Yolsuzluğun cevaz memuru fıkıh profesörü: Hayrettin Karaman
Yaşı kemâle erdi artık, hatta yaşının kemâlinin demlendiği bile söylenebilir. Yazdığı gazetenin köşesine verdiği fotoğrafı ilk gördüğümde, köyündeki iki ineğini satıp, uzun uğraşlar sonucu Unkapanı’nda kasetini yayınlatacak firmayı zar zor bulmuş bir bozlak okuyucusunun ilk kasetinin kapağı sanmıştım... Acımıştım sonra, fotoğrafı çekenlerin tavsiyelerine uyarak yan durmalar, elini çenesinde şekilden şekile sokmalar, kendisini nasıl da zorladığını düşünmüştüm... Fakat diğer yazarların fotoğraflarına bakınca durumun pek de öyle olmayabileceğini düşündüm ve geriye yalnızca acı bir gülümseme kaldı dudaklarımda...
Yıllardır okumam kendisini aslında; başörtüsünün laik elitlerce üniversitelerde yasaklandığı, başörtülü kızların üniversite kapılarından kovulduğu, yüksek derecelerle mezun olan başörtülü kızların ödül törenlerinden türlü hakâretlerle atıldığı günlerde üniversiteden ‘istifâ edememiş’ bir fıkıh profesörü olarak hafızama kazındığı günlerden beridir. Ümit Meriç hanım kadar delikanlılık gösteremediğinden beridir ve sâhip olduğu fıkıh birikimini politikanın, haydi açıkça yazalım AKP iktidârının emrine ‘tecviz memuru’ olarak sunduğundan beridir okumam kendisini...
17 Aralık’ta gündeme düşen ‘yolsuzluk’ operasyonunda AKP hükümetinin üç bakanı Egemen Bağış, Zafer Çağlayan ve Muammer Güler ve mahdumları başrollerde vizyona girince bir umutla tekrar baktım Yenişafak’taki köşesine.
Yıllarını fıkıh disiplinine vermiş, ‘hak, hukuk, haram, helâl, beytü’l mal, yetim hakkı, devlet malı, kul hakkı’ gibi bir mü’minin uykularını kaçıracak, haşyetten dizlerini titretecek, mahşer günü, âhiret hesabı sorumluluğundan, mizanda başının eğilme endişesinden hicab edecek bir âlim, bütün bu fıkhî kavramların hükümetin üç bakanı ve oğulları tarafından hâk ile yeksân edildiği iddialarının bağırsaklardan boşalırcasına ortalığa döküldüğü günlerde ikaz vazifesini ifâ etmiş midir ihtimâliyle tekrar baktım Yenişafak’taki köşesine.
Öyle ya, politik hiçbir hesâbı olmaması lâzım gelen, hakikatten başka derdi olmaması lâzım gelen, halifenin karşısında zindanda ölümü tercih eden İmam-ı Âzam’ın halefi bir fıkıh âliminin ne pahasına olursa olsun hakikatin sesi olması ihtimâliyle tekrar baktım Yenişafak’taki köşesine.
Hey hât!..
İlmin yerinde yeller esiyordu yine...
Vakarın yerinde yeller esiyordu yine...
Hakikatin yerinde yeller esiyordu yine...
Politik mensubiyeti ilmî intisâbına gâlip gelmişti...
Hakikatin yerini, yazısının finali için derlediği paragrafın zemin dekapajı için karaladığı ucuz hürriyet retorikleri almıştı...
Yanılmayı isterdim gerçekten...
İlmini ve hesap günü sorumluluğunu, politik tercihlerine ve ilişkilerine tercih ettiğini görmek isterdim gerçekten...
Başbakana, “Kabinendeki çürükleri temizle, bu bir kul hakkıdır, yetim hakkıdır, milyonlarca insanın hakkıdır, şuyuu vukuundan beterdir, yargılama sonuna kadar istifalarını iste, adâletten ayrılma” demesini isterdim gerçekten, kendisi adına, yüklendiği ve artık kendisine yük olduğu âşikâr olan ilmi adına...
Olmadı...
Yapamadı...
Aksine, yolsuzluklara Mecelle’den bir maddeyi istismâr ederek cevaz verdi:
“Kamuya(ve bu arada ümmete) ait zararı önlemek için bir şahıs, bölge veya gruba ait zarar göze alınır, sineye çekilir.’dedi...
“Kimse pire için yorgan yakmamalıdır” dedi.
Belli ki AKP iktidârında, yüz milyonlarca lira bile üniversite hocası maaşıyla yaşayan Hayrettin Karaman için ’pire’ mesâbesine kadar küçülmüştü!
Bütün derdi ilim, vakar, hakikat falan değildi Hayrettin Karaman’ın, bütün derdi Recep Tayyip Erdoğan’dı. ” Şimdi de derin yapıların bütün silahlarını üzerine çevirdikleri bir Erdoğanımız var; duam onu ve namuslu çevresini Allah’ın koruması, tavsiyem ise milletini, mukaddesatını seven herkesin bu korumaya vasıta ve yardımcı olmasıdır “ sözleri bir üniversite hocasına, bir âlime yakışmayacak kadar mesâfesiz ve ayarsız sözlerdi...
Hayrettin Karaman artık İslâmcılığın iflâsının tescilidir...
Hayrettin Karaman artık yolsuzlukların yuvası AKP iktidarından çok daha büyük bir fiyaskodur...
‘Hayrettin Karaman artık fıkhın hocası değil, konusu hâline gelmiştir...’
Hâmiş: Yazısının sonuna bütün İslâmcılar gibi aparat olarak eklediği merhum Muhsin Başkan ile alâkalı satırları samimiyetsizliğin, şark kurnazlığının örneği olarak ayrı bir yazının konusudur...