil mi?
Nerede küçük dağları yaratan Akyolizm felsefesi?
‘Muhafazakar liberal’ Taha Bey,
AKlanmak için yeni maskelere ihtiyacınız yok. Rahat olun, olduğunuz gibi de yeterince AKsınız!
++++++
40 bin insanı katleden PKK terörünün işaret fişeği olan Eruh Baskını “Barış Harekatı”ymış
Bunlarla mı konuşacağız?
Siirt’in Eruh ilçesinde 25 yıl önce gerçekleştirilen ilk PKK saldırısında şehit düşen jandarma eri Süleyman Aydın, Erzincan’ın Mertekli köyündeki mezarı başında anıldı.
Törende sadece iki kişi vardı: ablası ve ağabeyi!
Aynı saatlerde Eruh’ta da bir “festival” vardı. DTP’li belediyenin düzenlediği bir “doğa ve kültür festivali”!
Herkes biliyor ki bu 25 yıl önce Süleyman Aydın’ın şehit düştüğü olayı kutlamak için düzenlenmiş bir festival. Nitekim Emine Ayna törende şöyle konuştu: “15 Ağustos 1984’te savaş, şiddet başladı diyemeyiz. Çünkü şiddet Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu günden beri var. Biz 15 Ağustos’u Barış Harekâtı olarak tanımlıyoruz. PKK, Kürtlerin inkârına ve imhasına karşı barış ve eşitlik için ilk kurşunu sıktı.”
Nasıl bir barış harekâtıysa, 25 yılda on binlerce insanın ölmesine, on binlerce insanın sakat kalmasına neden oldu. Ve biz şimdi bu arkadaşlarla oturup, “Kürt açılımını” konuşacağız!
PKK da yaptığı açıklamada Abdullah Öcalan’ın açıkladığı plana uyulmaması halinde “eşi görülmemiş bir direnişe hazır olduğunu” açıkladı. DTP’nin ve PKK’nın şunu akıllarına iyice sokmaları gerekiyor: Silahlı tehdidin olduğu yerde ne demokrasi olur ne de barış.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
ABD çerçevesine cuk oturdular
Karakollar basılırken, şehit cenazeleri şehirlerimize onar onar gelirken gözyaşı dökmeyenler; Kürt sorununun varlığını, siyaset yaptıkları sürece fark etmeyip, sırf konjonktür öyle gerektirdi diye ön saflarda yer tutan mide bulandırıcı politikacıların kuş beyinleri mi çözümün çerçevesini akıl etti diye düşündüm.
Amerikalı Türkiye uzmanı Henry Barkey bir süre önce ‘Kürt açılımı’ üzerine konuşmuş. Dört ayaklı bir çerçeve sunmuş.
1. Anayasada, vatandaşlık tanımını daha kapsayıcı hale getirecek revizyonlar gerek.
2. Kürtçe yayın, eğitim olmalı... Siyasetçiler Kürtçe siyasi konuşma yapmalı.
3. İktidarın bir kısmı yerel yönetimlere devredilmeli.
4. PKK’ya yönelik bir tür af veya başka bir açılım ortaya konulmalı.
Şimdi dünkü gazetelere bakalım... Aydınlarımızın meselenin halline yönelik beyanatları bire bir örtüşüyor.
* Serdar Akinan / Akşam
++++++
Terör danışmanları
Amerikan Adalet ve Dışişleri Bakanları Eric Holder ile Hillary Clinton Yüksek Mahkeme’den “yabancı bir terör örgütüne herhangi bir hizmet eğitimi veya uzmanlık danışmanlık hizmeti sağlanmasını yasaklayan maddenin anayasada açık olup olmadığını” öğrenmek istemiş. Cumhuriyet’ten Işık Kansu “ABD yönetimi, terör örgütlerine eğitim ve danışmanlık hizmeti verilip verilemeyeceği konusunda Yüksek Mahkeme’ye başvurmuş.” diyor ve dikkati zamanlamaya çekiyor: “Tam da AKP’nin yürüttüğü açılım, saçılım ve dağılım operasyonu sırasında!”
++++++
MİNİ YORUM
Büyük depremin onuncu yılında
Resmi olmayan rakamlara göre yaklaşık 50 bin ölü, 100 bine yakın yaralı, 600 bin evsiz... 16 milyon insanı maddi ve manevi olarak direkt etkileyen Gölcük depreminin onuncu yılında geldiğimiz noktada; depremzedelerin iki göz evlerine dahi göz diken bir iktidarla yönetilmeye layık bulduk kendimizi. Biz ki o evler yapılsın diye çırpınanların ne soygunculuğunu, ne vurgunculuğunu bırakmıştık sandığa giderken. Bravo bize, bravo bulguru geleceğinden daha çok önemseyen seçmene!