Yol Ayrımı
Tam şu sahneden yakaladım: Karanlığın içinde varla yok arası, cılız bir adam. Yaşlı. Dökük paltosunun yakasında İstiklal Madalyası. Sonradan anlıyoruz; emekli öğretmenmiş. Yorgun adımlarla evine vardığında elektriklerin kesilmiş olduğunu görüyor. İlk kez duyuyoruz sesini:
- Cumhuriyet’in bedava elektrik verecek hali mi var!
Üst kata çıkıyor.
Bir somya, bir sehpa, bir sandalyeden başka bir şey bulunmayan yoksul, yoksun bir oda. Adam özenle elinde tuttuğu beyaz bohçayı sandalyenin üzerine bırakıyor. Somyada kesik kesik öksürerek yatan hastalıklı genç adamla aralarında geçen konuşmadan anlıyoruz ki, bohçada, İstiklal Madalyası sahibi Ramiz öğretmen’in eşinden yadigar yatak takımı var. “Mal-mülk” namına elinde bir o kalmış. Eşi “satma” diye vasiyet etmiş ama Gazi Paşa’nın huzuruna çıkarken giyecek bir takım elbisesi bile yok! Mecbur satılığa çıkarmış. Satamamış.
Dakikalar ilerledikçe gündüzleri Darülfünun’da okuduğunu, geceleri de yok pahasına, emeği sömürülerek Vakit gazetesinde çalıştığını öğrendiğimiz bakımsız genç odadan çıkarken “Ekmeğin yarısını ben yedim helal et” diyor Ramiz öğretmene. Sehpanın üzerindeki kuru ekmeği “zoom”layarak bitiyor sahne.
O sürünen, sömürülen insanların garipliğini alabildiğine gözümüze soktuktan sonra görkemli bir balo salonuna geçiyor yönetmen.
Yarısı smokinli, yarısı üniformalı erkekler, birbirinden şık, bakımlı, zarif “kuvvacı” kadınlar vals yapmaktalar.
Jest ve mimiklerle alttan alta kendisini hissettiren fesat ve hizbi bastırıyor şen kahkahalar.
Karşımızda “vur patlasın çal oynasın” mizanseni var.
***
Anlayabildiğim kadarıyla Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulma arifesi, yani 1930’ların başı.
“Gazi Paşa” çalışma odasında Ali Fethi Okyar, Ahmet Ağaoğlu gibi isimlerle görüşmeler yaparken balo salonunda konuşulanlar:
- Memlekette Gazi Hazretlerine muhalefet mümkün mü?
- Asla!
- Gazi Paşa toplumun büyük bölümünü oluşturan muhafazakarları kapsayacak bir muhalefete asla izin vermeyecektir...
“Gazi Paşa” ile görüşmeden çıkan Ahmet Ağaoğlu ateş püskürüyor:
- Yeni fırkanın adı çoktan konulmuş, başına kimin geçeceği çoktan belli olmuş...
Bir grup mebus bir köşede Vakit Gazetesi’nin sahibi Asım Bey’i kıstırmış:
- Tirajınız hayli düşmüş. Devlet bu durumdaki gazetelere teşvik veriyor. Falih Rıfkı Bey, Akşam Gazetesi için yüklüce bir miktar aldı, yoksa size verilmedi mi?
Diktatör... İltimasçı... Anti demokrat... Dayatmacı... Anlayacağınız herkes “Gazi Paşa”dan şikayetçi. Herkes “mecbur” olduğu için gülüyor yüzüne! Yoksa ne seveni var, ne sayanı!
***
Diğer sahne Vakit gazetesinde.
Matbaa çalışanı yaşlı adam söyleniyor:
- Şu harf inkılabı olmasa böyle mi olurdu. Kimse gazete almıyor artık. Eskiden olsa nasıl kitaplar, masallar, dualar basardık. Bir günde cahilleştirdiler toplumu...
Gazetenin çaycısı Yayın Yönetmeni ile Saray’dan gelecek olan ve uğruna baskıyı durdurdukları mühim haberi istişare ediyor(!):
- Aslan sütü şişede durduğu gibi durmadıysa, Enver Paşa da talimatı aldıysa kesin Acem diyarına girmiştir Gazi Paşa!
***
“Gazi Paşa”nın odası.
Karşısında, gelmesini emrettiği Asım Bey. Paşa hayli hiddetli:
- Gazeteye telgraf çekip, Serbest Fırka’nın kurulduğunu, baskıyı durdurmalarını, manşetin değişeceğini söylemişsin. Sen, bütün memleketi ayağa kaldıracak böyle bir haberi neşretmek için kimden izin aldın?
“Gazete patronu” hayli aşina olduğumuz “ters L” pozisyonunda:
- Yemin ederim böyle bir haber vermedim efendim. Sizin müsaadeniz olmayan bir habere asla iltifat
etmem...
Gazi Paşa:
- Çıkar kağıdı kalemi...
***
Ve Gazi Paşa, karşısında iki büklüm duran “gazete patronu” na, satır satır ertesi gün atacağı manşeti yazdırır! Habere kimin imzasının atılacağını dahi o tayin eder!
***
Ne mi bu?
TRT’nin tesadüfen rastladığım yeni dizisi;
Yol Ayrımı!
***
O öyle değildi de, bu böyle değildi de, şu bu yüzdendi de diye “tarihi gerçekler” deryasının ayrıntılarında boğulmaya gerek yok. Memleketin bütün kütüphaneleri, kitapçıları, sahafları, neyin aslında nasıl olduğunu anlatan kitaplarla dolu. Okumak isteyen zaten şimdiye kadar çoktan okur, 90 yıldır bitmeyen çarpıtmaya, iftiraya karşı “bilgi”yle örülmüş bir koruma kalkanı oluştururdu. Zihni dönüşümün yolunu tıkardı.
Yapmaya çalıştıkları gün gibi ortada, ne diyeyim...
Bu Cumhuriyet’te hepinizin dedesinin-ninesinin kanı var, emeği var, azmi var, inancı var, mücadelesi var... Siyasi iktidarın, sizin paranızla, devletin televizyonundan dedenizin-ninenizin aziz hatırasına gölge düşürmesini içinize sindiriyorsanız, kanınıza dokunmuyorsa böyle devam edin...
...
Not: Bana biraz müsaade...
Kısa bir kış tatilinden sonra 7 Ocak 2013’de görüşmek üzere!