Yuf ervahına!..
Rıza Zelyut, eskiden böylelerine “yuf borusu” çalınırdı dediği tetikçi gazetecileri yerin dibine soktu: Sümüklü Amerikan yetiştirmeleri, Çevik’e niye dokunamıyorsunuz; 28 Şubat cumhuriyete karşı yapıldığı için mi?
Normal zamanlarda olsa, kimsenin adam yerine koymayacağı zavallılar, şimdi arkalarını iktidara dayamışlar; fetva verip kelle almaya kalkışıyorlar.
Eskiden olsa şair; ’Yuf borusu’ çalardı böylelerine...
Şimdilerde ise, sırtları sıvazlanıyor, ellerine kalem, kalemlerine köşe veriliyor; hatta genel yayın yönetmeni gibi sahte madalyalar da takılıyor bunlara. ’Vur çocuğum!’ deniliyor.
İşte bunlar, aşağılık kompleksi ile kıvranan ruhlarını; mağdurlara vurarak tatmin etmeye uğraşıyorlar. Savunmasız insanlara ortaçağ işkencecileri gibi saldırmak küçüklükten kaynaklanan o kompleksi apaçık yansıtıyor.
Kim ki bu iktidara karşı ise, bu sözde gazeteciler onları düşman sayıyorlar. Bunların; Ergenekoncu diye tutuklananlara yaptıklarına bakın, rezaleti görün.
Çevik Bir Amerikancıydı
Bugün darbe karşıtı gibi gözüken bu yandaş/yalaka takımı her zaman darbeleri alkışlayan yani postal yalayan geleneğin ürünüdür.
Alın bir örnek: Çevik Bir’e, niye el sürmüyorlar?
Hem 28 Şubat mağduruyuz diye yaygara ediyorlar; hem de 28 Şubat’ın baş aktörüne toz kondurmuyorlar.
Çünkü; Çevik Bir Amerikancı idi.
28 Şubat ile de AKP’nin iktidara gelmesinin önü açılmıştı. 28 Şubat darbesi, cumhuriyete karşı yapılan, Amerikancı tarikatçileri iktidara getirmeye yönelik bir operasyondu. Ve bu yüzden, AKP hükümeti Çevik Bir’e de 28 Şubatçılara da dokunmaz; bilmem nerelere yazıldığı iddia edilen belgelerden de ’Bana darbe yapılacaktı!’ diye suç imal ettirir.
Kendilerine önceden aktarılan komploları, ’Şöyle olacak, böyle olacak!’ diye yazıp bunlar olunca da ’Bakın nasıl büyük habercilik yapmışız!’ diye övünenler, Ziya Paşa’nın ’merd-i kıpti’si bile olamaz.
26 Mart tarihinde yazdığım yazıda, Bugün Gazetesi’ndeki bir haberi eleştirip Hakim Oktay Kuban’ın suçlanmasını iftira ve insafsızlık olarak nitelemiştim.
Uydurdukları yalana, ’öne sürüldü’ veya ’iddia edildi’ gibi kuyruk takan tetikçi gazetecileri eleştirmiştim. Bu gazetenin başına getirilen Amerikancı tarikat yetiştirmesi bir sümüklü, bana ’tetikçi gazeteci’ diyor.
Bak çocuk! Tetikçi; iktidara hizmet eden alçağın tekidir.
Kompleksli çocuk
Tetikçi; menfaati için, patronuna çıkar sağladığını sanarak mağdur insanları karalamaya, onları iktidarın çıkarı doğrultusunda ezmeye kalkışan insafsız ve imansız kişidir.
Bak kompleksli çocuk. Ergenekon
tutuklusu adı altında baştan suçlu ilan ettiğiniz o kişilerin tümü benim gözümde suçsuzdur. Ne zaman ki yargılama biter, mahkum olurlar; ancak o zaman suçlu sayarım.
Çünkü ben insanım ve Müslümanım. Müslüman olmanın temel şartının insaf olduğunu iyi biliyorum.
Bu tavır benim gibi cumhuriyetçi ile senin gibi Amerikan tarikatçisi arasındaki farkı gösterir.
Şu an hem hükümetin hem de genelkurmayın akredite etmediği gazeteci olarak kendi konumumla iftihar ediyorum. Bir gün benim seviyeme gelebilirsen; ki buna imkan yok gözüküyor; kendinin tetikçi olduğunu sen de kabil edeceksin.
Rıza Zelyut / Güneş
***
‘Baransu’dan daha katakullili bir cevap beklerdim’
Mehmet Baransu, hakkında en çok merak edilen soruya cevap veriyor: “Belgeler niye hep size geliyor?”
“Aksiyon Dergisi’nde yolsuzluk haberleri yaptım. Bazıları askerle ilgiliydi. Oradan tanıdığım çok asker var. OHAL döneminde Güneydoğu’da bulundum. Birçok askerle tanıştım. Siz yazdıkça haber sizi buluyor. ”
Baransu kusura bakmasın ama hiç inandırıcı değil. TSK ile ilgili bu kadar mahrem, gizliliği bu kadar önemli “haberlerin” muazzam bir orantısızlıkla, nerede ise sadece Mehmet Baransu’ya gelmesini sadece ve sadece muhbir subayların Mehmet Baransu’ya duydukları güvene bağlamaya benim aklım izin vermedi. İnan(a)madım. Baransu’nun herkesi ikna etme mecburiyeti yok. Ama, verdiği cevap çok basit. Okura aptal muamelesi çekmek Mehmet Baransu’ya yakışmıyor. Kendisinden daha katakullili bir cevap beklerdim. Bu cevap, hakkındaki “organize işleri” çağrıştıran “komplo teorileri” ile aşık atamaz!
Baransu TSK hakkında sürekli yayın yapan gazetecileri de aşağılıyor: “Çoğu TSK uzmanı değil, emir subayı. Sözcüsü. Soru sormuyorsunuz. ” Ancak... Röportajın bir başka yerinde bir soruya da şöyle bir cevap veriyor: Soru: “Belgenin aslına ulaşıldı ama hâlâ şüpheyle bakanlar var. Deniz Baykal gibi... (Ne kadar objektif kriterlerle sorulmuş bir soru.-C.Ü.)”
“Jandarma da ’Bu belgedeki imza Çiçek’in elinin ürünüdür’ dedi. Ama şimdi de kabule yanaşmıyor”
İlginçtir, röportaj yapan “emir kulu olmayan gazeteci”de bu cevabın ardından Baransu’ya şu soruları nedense sormuyor:
1) Sana-bana göre ’ıslak imza’ belgeyi anında asıl belge yapar. Ama ’İyi de ıslak imza tek başına yeterli delil değil. Yardımcı delillerle desteklenmesi lazım’ diyenler de var. Onlara göre hukuk böyle söylüyor. Bunu söyleyenler mi kıvırıyor?
2)Parmak izi bir türlü neden alınamadı?
3) Konuşmanızın bir yerinde dediniz ki: “Bu belge emir-komuta zinciri içinde hazırlandı. Bir albayın tek başına yapacağı iş değil.” Bu kadar emin olduğunuz konuda elinizde başka hangi belgeler var. Lütfen, açıklar mısınız?
Mehmet Baransu âleme talkını verirken bari kendi salkımı yutmamalıydı!
Cüneyt Ülsever / Hürriyet
***
İhanetin
en büyüğü
Bir süre önce, hakkında yazısından dolayı tazminat davası açılan bir gazeteci arkadaşımla konuşuyorduk. Davayı açan “çok tanınmış” biriydi. Yüzlerce tazminat davasına girip çıkan bir gazeteci olarak kendisine “Yırtarsın, bu yazıda suç yok” demiştim. Yanıtı ilginçti: “Hakimin Tayyipçi olduğunu öğrendim, tazminatı mutlaka dayayacak.”
Sonra öğrendim, hakim gerçekten de dayamıştı! Yargıtay bu kararı yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle geri çevirdi.
Medya bölünüyor
Bir başka basın davasında gazeteci, ülkeyi yönetenlerden birine resmen hakaret etmiş ve belli bir kişi tarafından hakkında yine tazmninat davası açılmıştı. Gazeteci çevresine “Hakimi soruşturduk, bizden olduğunu öğrendik. Davayı reddedecek” diyordu. Gerçekten de açılan davayı mahkeme reddetti.
AKP bu ülkeye çok sayıda kötülük yaptı, sivil diktatörlük kurdu. Ancak AKP’nin Türkiye’ye yaptığı en büyük kötülük, yargıyı bölmek oldu. AKP medyası bu bölünmenin en büyük nedenlerinden biri.
Yargıya, hakim ve savcılara sürekli olarak “Bizden yana olmazsan seni mahvederiz” mesajları veriliyor.
Emin Çölaşan / Sözcü
***
Bakan beye bakın hele
Haber dünkü Radikal’den:
Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün, Balyoz tutuklularının 19’unu tahliye eden Hâkim Oktay Kuban’ı ima ederek diyor ki:
- Görüyoruz ki çeteler, sadece çete değilmiş, sadece çete ve avukatından oluşmuyormuş. Meğersem çetenin medyası, rektörü varmış. Maalesef çetenin nöbetçi hâkimi, savcısı oluyor. Böylesine derin bir çerçeve içine nüfuz ettiğini, yayıldığını görüyoruz...
Hale bakın... Bakan bey yargıca resmen çete üyesi diyor. İktidar gücünü yargıya baskı olarak kullanıyor. Hazret neredeyse hâkim kürsüsüne kendi çıkıp oturacak. Bu kafadaki bir kadronun ülkeye bağımsız ve tarafsız yargı getirmesi mümkün mü?
Melih Aşık / Milliyet
***
Şahin’in imzası
elinden kaçmış(!)
İmza genelde bir şeyin altına atılır. Bu nedenle imza atan bakar; üstünde ne var?.. Ki bu yüzden TBMM Başkanlığı’na verilen Anayasa teklifinin altında TBMM Başkanı Şahin’in imzasını görenler şaşırdılar. Çünkü TBMM Başkanı tarafsızdı, bir partinin teklifinde imzasının olmaması gerekirdi, ama imzası işte oradaydı... O zaman iki olasılık vardı: Bir; imzası Şahin’in elinden kaçmıştı... İki; Şahin TBMM Başkanlığı’na kaçmış, imzası orada kalmıştı... Nihayet ortaya çıktı ki: AKP milletvekilleri boş kağıtlara imza atıyorlar... Yani istedikleri Anayasa değişikliğinin ne olduğunu bilmeden... Söyler misiniz; siz manavdan salatalık-karpuz alırken dahi ne istediğinizi bilmez misiniz?
İşte bu Meclis’in, yüksek yargı organlarına üye seçmesini sağlamak istiyorlar... Milletvekillerinin ne olduğunu bilmeden altına imza attıkları o metnin içinde... Boş kağıda imza atacak kadar iradesini teslim etmiş bir Meclis çoğunluğu işte orada duruyor...Ve kuru-ıslak imzalar yanında, bir imza çeşidimiz daha ortaya çıkmış oluyor: Sulu imzalar...
Bekir Coşkun / Habertürk
***
Milli irade “sözünü ağzına bu kadar sakız edip, o iradenin tecelli edeceği TBMM’yi bu kadar takmayan bir başka iktidar bugüne kadar hiç olmamıştı. Böylece bir yaşımıza daha girmiş olduk, mutlu yıllar!”
Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
***
Yüksek dozda Taha
Taha Akyol’u pazar gecesine çektiler... Tarih programı yapması için... Ne orijinal bir fikir değil mi! Murat Bardakçı Habertürk TV’de bir program yaptı ve tuttu ya, koca konferansın ilk meyvesi Taha Akyol’u karşısına koymak oldu... Saatlerce ekrandaydı Akyol pazar gecesi... Bu yazıyı yazarken gazetede gördüm, yine CNN Türk’te ‘Tecrübe Konuşuyor’ programında yer alacakmış. Çarşamba da TRT’de bir başka program yapıyor. Bu televizyon izleyicisine bu kadar yüksek dozda Taha fazla gelmez mi?
Oray Eğin / Akşam
***
TRT’nin Başbakan’ın çalışma ofisinde işi ne!
TRT Arapça’nın açılışı Başbakanlığın Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisinde yapıldı. Peki, Anayasa’da ve yasasında özerk ve tarafsız olduğu açıkça yazan bir kurumun Başbakanlığın çalışma ofisinde ne işi var?
AKP döneminde TRT yasası değiştirildi ve genel müdür dâhil 7 yönetim kurulu üyesi hükümet tarafından atandı. Anayasa Mahkemesi bu yasa değişikliğinin iptali için açılan davayı gündeme alıp görüşmüyor.
TRT Genel Müdür aynı zamanda Ulaştırma Bakanlığı’nın bir memuru olarak Türk Telekom ve iştiraklerinde yönetim kurulu üyesi olarak görev yapıyor. Yargı organları bu konuda açılan davaları sonuçlandırmıyor, Cumhuriyet Savcıları yapılan suç duyurularını işleme koymuyor ya da takipsizlik kararı veriyor. Böyle olunca AKP dikensiz gül bahçesinde istediği gibi at koşturuyor.
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin’i Anayasanın 133. maddesini ve TRT yasasının 1. maddesini bir kez daha okumasını öneriyoruz. Eğer bu maddeleri okumak yeterli değilse, özerkliğin ve tarafsızlığın ne anlama geldiğini okuma yazma bilen herkesin anlayacağı şekilde açıklayan Anayasa Mahkemesi’nin 1990/ 8 sayılı kararı; “Siyasal iktidarların müdahalelerine açık olan kurumlar, çalışmalarında başarılı olamaz ve hızlı bir bozulmaya uğrarlar. Anayasa’nın radyo-televizyon yayınlarının çok yönlü etkinliği gereği sağladığı güvencenin anlamına ters düşen düzenlemeler uygun karşılanamaz. Temel erek, radyo-televizyon yönetiminin siyasal iktidarın etkisinden uzak tutulmasıdır. Dışlanan etki, yalnız siyasal iktidarla sınırlı olmayıp tüm yönetim makamlarının, siyasal partilerin, gerçek ve tüzelkişilerin de yansızlığı gölgeleyecek tutum ve davranışlarına kapalılığı anlatır. Yansızlığı olumsuz yönde etkileyecek sınırlama ve kayıtlamalar da yerinde görülemez.” Odatv.com
***
Manşet süzgeci
Halkın parasıyla yayın yapan hükümet borazanı TRT de son zamanlarda önemli bir değişiklik olmuş; gemi azıya almışlar. Prof. Dr. Murat Özmen anlatıyor: ” Güdümlü ve yandaş spikerler son günlerde Cumhuriyet’ten halka aktarabilecekleri manşet bulamıyorlar. Gazeteyi evirip çevirip bir kenara koyuveriyorlar. Görüntüleri tabii çok komik oluyor. Benim Cumhuriyet çalışanlarına önerim, lütfen TRT için bundan böyle Cumhuriyet’in birinci sayfasını magazin haberlerine ayırınız. TRT’miz belki Cumhuriyet’e ve onun manşetlerine de yer ayırmaya başlar. l Deniz Som / Cumhuriyet
MİNİ YORUM
Yeni bir Arınç doğuyor
“Herkes alanında yumurtlasın” sözlerinin şokunu yeni yeni üstümüzden atıyorduk ki; bu sefer de “Zafer Bayramı’nda Genelkurmay Başkanı gelince hepimiz ayağa kalkıyoruz, bu durum bana garip geliyor” diyerek 30 Ağustos’un ev sahipliğine “partisi adına” talip oldu. Yeni bir Bülent Arınç doğuyor olmalı. Hayati Yazıcı medyamıza hayırlı, uğurlu olsun...