Yoksulluk tırmandı...

Dünya nüfusunun üçte ikisi fakirlik sınırının altında yaşıyor. Fakirlik, kırsal kesimde daha az, kentlerde daha çok hissediliyor. Üstelik Dünyada zengin ülkeler ve fakir ülkeler arsındaki fark da giderek artıyor. Bu farkın açılmasına zengin ülkelerin pek aldırdığı yok... Aynı toplumdaki fakirlere ise zengin olanların aldırdığı yok... Çünkü her “tok açın halinden anlamaz.” Buna rağmen fakirlikten rahatsız olanlar da var... Aslında, bir insanın sorununa diğer insanın kayıtsız kalması, insanlığa aykırıdır.
Az sayıda da olsa aç insanın olduğu toplumların refahından bahsetmek mümkün değil... Bakmayın siz bize... Bizde neyin doğru neyin yanlış olduğunu artık anlamak mümkün değil... Örneğin, bir yandan terör, kapkaççılık, hırsızlık ve yolsuzluk artarken, öte yandan DİE’nin anketinden mutlu insanların çıkmasını izah etmek imkânsızdır...
Gelir dağılımının aşırı bozuk olması, hem insanları rahatsız eder, hem de sosyal yapıda anarşi yaratır. Toplumda huzursuzluk meydana gelir.
Atalarımız, boşuna “Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar” dememişler.
Fert başına geliri yüksek, 30.000 dolar civarında olan sanayileşmiş ülkelerde, gelir dağılımındaki bozukluk daha da fazladır. Ancak, bu ülkelerde en az geliri olan da, bu gelirle geçinebilir ve yaşayabilir. Oysaki gelişmekte olan veya gelişmemiş olan ülkelerde, asgari ücret bir ailenin yalnızca gıdasına dahi yetmiyor...
Örneğin bizde bir eşi ve iki çocuğu olan bir çalışanın asgari ücreti 605 liradır. Oysa ki Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’in 2009 yılı için 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 820 liradır. Yani asgari ücretle çalışanların tamamı yoksulluk sınırı altında ücret almaktadır.
Başka bir ifade ile Hükümet çalışan kesimin yarısını oluşturan işçi ailelerine “siz fakir kalacaksınız” diyor.
Kaldı ki, günde 20 lira ile 4 kişilik bir ailenin kirasını, yemeğini ve giyimini karşılaması, yani asgari fiziki geçimini sağlaması da mümkün değildir.
Ayrıca fakir ülkelerde gösteriş amaçlı lüks tüketim de yaygındır... Örneğin Türkiye’deki Mercedes marka araç sayısı birçok gelişmiş ülkeden fazladır. Gösteriş amaçlı lüks tüketimin yaygın olması, toplumda gelir dağılımı sorununu da aşan tepkilere ve hoşnutsuzluğa neden olmaktadır.
Gerçekte mutlak anlamda adil gelir dağılımı hiçbir toplumda yoktur... Bu nedenle adil gelir dağılımının tarifinde, “mutlak eşitlik” ten söz edilmez... Gelir dağılımında adalet, toplumun kabul edebileceği ve kamu vicdanını rahatsız etmeyecek bir eşitlikte olmalıdır.
Fakirlik kader değil... Siyasi iktidarların tercihidir. Uygulanmakta olan politikalar istihdam odaklı olursa, popülist olmaktan uzaklaşırsa, yoksulluk da azalır.
Ne yazık ki bizde son yarım asırdır, uygulanan iktisat politikalarına, “önce pastayı büyütelim, sonra paylaşalım” yaklaşımı hakim oldu... Ancak gördük ki pasta büyüyor... Ancak paylaşanlar değişmiyor. Bu nedenle artık iktisat politikalarına yalnızca büyümeyi değil aynı zamanda istihdam ve paylaşım amacını da katmalıyız.

Yazarın Diğer Yazıları