Yoksulluk kader değil...
Küreselleşme gözle görünen iki önemli sorun yarattı:
Spekülatif ve kırılgan bir piyasa yapısı oluştu. Sektörler arasında denge bozuldu. Sermaye piyasası reel sektörü temsil etmekten uzaklaştı. O kadar ki, örneğin borsada kâr oranı yüzde 100 olurken, reel sektörde yüzde 10’da kaldı. İki sektör arasında büyüme farkı arttı. Ekonomide finans sektörü ve reel sektör olarak ikili yapı oluştu.
Dünyada yoksulluk arttı. Sermaye alabildiğine serbest hareket ediyor. Buna karşılık, emek hareketine tersine sınırlama geldi. Yani faktörel denge de bozuldu. Ücretler arasında uçurum var. Çin işçisine 100 dolar veriyor. Ürettiği tekstili ABD’ye satıyor. ABD çelik işçisine 4000 dolar veriyor. Ürettiği çeliğin bir kısmını Çin’e satıyor.
Küreselleşme, gelir dağılımını gözetmiyor. Dünya bankasının yoksullara yardım fonu ise devede kulak kalıyor.
Türkiye’de, gerek faktör payları olarak ve gerek bireysel gelir dağılımı olarak, gelir dağılımını ölçmek çok zordur. Zira, kayıt dışı ekonomi yüksektir. İstihdam oranı düşüktür. Ayrıca TÜİK siyasi etki altındadır.
Bazı göstergelere göre yoksulluğun hangi boyutta olduğunu çıkarmak mümkündür.
TÜİK, 4 kişilik bir ailede 2008 yılında yoksulluk sınırını 767 lira olarak açıkladı. TÜFE oranı ile bugüne taşırsak, 780 lira eder. Oysa ki bugün 4 kişilik bir ailesi olan için hükümetin ilan ettiği asgari ücret 605 liradır. Bu demektir ki asgari ücretle çalışan beş milyon kişi ve ailesiyle 15 milyon nüfus yoksulluk sınırı altında yaşıyor.
Yine yoksulluk sınırı, 780 lira iken tarım sektöründe Bağ-Kur’dan emekli bir kişinin artan emekli maaşı 371 liradır. Yine Bağ-Kur’dan emekli bir esnafın emekli maaşı 511 liradır.
Başbakan, asgari ücreti ve emekli maaşlarını tespit ederken, kendine bağlı TÜİK’in ilan ettiği yoksulluk sınırına neden bakmadı?
Türkiye’de gelir dağılımını düzeltecek politikalar yoktur. Olanı da 2001 yılında, IMF ve Kemal Derviş, tarıma verilen desteği yarı yarıya azaltarak, toplam talebi kısmak için, ücretleri dondurarak kaldırdı. AKP iktidarı aynı yolda devam etti. Zira AKP’nin yoksulluğu önlemeye niyeti yoktur. AKP iktidarı önce insanları yoksul ve kendine muhtaç bırakıyor. Sonra da onlara, bütçe kaynakları ile ve fakat uygulamada AKP dağıtıyor izlenimini vererek poşet dağıtıyor.
Gerçekte ise ekonomide kalıcı istikrar için iktisat biliminin temel dengeleri olan üretim, istihdam ve bölüşüm politikaları arasında denge gözetmek gerekir.
9 Ekim 1920’de ünlü iktisatçı Ricardo, iktisatta kendi adıyla anılan teorisi ile meşhur Malthus, gönderdiği mektubun bir yerinde “Size göre iktisat bilimi ulusal refahın artış nedenlerini araştırmaktadır. Bana göre ise bilim bu refah artışının üretime katılanlar arasında nasıl paylaşıldığını araştırmalıdır” diyor.
Gelir dağılımını iyileştirmek ve yoksulluğu azaltmak istiyorsak:
* İç üretimi artıracak ve istihdam yaratacak yeni bir kur politikası getirmeliyiz.
* Asgari ücreti yoksulluk sınırının üstüne çıkarmalıyız.
* Emekli maaşlarında düşük olanları, yoksulluk sınırı üstüne çıkarmalıyız.
* İstihdam üzerindeki vergi ve prim yükünü düşürmeliyiz.
* Asgari ücretin tamamını vergi dışında tutmalıyız.
* Çalışanlara refahtan pay vermeliyiz. Maaş ve ücretleri enflasyon artı büyüme kadar artırmalıyız.
* Pirinç, bulgur gibi işlenmiş olduğu halde zaruri olan gıdalarda KDV oranını yüzde bire çekmeliyiz. * Eğitimi ve sağlığı paralı olmaktan çıkarmalıyız. Tamamıyla devlet yapmalı.
* Bütçeden yapılan gıda yardımları, bölgelerinde Ziraat Odaları, Ticaret Odaları, Esnaf Odaları ve belediyelerin katılacağı komisyonlar tarafından organize edilmelidir.
* Yerel komisyonların tespit edeceği yoksul ailelerde, ev kadınına ödenmek üzere, bütçeden aylık olarak vatandaşlık maaşı verilmelidir.